33Sosyoloji Sözlüğü

FENOMENOLOJİ

 

FENOMENOLOJİ

 

Genel olarak,
zincirleme devanı eden feno­menlerin veya fenomenler bütününün tasvir edilerek
incelenmesini amaçlayan felsefi disip­lin. Bu anlamda fenomenoloji, incelediği
feno­menler bütününü, bir yönüyle gerek bu feno­menlerin soyul ve değişmez
yasalarına, gerek­se bu fenomenler aracılığıyla oluştuğunu İleri sürdüğü aşkın
gerçekliklere karşıt görür. Ö/el anlamda Edmund Husserl’in kurduğu felsefe
akımıdır. Kam bu terimi Doğabili/îiİıı Metafizik Temelleri adlı çalışmasında
kullanmışsa da fenomenoloji teriminin doğuşu XVIII. yüzyıl olup; J.H.Lambert
Yeni Orgtmon adh eserin­de “görünüşün kavramı” anlamında ilk defa
kullanmıştır. Ne var ki, daha sonra terim çeşit­li anlamlar kazanarak
kullanılmıştır. Sözgeli­mi Kant; algılanan fenomenler öğretisi; He-gel,
diyalektik gelişimi içinde bilincin geçirdi­ği evrelerin metafizik açısından
ortaya konulu­su; Brentano; bilinç olaylarının çözümlenmesi ve tasvir edilmesi;
Husscrl’dc ise Özbİlimi şek­lindedir.

Hcgel Ruhun
Fenomenotojîsi adlı eserinde fenomen kelimesini kök anlamında ele ala­rak,
bunun daha önce gizli ve Örtülü olan bir şeyin açık bir şekilde ortaya
konulmasını ifade elliğini belirtir. Böylece bilginin oluşumunu, kendisinde ve
kendi İçin bilinçlen benlik bilin­cine, oradan akıla, akıldan külıür ve
ahlaklılık şeklinde ortaya çıkan ruha, ruhdan dine, so­nunda mutlak bilgiye
ulaşmasını açıklar.

Terimin bugünkü anlam
ve tanımı Husserl’e çok şey borçludur. Gerçekten XIX. yüzyıl bi­lim anlayışı
bakımından daha çok natüralist -pozitivisı ve Marksist bir nitelikleydi ve
bilim­sel nesnellik bilimin yanında felsefeye de ege­men durumdaydı. Sözgelimi
psikoloji alanın­da düşüncenin yasaları, gözlem konusu olduk­ları ölçüde kabul
görüyor, aksi takdirde redde­diliyordu. İşıe Husscrl, bu anlayışlara bir tep­ki
olarak salı bilimsel çözümlemelerin yeterli olamayacağını, buna karşılık
“şeylerin kendisi­ne dönme”sini savundu. Eğer bilimsel çözüm­leme
gerçekten dünyanın bir açıklamasıysa, “hayat dünyası”
(Lcbenswelt)ndan doğmuş ol­malıydı.

Mantık yasalarının
hiçbir şekilde birer kural olmadığını, mantığın yaşantılardan bağımsız
“salt zorunlu önermelere dayalı” a priori bir bi­lim olduğunu
söyleyen Husserl, mantığın yasa­ları yaşantı önermelerine dayandırılmak islen­diğinde
saçma sonuçların oriaya çıkacağını ve çelişmelere düşmekten kurtulmanın mümkün
olmadığını ileri sürer. Ona göre, mantığın psi­kolojiden ayrılması zorunludur.
Çünkü man­tık yasaları, ideal ve a priori yasalardır; ayrıca psikoloji, mantık
yasalarının anlamı açısından yanılgıya düşebilmektcdir. Yani psikolojik dü­şünme
biçimiyle, mantıksal düşünme biçimini birbirinden ayırmak gerekir. Psikolog,
insanın kavramların) ruhsal yaşantılar olarak; maniık-çıysa düşünce özleri
şeklinde görür. Psikoloji açısından bakıldığında düşünme yasaları bilin­cimizin
olguları iken, mantık açısından “salt geçerliği olan düşünsel
yasalardır”. Öyleyse iki tür yasaları olan iki tür bilimin varlığından
sözedilebilir ki, bunlar olgu veya gerçeklik bi­limleri ile öz bilimleridir.
Psikoloji olay (feno­men) bilimleri, mantık öz (ideal) bilimleri ara­sında yer
alır. Bu bakımdan fenomenoloji nes­nelerin özüne, yani asıl varlığa iniş
yöntemi olarak ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu da fenomenlere nüfuz etmeyi
ve veri olarak nes­nelerin mantıki yasalarını, psikolojiden ayrı, açık ve kesin
kavramayı gerektirir. Husserl’c göre felsefeyi, matematik gibi, evrensel, nes­nel,
salt bir bilim haline getirmek bunun için fenomenolojinin en önemli görevi ve
çabası olmalıdır. Kuşkulardan Önyargılardan kurtula­bilmek, psikolojizmin
yanlışlık ve aldatıcı tutu­munu, natürulizmin aykırı anlayışını ortadan
kaldırmakla mümkün olur. Bunu gerçekleşti­recek bir felsefe, bir büliin olarak
evreni anla­yabilir, toplumları yönlendirebilir, insanı ken­di yüce bilincine
ulaştırabilir.

