Tarihi Eserler

Fethiye Camii -İstanbul/Fatih- Tarihçe, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Fethiye Camii. İstanbul’da XVI. yüzyıl sonlarında camiye çevrilen eski bir Bizans kilisesi.

İstanbul’un Halic’e bakan yamacında, Çarşamba ile Draman arasında bulun­maktadır. İlk yapıldığında Meryem adı­na kurulmuş olan Teotokostis Pammakaristos Manastırı’nın kilisesiydi. Evvel­ce aynı yerde bir kilise bulunduğu bu­rada önceleri mevcut olan bir kitabe­den anlaşılıyordu. Bugün ortada olma­yan bu kitabe, burayı loannes Komnenos ile karısı Anna Dukaina’nın yaptır­dıklarını bildiriyordu. Ancak adı geçen kişinin İmparator II. loannes Komnenos ile (11 18-1143) aynı şahıs olması, bu hü­kümdarın karısının adının Eirene olma­sından dolayı mümkün görülmemekte­dir. Bunun yerine baninin 1067’de Ölen saray mabeyincisi loannes Komnenos olduğu da ileri sürülmüştür. Ancak bu ki­şinin karısı Dukas soyundan Anna Dalassena’dır. Bugün görülen kilise, Latin iş­galinin (1204-1261) arkasından XIII. yüz­yıl sonlarında Bizans sarayı ileri gelen­lerinden Mikhail Glabas Tarkaniotes ta­rafından inşa ettirilmiştir. Bu hususu doğrulayan ve çağın şairlerinden Manuel Philes (ö. 1346) tarafından yazılan man­zum kitabe, binanın cephesini süsleyen bir silme üzerine işlenmiş olarak görül­mektedir. Ancak bu kitabe esas binaya bitişik mezar şapelinin güney cephesin-dedir. Buna göre büyük binanın, Latin işgali sırasında harap bir hale gelmesi­nin ardından Mikhail Glabas Tarkaniotes tarafından yeniden yaptırılarak ihya edil­diği ve az sonra da 1315’e doğru güney tarafına Mikhail Glabas’ın eşinin bir mezar şapeli inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Mikhail Glabas Tarkaniotes manastır ve kiliseyi 1293’ten önce tamamlamış ol­malıdır. Çünkü rahip Kosmas bu manas­tırın başı olarak tayin edilmiş ve 1294′-te patrik olmuştur.

İstanbul’un fethinden sonra Fâtih Sul­tan Mehmedin Ortodokslar’in başına patrik olarak tayin ettiği II. Gennadios Skolarius, önce Fâtih Camii yerindeki On İki Havari (Hagioi Apostoioi) Kilisesi’ne yerleşmişken 1455’te buradan o sıra­larda kadınlar manastırı olan T. Pammakaristos Manastın’na geçmeyi istemiş ve Fâtih Sultan Mehmed’in fermanıyla patrikhane buraya taşınmıştır. Burada yaşayan rahibeler de hemen yakınında­ki loannes Prodromos Manastın’na geç­mişlerdir. Pammakaristos Manastırı ve Kilisesi yaklaşık bir buçuk asır patriklik merkezi vazifesi görmüş, hatta bu ara­da bizzat Fâtih burayı ziyaret ederek Gennadios ile Hıristiyanlık üzerine ün­lü tartışmasını yapmıştır ki bu konuş­manın metni “Gennadios itikadnâmesi” olarak tanınmıştır. Pammakaristos Ma-nastın’na patrikhane olduğu yıllarda 1490’a doğru Türkler tarafından el ko­nulmak istenmişse de bu girişim önlen­miştir. Yavuz Sultan Selim döneminde despot Tomas’ın torunu loannes Palaio-logos buraya gömülmüştür. Bir elçilik heyetiyle İstanbul’a gelen Stephan Ger-lach henüz patrikhane olduğu sırada bu­rayı ziyaret ederek gördüklerini 7 Mart 1578 tarihli mektubu ile Martin Crusius’a yazmıştır. Manastır ve kilisenin o yıllar­daki görünümü Turcograecia adlı kitap­ta anlatıldığı gibi resmi de tahta oyma gravür olarak aynı yıllarda İstanbul’a gelen elçilik papazı Salomon Schvveigger’in seyahatnamesinde yayımlanmıştır. Burada etrafı bir duvarla çevrilmiş ağaçlı bir düzlükte kilise ile manastırın yapıla­rı gösterilmiştir. Rumlar’ın çeşitli yapı­lardan topladıkları kutsal kalıntılar da (reliques) patrikhane olarak kullanıldığı süre içinde buraya taşınmıştır.

