Fehimi Kadim Kimdir, Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği, Hakkında Bilgi
Fehîmi Kadimi (ö. 1057/1647) Divan şairi.
Asıl adı Mustafa, mahlası Fehîm’dir. Ailesi hakkında fazla bilgi bulunmayan Fehîm’in babasının muhtemelen Halep asıllı olduğu, İstanbul’da Tahtakale’de veya Parmakkapı’da unculuk yahut kurabiyecilik yaptığı bilinmektedir. Fehîm’e bu sebeple “Uncuzâde” denildiği gibi XIX. yüzyılda hoca olarak büyük şöhrete sahip bulunan ve Fehîm’e hayranlığı dolayısıyla aynı mahlası kullanan Süleyman Fehîm Efendi ile karıştırılmaması için “Kadîm” sıfatıyla anılmaktadır.
Doğum tarihi kaynaklarda 1037 (1627) olarak gösterilmektedir. Fehîm’in yakın dostu olan Evliya Çelebi onun on yedi on sekiz yaşlannda divan tertip ettiğinden bahseder. Ancak çeşitli kaynaklar ve edebiyat tarihleri Fehîm’in bir “harika çocuk” olduğu fikrini benimsemiş gibi görünseler de onun 1640’ta ölen IV. Murad için söylediği ünlü kasidenin on iki on üç yaşlarındaki bir çocuk tarafından söylenmiş olması pek mümkün görünmemektedir. Ayrıca Şehrengîz’ini 1041de (1631) yazdığı göz önünde tutulursa doğum tarihini daha önceki yıllara götürmek icap eder.
Tahsili ve yetişmesi hakkında da fazla bilgi bulunmayan Fehîm’in Arapça’yı muhtemelen ailesinden ana dili olarak öğrendiği, düşürdüğü Farsça bir tarihe göre pek genç sayılabilecek bir yaşta Örfî-i Şîrâzî divanını istinsah etmesinden ve kendi şiirlerinden Farsça’yı da iyi bildiği anlaşılmaktadır.
Fehîm’in kısa hayatı talihsizlikler içinde geçmiş görünmektedir. Onun bir süre kâtiplik yaptığı, daha sonra Kudüs, Mekke, Medine, Edirne ve son olarak da Mısır’da bulunduğu bilinmektedir. Mısır’a gitmeden önce yazdığı bazı şiirlerinde talihsizliğinden, Anadolu’da mevki sahiplerinin değer bilmezliklerinden, bu ülkenin kötülüğünden, buradan kurtulma arzusundan ve şairlerin rezilliklerinden şikâyet eden Fehîm, Bosnalı Mezâkî Süleyman Efendi’nin teşvikiyle, büyük bir ihtimalle 1644 yılında Mısıra vali tayin edilen Eyüp Paşa’nın maiyetine katılır. Bir kısım şiirlerinden Mısır’da bir süre rahata kavuştuğu anlaşılan Fehîm zamanla buradan da sıkılır ve İstanbul’a duyduğu hasreti dile getirmeye başlar. Bu hasret ve gurbetten dolayı içkiye müptelâ olur. Çevresindekiler bu durumuna fazla tahammül edemeyip yine Mezâkî’nin araya girmesiyle onu valinin gözünden düşürürler. Bağışlanması için Eyüp Paşaya yazdığı tahmin edilen bir kasidesinde etrafında kilerin dedikoduları yüzünden gurbetten sıkıldığını belirten Fehîm, nihayet Mısır Kalesi dizdarı Mehmed Ağanın sağladığı imkânlarla Mısır hazinesini İstanbul’a götüren bir kafileye katılır. Kendi ifadesiyle “Mısır zindanı”ndan kurtulup “vatan-ı aslî” dediği İstanbul’a hareket eder. Ancak bu arzusuna kavuşamadan sıtma veya muhtemelen veba sebebiyle, Müstakimzâde’-nin verdiği “vefât-ı şâir” terkibinin gösterdiği 1057 (1647) yılında Konya’nın Ilgın kazasında vefat eder. Evliya Çelebi mezarının şehirdeki caminin mihrabı önünde bulunduğunu kaydetmektedir.
En güzel şiirlerinden biri kabul edilen “rûz u şeb” redifti kasidesini na’t olarak kaleme alan, en hacimli şiirini on iki imam için yazan, ilhamında Mevlevîlik’le ilgili unsurların geniş yer tuttuğu Fehîm kelimenin tam anlamıyla bir bohem yaşayışına sahip, hoşsohbet, tok sözlü, mustarip ruhlu bir şairdir. Bazı kaynaklar iki rubaisine dayanarak onun kekeme olduğunu da kaydederler.
Sadece bir mecmuada tesbit edilen bir kayda göre Fehîm başlangıçta Dakî-kî mahlasıyla şiirler söylemiş ve bu mahlasla bir divan teşkil etmiştir. Ancak daha sonra bu divanı yakmış ve Fehîm mahlasıyla yeni şiirler yazmıştır. Bunun doğruluğu tesbit edilebilirse Fehîm’in yaş meselesinin daha açık şekilde ortaya çıkacağı düşünülebilir.
Bir divan şairi olarak Fehîm’in en büyük özelliği kendine has bir üslûp sahibi olmasıdır. Divan şiirinde genellikle kalıplaşmış biçimde tasvir edilen çevre bile onun gazellerinde pitoresk tasvirler ve günlük vakalarla oldukça tabii bir şekilde yer alır. Bunda, sebk-i Hindî’nin yeni anlatım şekilleri ararken halk yaşayış ve söyleyişini şiire sokan ifade tarzının da tesiri vardır. Pek çok şiirinde görülen ıstırap terennümleri, divan şiirinin genel olarak benimsediği bir tutum veya sebk-i Hindî’ye has bir özellik değil mizacının ve kendi hayatının şiire aksetmesi şeklinde görülmektedir. Ayrıca şiirlerinde esas olarak kendi iç dünyasını anlatan şair düşünce yerine muhayyileyi, dış dünyadan çok insanın heyecan ve kederlerini esas temalar tarzında benimseyen sebk-i Hindinin de divan şi-irindeki İlk büyük temsilcilerindendir. Bu üslûbun bir başka özelliği olan söz sanatlarının yerine mâna sanatlarını tercih etme yolunu benimseyen Fehîm şiirinde fazla sözden kaçınıp kısa ve dolgun söyleyişi tercih etmiş, aynı zamanda kafiye ve rediflerde de yenilikler ortaya koymuştur.
İran şairi Örfî’nin tesirinde kalarak yetişen ve erken vefat ettiği için tanınmış şairler gibi kabiliyetini tam olarak geliştirme fırsatı bulamayan Fehîm’in Nailî, Neşâtî, Vecdî. Tıflî, Fasîh, Sürûrî, Nâbî, Çevri, Nahîff, Şeyh Galib, Nevres-i Kadîm. Enderuntu Vâsıf, Nâmık Kemal ve bütün Encümen-i Şuarâ şairlerini içine alan oldukça geniş bir etki alanı vardır. Özellikle “rûz u şeb” redifti na’tı, başta Neşâtî olmak üzere divan şiirinin en büyük na’t şairi Nazım, Şeyh Galib ve İzzet Molla tarafından tanzîr edilmiş, ancak hiçbiri ne teknik açıdan ne de hayal ve mâna zenginliği bakımından örneğine yaklaşabilmiştir.