Bununla birlikte
fenomen o loj i bir felsefe sis­temi olmayıp bir yöntemdir. Bu açıdan
Des-carles’e dayandığını söyleyen Husserl; “gerçek­ten felsefeci olmak
isleyen kişi, hayatında en az bir kere kendi içine kapanmalı ve o zama­na kadar
kabullenilmiş bilimleri hiçe sayarak yeniden kurmalıdır. Felsefe bir yönüyle
felse­fecinin kişisel bir uğraşısıdır; kendi felsefesi, kendi bilgelik ve
bilgisi olarak o kışı uru İmalı­dır; kendisinin edindiği bir şey olmalıdır ve
mutlak sezgileri üstünde lemellenerek, kayna­ğından bütün öteki evrelerine
kadar doğrulan-malıdır.” Yani “her birimizin, kendi için ve kendinde,
o güne kadar kabullenilmiş inançla­rı, özellikle de bilimin doğrularını, veri
olarak kabullenmeden işe başlamamız” kaçınılmaz­dır. Bu yöntemle özü
sezmek içirt geri gitmek, salı bilince indirgeme vardır ve bu da “paran­tez
içine almak”1a başarılır. Husserl’e göre üç

çeşit “parantez
içine alma” vardır

: a) Tarih ile ilgi/i
parantez içine alına: Günlük yaşantı, top­lumsal çevre, bilim, din vb.
aracılığıyla nesne­ler üzerinde elde ettiğimiz her türlü düşünce, konu, kavram
bir yana bırakılmalı ve böylece Önyargılardan bütünüyle arınmış olarak
feno-meneyaklaşılmalldı

;b) Varoluşla ilgili
paran­tez içine alına: Ele alınıp incelenen nesnenin gerçekte varolup
olmadığını bîr tarafa bırak­malıdır. Ancak bu dış dünyanın fenomenler
dünyasının varoluşunu reddetmek anlamına gelmez;

 c) hldeıie ilgili parantez içine alma:
Husserl’dc İde, özü sezinlemede verilmiş olan salt öz anlamına gelir.
Düşünülebilen en bü­yük parantez içine alma budur. Uzay ve za­man iie Ügilİ
belirlenimler bakımından nesne­de bulunan şeyleri parantez İçine almak duru­mundayız.
Yani bütün imkanları ve rasttantı-sıyla gerçek dünyayı, yaratıcı benin
kendisini de öyle geriye götürmeliyiz kİ, en sonunda salt ben veya aşkın bilinç
kalsın. Böylece fenomc-noloji, arınmış bilinçte, salt sezgiyle bulduğu her
fenomeni araştırabİlsin. Bu şekilde elde edilecek özler zaman ve uzaydan
bağımsızla-şırlar, rastlantıdan kurtulurlar, kısaca mutlak olurlar. Yani bu
özler, idealar kesin ve genel geçer bir bilimin temelini oluştururlar; felsefe
de böylece kesin bir bilim olur.

Husserl’in
felsefesinde irade, özellikle salt bilinç kavramı onun bilgi kuramının temeli
olarak ortaya çıkar. Psikolojik veya sezgisel değerlendirme eylemi bu iradi
davranışı da kapsar, hatta kuşatır. Değerlendirme eylemi ilk maddesi veya
objesini de İçine alır. Başka söyleyişle, değer kendisini nitelikleriyle oluştu­ran
bir başka değer üzerine kurulmuştur.

