Tarihi Şahsiyetler

Fatih Sultan Mehmed’in Şahsiyeti, Kişiliği Hakkında Bilgi

Fâ­tih Sultan Mehmed, İstanbul’un hemen fethinden sonra bir Batı kaynağının kay­dettiği üzere her işte son derece atılgan, Makedonyalı İskender gibi şan ve şeref kazanmak isteyen, zeki. sert mizaçlı, zevk ve safaya sırtını çevirmiş bir hükümdar­dı. Türkçe, Rumca ve Slavca olmak üze­re üç dil bilirdi. Çağdaş Arap kaynakları­na göre “ulemâya karşı yakınlık göster­mek, onlarla görüşmeye önem vermek ve onlardan yanma gelenleri tazimle kar­şılamak gibi meziyetleriyle beraber baba­sının Frenkler’i defetmek yolundaki gay­retlerine devam etti; fakat zevk ve safa hususunda ondan geri kaldı.” Kısaca Fâ­tih tarihte imparatorluk kurucularının vasıflarını taşır, dünya hâkimiyetini amaç edinmiş kudretli bir asKer ve geniş gö­rüşlü bir kültür adamıdır. Fâtih’in bütün hareketlerine, amansız önlemlerinde ol­duğu kadar ilmi ve sanatı himaye ve teş­viklerinde şu esas fikir hâkimdir: Devleti­ni her bakımdan dünyanın en üstün ve kudretli imparatorluğu haline getirmek.

Bu amaçla İstanbul’un fethinden son­raki ilk işi iktidarını fiilen sınırlandıran Çandarli Halil Paşa İle kendisine karşı sa­vaşarak tahtını tehdit etmiş olan Orhan Çelebi’yi ortadan kaldırmak olmuştur. Çandarlı’nın ardından göreve getirdiği vezîriâzamları sonuncusu Karamânî Meh­med müstesna hepsi kul aslından olacak ve onlardan Mahmud’u ve Rum Mehmed Paşa’yı idam ettirecektir. Böylece devlet idaresinde eski ailelerin nüfuzu bertaraf edilmiş ve padişahın emir ve arzusuna mutlak surette bağımlı kullar devletin başına getirilmiştir. Fâtih kendi vekili sı­fatıyla veziriazamların kudret ve yetkile­rini arttırmış, onları mutlak merkeziyetçi hükümetinin tam bir temsilcisi yapmış­tır. Molla Gürânî, kazaskerliğinde tayin­leri bağımsız olarak yapmaya kalkışınca istifaya zorlanmış, ulemânın tayinleri de veziriazama bağlı kalmıştır. Fâtih, doğru­dan doğruya şahsına bağlı kapıkulu or­dusunu yeniden örgütlemiş ve sayılarını arttırmıştır. Otoritesini sınırlayan yeni­çerilerin ve uç beylerinin bağımsız tutu­munu kırarak onları doğrudan doğruya kendi emri altına almış, uç beylerini ken­di büyük gazi şahsiyetiyle gölgede bırak­mış ve güçlü Mihaloğulları’na diğer bey­ler gibi muamele etmiştir. Pek çok yeni­çeriyi atıp yerlerine saraydaki avcı bölük­lerinden sekban adıyla yeni yeniçeri bö­lükleri ihdas etmiş ve bundan sonra yeni­çeri ağaları sekbanlardan seçilmeye baş­lanmıştır. Ayrıca maaşlarını arttırmak, silâhlarını yenilemek, sayılarını iki katına çıkarmak suretiyle bu orduyu merkezî kudretin ve fütuhatın başlıca dayanağı haline getirmiştir. Fâtih devrinde dev­let idaresinde ve orduda kul olanların üstün duruma geçtiği anlaşılmakta­dır. Fâtih tahta çıkar çıkmaz henüz me­mede olan kardeşi Ahmed’i boğdurmuş, “Karındaşlarını nizâm-ı âlem için katlet­mek caizdir” hükmünü koyarken de hâ­kimiyetin bölünmezliğini sağlamayı ve devleti ileride taht iddiacılarının tehlike­lerinden kurtarmayı düşünmüştür. Fet­hettiği yerlerde saltanat iddiasında bu­lunan eski hanedan üyelerini ortadan kaldırmaya çalışması da burada hatırla­nabilir.

İlgili Makaleler