III. Murad döneminde (1574-1595) artık çevresi Türk mahalleleriyle sarılan Pammakaristos Kilisesi, Gürcistan ve Azer­baycan’ın fethi hâtırası olarak Fethiye Camii adıyla 1590’a doğru camiye dö­nüştürülünce patrikhane önce Aya Dimitri Kilisesi’ne. 1612’de de şimdiki ye­rindeki Aya Yorgi (Hagios Georgios) Kili­sesi’ne taşınmıştır. Cami yapıldığında ap­sis kısmı yıkılarak buraya bir mihrabın içinde yer aldığı kubbeli bir mekân ek­lenmiş, esas bina ile yandaki ek binada bulunan sütunlar kaldırılarak kubbeler ve tonozlar büyüK kemerlerle desteklen­miştir. Kilise cami haline getirildiğinde avlunun batı tarafında. Yemen fâtihi ola­rak tanınan Sadrazam Koca Sinan Paşa bir medrese inşa ettirmiştir. Sinan’ın eserlerinin adlarını veren tezkirelerde, yeri belirtilmeksizin bir Sinan Paşa medresesinden söz edilmektedir. Ancak bu­nun Fethiye Camii yanındaki değil Beşik­taş’ta Kaptanıderyâ Sinan Paşa Camü’nin avlusunu saran medrese olduğu anlaşıl­maktadır. Avluyu “U” biçiminde saran bu medrese ile Fethiye Camii XVI. yüzyıl mimarisinde avlusu medreseli camiler ti­pinin bir örneği olmuştur. Cami iki tara­fa kapısı olan bu avlu duvarı içine alın­mış, sağ tarafına taş bir minare yapıldık­tan başka batı ve güney tarafına Türk mimari üslûbunda kemerli kapılar açıl­mıştır. 1051 deki (1641) Balatkapısı yan­gınında alevler Fethiye Camiine de ula­şarak tahribat yapmıştır.

Fethiye Camii, güney cephesinde kapı üstündeki kitabeden anlaşıldığına göre 1262’de (1846) bir tamir görmüş, ba­rok üslûpta olan minare de büyük ihti­malle bu onarımda yenilenmiştir. XIX. yüzyıl sonlarında medresenin üstüne Mi­mar Kemâleddin Bey’in çizdiği projeye göre bir ilkokul inşa edilmiş, avlu duvar­ları kaldırılarak külliyenin bütünlüğü yok edilmiştir. 1936-1938 yıllarında Fethiye Camii Vakıflar İdaresi tarafından yeni­den restore edilmiş, güney tarafına to­nozların üstüne oturtulan ahşap meş­ruta ile buraya çıkışı sağlayan geniş dış merdiven kaldırılmış, fakat anlaşılmaz bir sebeple müzeler idaresine devredi­lerek uzun yıllar sahipsiz ve bakımsız bı­rakılmıştır. Hatta bu yıllarda kubbe kur­şunlarını hırsızlardan korumak için ca­minin kubbelerinde bir kurt köpeğinin beslenmesi ilgi çekici bir olay olarak zik­re değer.

Fethiye Camii çevrenin başvuruları üze­rine 1960’lı yıllarda yeniden ibadete açıl­mıştır. Bu sırada yanındaki ek mezar şa­peli, Amerikan Bizans Enstitüsü tara­fından İçindeki bütün mozaik ve fres-kolar açığa çıkarılıp restore edilmiş, ay­rıca Türk döneminde yapılan kemer sö­külüp eskiden var oldukları bilinen sü­tunların yerlerine yenileri yapılarak şa­pel orijinal şekline dönüştürülmüştür. Bugün esas bina cami olarak kullanılır­ken arada bir bölme ile ayrılan ek şapel müzeler idaresine bağlı ve ziyarete açık­tır.

