Edebi Şahsiyetler

Figani Kimdir, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Hakkında Bilgi

Figânî (ö. 938/1532) Divan şairi.

Trabzon’da dünyaya geldi. Asıl adı Ra­mazan olup 1505 yılı dolaylarında doğ­duğu tahmin edilmektedir. Çocukluk ve ilk gençlik yıllan hakkında bilgi yoktur. Bazı kaynaklara dayanarak ve bir kısım şiirierindeki ipuçlarından hareketle de­likanlılık çağlarında İstanbul’a gidip yer­leştiği, sürekli olmamakla birlikte ciddi bir öğrenim gördüğü, özellikle gramer, edebiyat ve hekimlikte bilgisini geliştir­diği söylenebilir.

Figânî’nin daha gençlik yıllarından baş­layarak düzensiz bir hayat sürme eği­liminde olduğu ve çevresindeki baskı­lardan kurtulma çabası içinde bulundu­ğu anlaşılmaktadır. Ancak bu avareliğine rağmen güçlü hafızası sayesinde Arap­ça ve Farsça’yı öğrendiğine, kendi ifade-lerindeki bazı benzetmelerle çağının şu-arâ tezkireleri tanıklık etmektedir. Âşık Çelebi’ye göre, kısa süren bir medrese tahsilinden sonra mukâtaa kâtipliğinde çalışırken fıtrî kabiliyeti onu şiir ve ede­biyatla uğraşmaya yöneltmiştir. Sehî ve Latifi, onun bir ara tabip Şah Mehmed’e şâkirdlik yaptığını ve tapla uğraştığını kaydederler.

Genç yaşta şiir yazmaya başlayan Fi­gân! ilk şiirlerinde önceleri Hüseynî mah­lasını kullanmış, daha sonra Figânî’yi ter­cih etmiştir. Aynı zamanda içkiye düş­künlüğüyle de tanınan şair, bunun so­nucu olarak başı boşluk ve kararsızlık içinde toplum kuralları ile bağdaşma­yan durumlara düşer, Onun İstanbullu şair Na’tî ve Priştineli Nûhî ile birlikte meyhanelere giderek içki içtiği, Atmey-danı’nda gezip tozduğu ve güzeller pe­şinde koştuğu bilinmektedir. Fakat öte yandan fırsat buldukça kaleme alıp ça­ğının büyüklerine sunduğu zarif kaside­leri ve yaşına göre çok başarılı gazelleri ona şöhret kapılarını açıyor, geçimini de büyük ölçüde kasidelerini takdim ettiği kişilerin İhsanları ile sağlıyordu. Ara sı­ra yardım mahiyetinde bazı önemsiz gö­revlere de getirildiği bilinmektedir.

Yine Âşık Çelebi’nin verdiği bilgilere göre, Figânî’yi bir süre çağının tanınmış şahsiyetlerinden Defterdar İskender Çe­lebi ile şairleri seven, cömert ve eğlen­ceye düşkün Kara Bâlioğlu korumuştur. Bununla beraber Flgânî hiçbir zaman şiirle daha fazla uğraşacak ve arzuları­nı gerçekleştirecek müreffeh bir hayata kavuşamamıştır. Zaman zaman elinden tutanlar olmuşsa da savurganlığı ve iş­rete düşkünlüğü kazancını çabucak yok etmiştir. Bir ara Edirne’ye gitmiş, bir süre de Seyyid Battal Gazi Türbesi etra­fındaki zaviyede yaşamış, fakat sürekli ikamet mahalli İstanbul olmuştur.

Flgânî’nin genç yaşta kazandığı bü­yük şöhret, Kanunî Sultan Süleyman’ın şehzadeleri Mustafa, Mehmed ve Selim’in 1530 yılı yazındaki muhteşem sünnet düğünü için yazdığı “Sûriyye” kasidesiyle daha da artmıştır. Hayalî Bey ve Zatî gibi devrin tanınmış şairlerinin kaside­ler okuduktan bu şenliklerde Figânî’nin sûriyyesi büyük takdir görmüştür.

Şöhreti arttıkça kıskançlıkları üzerine çeken Flgânî’nin başı boş hayatı ve kav­gacı mizacı da çeşitli kimselerin düşman­lığını kazanmasına sebep olmuştur. Bu sıralarda. Sadrazam İbrahim Paşa’nın Mohaç Savaşı’ndan sonra Budin’den ge­tirtip Atmeydanı’nda kendi sarayının kar­şısına diktirdiği heykeller münasebetiyle söylendiği sanılan, “Dü İbrâhîm âmed bedâr-ı cihan / Yekî büt-şiken şüd dî-ger büt-nişan” şeklindeki beyit ağızdan ağıza yayılmış ve Figânî’ye mal edilmiş­tir. Ancak Figânî, “Dünyaya iki İbrahim geldi, biri put kırdı, öteki put dikti” an­lamındaki bu beyti değil. Âşık Çelebi’-nin de kaydettiği gibi bir mecliste okun­duğunda beyitte geçen “dâr-ı cihan” ter­kibindeki “dâr” kelimesinin yerine -ikin­ci mısrada “put” sözü geçtiği için- “deyr” kelimesinin daha uygun olacağını söyle­miş olmalıdır. Çünkü beytin çok daha eski zamanlarda, Gaznelİ Mahmud dev­rinde söylenmiş olduğuna dair kayıtlar vardır. Fakat bu beyit yüzünden İbrahim Paşa’ya gammazlanan Figânî, İstanbul subaşısı tarafından Tahtakale’de yaka­lanıp iskeleye götürülmüş, önce dövü­lüp işkence edilmiş, sonra da büyük bir ihtimalle 1532 yılının baharında orada asılmıştır.

Figânî’nin çok genç yaşta öldürülmesi derli toplu eser bırakmasına imkân ver­memiştir. Bu sebeple sekiz kaside, 107 gazel ve iki tahmisten oluşan şiirlerinin hiçbir yerde derli toplu bir nüshası bile mevcut değildi. İlk defa Abdülkadir Karahan, İstanbul Üniversitesi Kütüphane­si, Edirne Seli­miye Kitaplığı ve Paris Bibliotheque Nationale’de bulunan nüshalarla kendi özel kü­tüphanesindeki iki nüshayı karşılaştıra­rak Figânî divançesinin tenkitli basımını hazırlamıştır.

Figânî şiir diline hâkim, hayal gücü zengin, atasözleri ve halk deyimlerini rahatlıkla kullanabilen, sade Türkçe ke­limelere de yer veren, divan edebiyatı­nın izin verdiği ölçüde yeni buluşlara, mazmunlara ve kavramlara sahip bir sa­natkârdır. Çağından başlayarak XIX. yüz­yıl sonlarına kadar birçok şiir mecmua­sında Figânî’nin gazellerine yer verilme­si onun şöhretinin uzun süre devam et­tiğini göstermektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

İlgili Makaleler