Edebi Şahsiyetler

Faik Reşad Kimdir, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Hakkında Bilgi

Faik Reşad (1851-1914) Edebiyat tarihi ve hal tercümeleri sahasındaki çalışmaları ile tanınan yazar, şair, eğitimci, gazeteci ve hattat.

1 Zilhicce 1267’de (26 Eylül 1851) İstan­bul’da doğdu. Alay emini İzmirli Hacı Tâhir Efendi’nin oğludur. Asıl adı Ahmed Reşad ise de devrin kalemlerindeki âdet dolayısıyla kendisine verilen Faik mahlası ile birlikte tanınmıştır. Anne tarafından büyük babası olan Dîvân-ı Hümâyun hâ-cegânlarından İhya Efendi’ye mensubiyetini belirtmek üzere yazı ve eserlerinin çoğunda ismini uzun süre “İhya Efendi Hafîdİ Reşad” şeklinde yazmıştır.

Tahsiline Sultanahmet’teki sıbyan mek­tebinde başladı, daha sonra Divanyolu’n-da Mekteb-i İrfâniyye Rüşdiyesi’ne kay­dedildi. Buranın kapanması üzerine dört sene Bezmiâlem Valide Sultan Rüşdiye­si’ne devam etti; fakat orayı bitirmeden, o çağda hatırlı aile çocuklarının küçük yaşta kabul edildiği Bâb-ı Seraskerî Muhasebe Kalemi’ne stajyer olarak alındı.

Kalemin nüfuzlu simalarından olan eniş­tesi vasıtasıyla girdiği bu memuriyette iki sene çalıştıktan sonra 5 Safer 1282’de(30 Haziran 1865) İhya Efendi, torunu Faik Reşad’ı ileri gelen şahsiyetlerinden bulunduğu Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ne naklettirdi. Burada iken şiire başlayan Faik Reşad aldığı hususi derslerle filolo­jik ve edebî kültürünü ilerletmeye çalış­tı. Gündüzleri kalemde Cem’i Efendi’den Farsça, sabahları vazifeye gitmeden ön­ce de Ayasofya Medresesi talebesi Ali Efendi’den Arapça okuyordu. Zengin bir kültüre sahip olan Cem’i Efendi yaptığı şiir denemelerinde ona yardımcı olup yol gösteriyordu. İki yıl sonra buradan yine İhya Efendi’nin nüfuzu ile Hâriciye Ne­zâreti Mektûbî Kalemi’ne geçti (1284/ 1867). Mektûbî Kalemi yılları kültürü ve fikrî yetişmesi bakımından Faik Reşad’ın hayatında müstesna bir yer tutar. Mai­yetinde bulunduğu ve sonraları hepsi de önemli devlet makamlarına yükselen dört mektupçunun, kendisinin ileride çeşitli eserlerle ortaya koyacağı kitabet sahasındaki kabiliyetinin gelişmesi üze­rinde kuvvetli tesirleri olmuştur.