Fethiye Camii olan eski Bizans kilise­si, altındaki daha eski bir döneme işa­ret eden, bazıları paye haline getirilmiş on altı sütunlu sarnıç istisna edilecek olursa üst yapısı bakımından dört dö­neme işaret eder. Esas kilise olarak XIII. yüzyıl sonlarında inşa edilen ana yapı, örnekleri ancak son dönem Bizans mi­marisinde ortaya çıkan, orta mekânını üç tarafından “U” biçiminde koridorla­rın sardığı “dehlizli tipte” olan kiliseler­dendir. Ortadaki kubbeli mekânı bu deh­lizlerden ayıran çifte sütunlar Türk dö­neminde kaldırılarak aynı tipte olan Fe-nârî îsâ Camii güney binasında olduğu gibi üst yapı eksen paralelinde iki keme­re bindirilmiştir. Bu sütunların varlığını gösteren kaideler bina harap halde iken görülüyordu. Binanın doğusundaki ana ve yan apsisler Türk döneminde yıkıla­rak yerlerine şevli biçimde üstü kubbeli bir mekân yapılmış olup bunun yan du­varında mihrap bulunmaktadır. Ana bi­nanın orta mekânı pencereli kare bir kit­le halinde yükselir. Bunun üstünde Bi­zans mimarisinin tipik kubbesi bulunur. Dalgalı saçağı, kademeli kemerler için­deki pencereleriyle kubbe XIII-XIV. yüz­yılların mimari özelliğine sahiptir.

Mikhail Glabas’ın karısı Maria’nın XIV. asrın ilk yıllarında ana binanın güney cephesine bitişik olarak yaptırdığı me­zar şapeli dört sütunlu haç planına gö­re inşa edilmiştir. Bunun üzerinde döne­minin üslûbuna uygun görünüşte kub­beler vardır. Bir Bizans kilisesinin bütün mimari elemanlarına sahip olan bu ek şapelin en ilgi çekici tarafı, dış yüzeyle­rini süsleyen taş ve tuğlalardan oluşan bezemelerdir. Ayrıca bu binanın güney cephesindeki mermer silme üzerinde M. Philes’in manzum yazısı işlenmiş olduk­tan başka aynı cephede tuğlalardan ya­pılmış bir yazı frizi daha vardır. Bu me­zar kilisesinin kubbesinin içini bir Pan-tokrator (kâinatın hâkimi) îsâ ile etrafın­da Tevrat peygamberleri mozaikleri süs­ler. Burası cami olduğunda da mozaik­ler kapatılmamış olarak açıkta görüle­biliyordu. Apsis bölümünde, mahşer gü­nü insanlığa yardımcı olması için Mer­yem ve loannes’i isa’nın iki yanında tas­vir eden bir mozaik bulunmuş, ayrıca kemer ve tonozlarda bir kısım azizlerin resimleri meydana çıkarılmıştır, Bazı üc­ra yerlerde ise pahalı bir teknik olan mo­zaik yerine daha kolay ve ucuz olan fresko resimlerin yapıldığı dikkati çeker. Üçüncü devrede, birbirine bitişik bu iki yapıyı dıştan ve üç taraftan saran bir dış dehliz inşa edilmiştir. Taş ve tuğla­dan oluşan karma teknikte yapılan bu ek mimari bakımdan dikkate değer bir özellik göstermez. Dördüncü ek ise Türk döneminde yapılan kubbeli mihrap me­kânıdır. Kilise camiye dönüştürüldüğünde içine mermerden işlenmiş şebekeli bir minber konulmuştur.

Caminin etrafında evvelce iki tarafa kapısı olan taştan bir avlu duvarı bu­lunuyordu. Bu kapılardan bugün yalnız biri durmaktadır. Duvar ise hemen he­men yok olmuş, cami avlusu da önün­deki medresenin yerine yapılan ilkoku­lun oyun alanı olmuştur. Dış kapı üstün­de bulunan ve Nevşehirli Damad İbra­him Paşa’nın damadı Kethüda Mehmed Bey’in vakfı olan mektepten de bugün bir iz yoktur.

TDV İslâm Ansiklopedisi

İlgili Makaleler