Kısacası ferıomenoioji
her şeyden önce bir lasvir el inedir. Nitekim Sarıre, bunu, alt başlı­ğı
l’cnomenoloj’tk Ontoloji Denemesi olan Var­lık ve Hiçlik (1942)’de ele
almıştır. Bu neden­le fenomenolojik indirgeme, irdelemekten ka­çınarak, dış ya
da iç dünyanın şu veya bu her­hangi bir nesnesini, salı bir fenomen olmasına
indirgemeye yönelir. Yani Husserl gibi Sarlre da, “beıV’in önemini, fakat
somut varoluşa ulaşmak İçin, onun psikolojik bilinç olma özel­liğini   vurgular.  
Fenomenolojik   indirgeme

Sartre’da değişik
şekil ahr ki, tasarının başlan­gıcındaki “hiçleme” haline gelir.
Çünkü bilinç şimdiki zamandaki durumuyla hiçbir şey değil­dir, her şey onun
geleceğindedir. Husserl’de fenomenoiojik İndirgeme yönelmişliğin dönü­şüme uğramasıdır;
buna karşılık Sartre’ın “hiç-leme”si, dünyayı Marksçı anlamda
dönüştür­meye yönelme şeklindedir.

Bir yöntem ve öğreti
olarak Husserl’İn felse­fesini tanımlayan fenomenoloji çağdaş düşün­ceyi önemli
oranda etkilemiş ve halen de etki­lemeye devam etmektedir. Husserl’İn Öğrenci­si
ve izleyicisi Heideggeryamsıra, Schclcr, Pa­ul Ricocur, Marleau-Ponty, Sartrc,
J.Derİdda gibi birbirinden çok farklı felsefeciler de, feno-monelojiye,
dolayısıyla Husserl’c dayandıkları­nı açıklamışlardır. Marleau-Ponıy’ye göre fe­nomenoloji,
insanı dünyaya bağlayan yok edi­lemez İlişkinin bilincine varma, dünyanın ger­çekliğini
kavrama aracıdır.

Öte yandan
fenomenolojiden modern sosyo­lojiye geçiş sürecindeki anahtar şahsiyet hiç
kuşkusuz Alfred Schutz’dur. Hukuk ve sosyal bilim alanlarında çalışmış ve aynı
zamanda ki­şisel olarak Husscrl’lc tanışmış olan Schutz, 1939’da Avusturya’dan
Amerika’ya gilü ve bundan sonra New York’ıaki New School lor Socİal Research’de
pek çok felsefeci ve sosyal bilimciyi önemli ölçüde etkiledi. Kapsamlı ça­tışması
“Toplumsal Dünyanın Fenomenoİojisi (1932)’ndeSchutz, Max VVeber’in sosyal
bilim­lerin mctodolojisiyle İlgili fikirlerini sorgular. VVeber’in
açıklamasının merkezi, sosyolojinin insanın ‘toplamsal eylejni’nin ‘yorumlayıcı
bir anlaşılması’ ile ilgilendiği şeklindeki görüştür. Bu her ne kadar esas
itibariyle doğruysa da, Schulz’un görüşüne göre NVeber’İn fikirleri, en iyi
şekilde toplumsal gerçekliğin yapısının ve bu gerçekliğin yorumunun
fcnomcnolojİk bir analizi aracılığıyla başarılmış çalışmalarla olan daha ifazla
açıklanmayı gerektirmektir.

Schutz’un ana
tezlerinden biri şudur: “Sos­yal bilimci tarafından inşa edilen düşünce
nes­neleri, dostları arasında günlük hayatını geçi­ren insanın sağduyu
düşüncesi aracılığıyla ku­rulan düşünce nesnelerine atıfta bulunur ve onun
üzerine kurulur. Böylece, sosyal bilimci

tarafından kullanılan
inşalar, böyle denebilir­se, ikinci dereceden İnşalardır, yani toplum
sahnesinde aktörler tarafından yapılan inşala­rın İnşalarıdır; bu aktörlerin
davranışını bilim adamı gözlemlerve biliminin sürece ait kural­larıyla uyum
içinde açıklamaya çalışır.”

Sosyal bilimci ile
konu alanı arasındaki iliş­ki, doğa bilimcisi ile konu alanı arasındaki iliş­kiden
tamamen farklı değildir. Toplumsal dünya yorumlanmış bir dünyadır ve sosyal bi­limlerin
olguları ‘yorumlanmış olgıılar’dır. Sc-hutz’a göre toplumsal gerçekliğin bu
temel özelliği bize sosyal bilimin ana sorununu. Öz­ne! bir gerçeklikten nesnel
açıklamalar kurma girişimini önümüze getirir.

Sosyolojide
fenomenoiojik yaklaşım günü­müzde P.Bergcr veT.Lueknıann, A.V.Cicou-rel ve
H.GarfİnkePin çalışmalarıyla temsil edilmektedir.

(SBA)