Burada Fransızca’yı da öğrenen Faik Reşad Fransız edebiyatından tercüme denemelerine başlamıştı. Koleksiyonla­rını okuduğu Tercümân-ı Ahvâl, Tasvîr-i Efkâr gibi gazetelerin ardı sıra he­yecanla takip ettiği İbret “teki Nâmık Ke­mal’in yazıları kendisinde yazı yazmaya gittikçe artan bir heves uyandırmaktay­dı. Batı edebiyatını tanıması onun edebî zevkinde mühim değişmeler meydana getirdi. Bunun sonucunda o zamana ka­dar eski yolda yazdığı bütün şiirlerini yok ettiği gibi eski edebiyata ve o tar­zın devam ettirildiği yeni şiirlere tenkit­ler yönelttiği bir makale ile ortaya çıkıp gerçek şiirin Batı’da olduğunu, artık ede­biyatçılarımızın devri geçmiş köhne şey­ler yazmak yerine kendilerine Batı şiiri­ni örnek almaları gerektiğini ifade et­mek ihtiyacını duyar. Bu gazetede önceleri Recâizâde Ekrem, Kemal paşazade Said gi­bi yeni fikirli kalem sahiplerinin yazıları yayımlanırken şimdi eskinin köhnemiş zevk ve alışkanlıklarını devam ettiren şairlerin manzumelerine sayfalarını aç­masını tenkit ettiği ve uyandırdığı bü­yük tepkiyle ismini bir anda edebiyat âlemine duyurmasına yol açan bu yazı, o zamana kadar onu hiç tanımamış olan Nâmık Kemal’in Magosa’dan ilgisini çe­kip kendisiyle dostluk kurmasını sağla­dı. Eski edebiyat taraftarlarının en ön­de gelenlerinden ve aynı zamanda divan sahibi bir şair olan Şarkîkarahisarlı Ab­di’nin şiddetli hücumu ile hararetlenen bir zemine kayan münakaşayı Magosa’­dan takip eden Nâmık Kemal bu müca­delede Faik Reşad’ı desteklemekteydi. Şair Abdi Haköiku’l-vekâyi’ ga­zetesinde, hakkında Frenklik ve dinsiz­lik ithamlarından başka risale şeklinde bastırdığı bir terkib-bend yazıp onu Türk şiir ve edebiyatının düşmanı ilân etmiş­ti. Faik Reşad bu sırada ede­bî çevrelerde Osmanlı edebiyatı aleyhin­de çığır açmak isteyen bir kimse olarak tanınıyordu. Böylece kendisine basın­da yol açılmış bulunan Faik Reşad’a 1874 yılında çıkmaya başlayan Medeniyet ga­zetesinin başmuharrirliği verilir. Ancak malî husustaki anlaşmazlık yüzünden onun buradaki faaliyeti ilk sekiz nüsha­da sürebilm iştir.

Nâmık Kemal ile mektuplaşmaları de­vam ederken Ziya Paşa’nın 1874 Ekimin­de çıkan Harâbdfını Faik Reşad eser aleyhindeki görüş ve tenkitleriyle birlik­te Nâmık Kemal’e göndermişti. Nâmık Kemal de aynı yılın son aylarında tamam­ladığı, fakat devrin şartları dolayısıyla basılmasını mümkün görmediği Tcth-rîb-i Harâbât’n ona yollamış ve kendi el yazısı ile onu İstinsah edip lâzım ge­len yerlere dağıtılmak üzere çoğaltma­sını istemişti. Yazısının güzelliğiyle daha o zamandan tanınan Faik Reşad’ın 1875 yılında da sürdürdüğü istinsahlar­la Tahrib-i Hârâbat’m etrafa yayılması ve ilgili ellere ulaşmasında aynı işi ya­pan başka bir iki kişiyle birlikte mühim bir hizmeti geçmiştir.

