Türk Edebiyatı

Felsefe-i Ula Kitabı, Konuları, Özellikleri, Özeti, Hakkında Bilgi

Felsefe-i Ûla. M. Şemsettin Günaltay’ın (ö. 1961) Allah’ın varlığını ispat için kullanılan çeşitli delillerle ruh konusundaki muhtelif nazariyelere dair eseri.

Genellikle Felsefe-i Ûla olarak tanınan eserin alt başlığı îsbât-ı Vâcib ve Ruh Nazariyeleri’dir. Bir girişle İki ana bö­lüm ve bir sonuçtan oluşan eser, Türk ve Batılı yazarlar arasında dinî düşünce aleyhine gelişen materyalist ve pozitivist akımlara karşı özellikle İslamcı kesim tarafından müdafaa ve ispat türünde pek çok eserin yazıldığı bir dönemde ka­leme alınmıştır. M, Şemsettin Günaltay kitabın önsözünde, felsefe ve metafizi­ğin çok önemli, ancak son derece muğ­lak iki meselesi olan isbâtı vâcib delil­leriyle ruh hakkındaki teorileri kolay an­laşılabilecek bir dille anlatacağını belirt­mekte ve amacının, bu meselelerde ya­nılmaya ve yanıltılmaya çok müsait ve henüz ilimle faraziyeyi farkedemeyecek durumda bulunan genç nesli uyarmak olduğunu ifade etmektedir. Eserin giriş bölümünde önce bilgi bahsi özetlenmiş, ardından ilim ve felsefe arasındaki ilişki ve farklarla bunların alan ve metotları hakkında bilgi verilmiş, bu arada İslâm açısından bir ilim-din çatışmasından söz edilemeyeceği vurgulanmıştır. Müellif bundan sonra, isbât-ı vâcib konusuna hazırlık niteliğinde olmak üzere, müsbet ilimde kaydedilen gelişmelerin materya­list ve İnkarcı zihniyetin madde, kuvvet ve enerji gibi temel konulardaki düşün­celerini geçersiz kıldığını çeşitli örnek­lerle ortaya koymaya çalışmaktadır.

Eserin birinci bölümü isbât-ı vâcib konusuna ayrılmıştır. Burada Allah’a iman etmenin insana ait fıtri bir özellik olduğu belirtildikten sonra isbât-ı vâcib için felsefi delillerin bulunup bulunma­dığı hususu tartışılmış, ardından tabiat­ta hâkim olan düzenin Allah’ın varlığı­nın en açık delilini oluşturacağı ifade edilmiş ve bu meselede materyalizm ile pozitivizmin ileri sürdüğü görüşlerin te­melsiz olduğu belirtilmiştir. Bu bölümün devamında İslâm düşünürleriyle Batı dü­şünürlerinin isbât-ı vâcib konusunda kul­landıkları önemli delillerin sayısının yir­mi beş civarında bulunduğu, ancak bun­ların dış âleme bakış yapmaya dayalı kozmolojik, akla dayalı metafizik ve in­san tabiatına dayalı ahlâkî deliller olmak üzere üç ana gruba ayrılabileceği kay­dedilir. Kozmolojik karakter taşıyan de­lillerden imkân, hudûs, hareket, illet-i gâiyye üzerinde durulur. Metafizik ma­hiyetteki delillerden ezelî gerçekler de­lili, sonsuzluk ve ayrıca kemal tasavvuru­na dayalı delillere kısaca temas edilirken ahlâkî deliller kabûl-i âmme ve vazife de­lili şeklinde ikiye ayrılarak açıklanır.