Kalemde birinci sınıf kâtipliğe yüksel­mişken bir ara Hâriciye Nezâreti Evrak Odası’na nakli yapılan ve on yedi yaşın­da evlenmiş de bulunan Faik Reşad, ha-kettiği maaşı alamadığı için kendisini geçim sıkıntısından kurtarabileceği ümi­diyle imparatorluğun uzak bölgelerinden birinde bir mektupçuluk elde etme he­vesine kapılarak bir vaad üzerine geçi­ci bir izinle Trablusgarp’a gitmiş, fakat umduğunu bulamayıp güçlükle tayini­nin yapıldığı Humus tahrirat müdürlü­ğünden istifa ederek İstanbul’a dönmüş­tü. İstanbul’a dönerken Midilli’de Nâmık Kemal’i ziyaret ederek bir hafta kadar onun misafiri olmuştu. Hal tercümesin­de söyledikleriyle mevcut bilgiler birbi­rini tutmadığından Trablusgarp’a gidiş ve dönüş tarihi müphem kalan Faik Re­şad, üç aylık izinle ayrıldığı kalemdeki yerine bir başkasını tayin edilmiş buldu. Bir müddet önce Matbaa-i Âmire ve Tak-vîm-i Vekâyi’ müdürü olan Ahmed Midhat kendisine çok geçmeden Takvîm-i Vekâyi’ gazetesinin başmuharrirliğini sağladı. 1880 (1296 r.) yılı Martından iti­baren Takvîm-i Vekâyi’ Faik Reşad’ın elinde çıkmaya başlamışsa da Ahmed Midhat, Faik Reşad’a faaliyetlerinde, bir sene sonra yayımına geçtiği Osmanlı adlı Fransızca-Türkçe gazete ile Tercü­mân-ı Hokîkat’e ağırlık verdirdiğinden Takvîm-i Vekâyî’in yayını yine aksar. Bu arada Şark mecmuasında da (1880-1881) çeşitli yazıları görünmeye başla­yan Faik Reşad gazetecilik faaliyetini sür­dürmekte iken, evvelce Mektûbî Kalemi’nde maiyetinde çalıştığı Âli Paşaza­de Ali Fuad Bey Maarif nâzın olunca(14 Muharrem 1299/6 Aralık 1881) kendisi­ne, o vakitler çeşitli doğu vilâyetlerinde kurulmasına karar verilen yeni maarif müdürlüklerinden birini teklif etmesi üzerine Diyar-bekir Maarif müdürlüğünü kabul ede­rek 1882 (1298 r.) Nisanında Diyarbekir’e gitti. Fakat burada yapılması gereken işlerin tahsisat yokluğu yüzünden ger­çekleştirilemeyeceğini gördüğünden baş­ka bir yere naklini istedi ve Van Maarif müdürlüğüne nakli yapıldı. Burada da bir iş görülemeyeceğini anlayınca yeni bir başvurusu sonucu bu defa Yanya Ma­arif müdürlüğüne tayin edildiyse de Yan­ya Valisi Ahmed Eyüp Paşa ile idari hu­suslarda anlaşmazlığa düştüğü için onun şikâyeti üzerine azledildi.

Arada kısa bir iki izin hariç altı sene kadar taşrada geçen bir hizmet devre­sinden sonra 1888’de (1304 r.) İstanbul’a mâzul olarak döndüğünde hususi mekteplerde hocalık yaparak geçimini sağlamaya çalışırken bir yandan da çe­şitli gazete ve mecmualara yazılar yetiştirmekteydi. Onun yazı hayatının en verimli devresi bu yıllarda başlar.

İstanbul’a döndüğü yıl Mürüvvet ga­zetesinde Muallim Naci ile birlikte çalı­şan, onun ayrılmasından sonra gazetede başmuharrirlik de yapan Faik Reşad’ın edebî görüşlerinde değişiklik olmuş, ön­celeri tenkit ettiği eski tarz şiire dön­müş, kalemini yeniden o yola çevirmişti. Bu vadide yazdıklarını, bir zamanlar yok ettiği şiirlerinden hatırında kalanlarla biriikte Güldeste adıyla bir kitapta top­ladı. Eserinin önsözünde, vaktiyle eski tarz şiire yönelttiği tenkit­lerden ve o yoldaki manzumelerini yok etmiş olmasından pişmanlık duyduğu­nu belirtir. Artık eski zevkteki şiirin en hararetli taraftarları arasında görünen Faik Reşad Muallim Naci, Şeyh Vasfî. An-delîb Esad. Müstecâbîzâde İsmet, Meh-med Celâl. Harputtu Hayri ve Üsküdarlı Talat gibi şairlerle içki ve saz meclisleri­ne katılıyor, onlardan bazıları ile müş­terek gazeller tertip ediyordu. Çalışmak­ta olduğu. Tercümân-ı Hakîkatve Mü­rüvvetten daha sonraki yıllarda yayın hayatına giren Mekteb, Resimli Gaze­te, Hazîne-i Fünûn gibi edebî mecmu­alarda da yazı yazan Faik Reşad’ın alâ­kası gittikçe eski edebiyatçılarımızın hal tercümeleri ve eserlerine yönelmekteydi. 0 zamana kadar bu çok ihmal edilmiş sahayı ele alan yazıları Hazîne-i Fünûn’-da “Eslâf” adını taşıyan bir dizi içinde çık­maya başladığında geniş bir ilgi topla­mıştı. Faik Reşad bir yandan da o devirde büyük bir ihtiyaç duyulan ve ders prog­ramlarına da alınmış olan kitabet (yazış­ma ve kompozisyon) sahasında ardarda eserler yayımlar. Ayrıca mekteplerde oku­tulmak üzere hazırladığı kıraat ve anto­loji kitapları yanında devrin modasına uyarak kalemini küçük hacimli roman­larda da denemekten geri kalmaz.