Felsefe-i Ûla’nın hacim ve muhteva bakımından en geniş kısmını “Hayat ve Ruh Nazariyeleri” başlıklı ikinci bölüm oluşturmaktadır. Müellif bu bölüme, inor­ganik ve organik varlıkları ele alıp hayatla ruh arasındaki münasebet konu­sunu işlediği bir girişle başlamakta, ar­dından düşünce tarihi boyunca ruh hak­kında ileri sürülen muhtelif telakkileri belirli sistemlere oturtabilmek için ha­yatın mahiyet ve menşei ile ilgili nazari­yeleri değişik gruplara ayırarak incele­mekte, ilk bakışta doğru gibi görünen, fakat dikkat edildiği takdirde hiçbir il­mî dayanağı bulunmadığı anlaşılan ma­teryalist hayat teorileri üzerinde ayrın­tılı bir şekilde durmakta, materyalizmin bu konudaki görüşlerine ciddi eleştiri­ler yöneltmektedir. Eserde daha sonra insan topluluklarında ruh düşüncesinin kaynağı araştırılırken ilkel kavimlerin ruhla ilgili inançları incelenmekte, bu telakkilerin ayrıntıları ve bunlardan do­ğan çeşitli hurafeler hakkında müellifin Târih-i Edyân adlı eserinin “Animizm” bölümüne atıfta bulunulmaktadır. Ayrı­ca burada yer alan “Tenâsüh-i Ervah Akî-desi ve Safahatı” başlıklı kısım eserin en ilgi çekici konularından birini teşkil et­mektedir. Aynı bölümün devamında, ruh konusundaki ilk felsefî telakkilerin in­celenmesinden sonra Eflâtun ve Aris­to’nun ruhla ilgili teorileri ele alınıp ar­dından Epikuros ve Zenon ekolleriyle İs­kenderiye mektebinin Neo-Platonist ruh telakkilerine yer verilmektedir. Yine bu bölümde İslâm mütefekkirlerinin ruh hakkındaki düşüncelerine önce genel bir bakış yapılmakta, daha sonra İbn Sînâ, Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi düşü­nürlerin ruh ve meâd görüşleri ayrıntılı biçimde incelenmektedir. Müellif, mutasavvifenin ruh nazariyeleriyle vahdet-i vûcûd konusunu da bu bölümde özel bir başlık altında ele almıştır. Skolastik fel­sefî anlayışın yıkılmasından sonra yeni şekillenen materyalizm, paralelizm, ide­alizm gibi felsefi akımların ruh konusun­daki görüşleri “Müteahhirîn-i Felâsife-nin Ruh Nazariyeleri” başlığı altında in­celenmiş ve tenkide tâbi tutulmuştur. Aynı bölümde önce panteizm ile moniz­min (vahdet-i mevcûd) ruh görüşleri ve­rilmiş, daha sonra da spiritüalizm bu açı­dan incelenmiştir.

M. Şemsettin Günaltay eserin sonuç kısmında, atomdan en büyük sisteme kadar tabiattaki her şeyin ezelî ve ebedî bir yaratıcının varlığına şahitlik etti­ğinin kolayca anlaşılabileceğini belirt­mektedir. Öte yandan insandaki şuur hallerinin, hatta uzvî faaliyetin bile be­denden ayrı bir ruh realitesine delil teş­kil ettiğini, düşünce tarihi boyunca bu iki konuda fikir ileri süren bütün teist sistemlerin bu sonuca ulaştığını ifade etmektedir.

II. Meşrutiyetten sonra Türkiye’de gö­rülen fikir hareketlerinin başında yer alan materyalizm – spiritüalizm mücadelesinin felsefî zeminde yapılmış yayın ve tartış­malarının Örneklerinden birini teşKil eden Felsefe-i Ûlâ, müellifinin de bir süre üyeliğini yaptığı Tedkîkat ve Te’lîfât-ı İs-lâmiyye Heyeti neşriyatı arasında yayım­lanmıştır. Eser daha sonra Nuri Çolak tarafından Latin harflerine çevrilerek aynı adla neşredil­miştir.

Felsefe-i Ûlâ’nın muhtevası ile müel­lifin Sırat-ı Müstakim, Sebîlürreşâd ve Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası gibi dergilerde neşredilen maka­lelerinin karşılaştırılmasından anlaşıldığı­na göre M. Şemsettin bu konularla uzun süre yoğun bir şekilde ilgilenmiştir, Eser, bir yanda Bahâ Tevfik ve arkadaşları ile Celâl Nuri ve Abdullah Cevdet, öte yanda Şehbenderzâde Fili­beli Ahmed Hilmi. İsmail Fennî Ertuğrul ve arkadaşları olmak üzere o dönemde sürdürülen fikir mücadelelerinin önemli örneklerinden birini teşkil eder. Ancak yayımlandığı yıllarda gerektiği ölçüde yankı uyandırmadığı anlaşılan eserin Günaltay’a yer verilen bazı ansiklopediler­de bile müellifin yayın listesinde bulun­maması dikkat çekicidir. Bu durumun, medrese öğrenimi gördükten sonra Batı’yı da tanıma fırsatı bulan, ancak ar­dından ciddi denilebilecek ölçüde fikrî değişiklikler sergileyen müellifin Cumhuriyet devrinde daha önce savunduğu İslamcı çizgiden ayrılarak Türkçülük, modernizm ve devrimciliği ön plana çıka­ran fikrî ve siyasî şahsiyetiyle ilgili oldu­ğunu söylemek mümkündür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

İlgili Makaleler