Yanya Maarif müdürlüğünden dönüş­te dört sene devlet hizmetinden uzak kaldıktan sonra 1892’de (1308 r.) Matbüât-ı Dâhiliyye İdaresi mümeyyizliğine tayin edilip burada müdür muavinliğine kadar yükseldi. II. Meşrutiyetin ilânın­da bu vazifesine ilâveten kendisine Tak-vîm-i Vekâyi’ müdürlüğü de verildi. Uzun bir süreden beri yayını kesintiye uğramış olan Takvîm-i Vekâyi’ onun idaresinde yeniden çıkmaya başladı. An­cak bir müddet sonra girişilen umumi tensîkat sırasında lağvedilmeleri dolayı­sıyla her iki yerdeki vazifesini kaybede­rek açıkta kaldı. Kendi isteğiyle emekli­ye ayrılmışken 191 İde Defter-i Hâkânî Nezâreti’nde yeni açılan Kadastro Mek­tebi kitabet hocalığına tayin edildi. Dev­rin Ali Emîrî, Bağdatlı İsmail Paşa, Bur­salı Mehmed Tâhir gibi biyografi ve kitâbiyat sahasının ünlüleriyle birlikte 1909 Kasımında Târîh-i Osmânî Encümeni mu­habir âzalığına seçilmiş bulunan Faik Re­şad[219], 1911 yılında da Ali Ekrem’in Avrupa’ya git­mesi dolayısıyla. Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde okutmakta olduğu târîh-i edebiyyât-ı Osmâniyye dersi için onun yerine vekii hocalığa getirildi. Bir müd­det sonra dönen Ali Ekrem’in Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine ikinci defa tayin edilip fakülteden tekrar ayrılmasıyla 1912-1913 ders yılında bu vazifeye asa­leten tayini yapıldı. Balkan Harbi’nde Trablusgarp’ın elden çıkması üzerine Ali Ekrem Edebiyat Fakültesi’ne yeniden dönmekle beraber nazariyyât-ı edebiyye dersi müderrisliğine nakledildiğinden Faik Reşad kürsüsünü muhafaza ede­bildi. Buradaki ders notlarından Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye adlı eserini or­taya koydu. 21 Mayıs 1912’de binlerce evi yakıp yok eden İshak Paşa yangının­da evinden başka ömrü boyunca topla­dığı çok değerli eserlerden meydana ge­len zengin kütüphanesi, nâdir yazma ve hat koleksiyonlarının yanı sıra bütün not­lan ve hazırlamakta olduğu eserlerin hiç biri kurtulamadan yanıp kül oldu. Bu da­yanılması güç felâketin ardından, Tâ­rîh-i Edebİyyât-ı Osmâniyye”sinin ki­tap şeklindeki esas baskısı henüz çıktı­ğı bir sırada. 1913-1914 ders yılı başın­da yetersizliği ileri sürülerek vazifesine son verildi. Yakın dostu Ali Emîrî, onun buradaki hocalığını kaybetmesini o sı­rada çıkan eserine karşı yaptığı tenkit­ler dolayısıyla M. Fuad Köprülü’ye bağ­lamakta, hayatının son devresinde böy­le bir darbeye uğramasına, yerine göz dikmiş bulunduğunu söylediği Köprülü’nün sebep olduğunu ileri sürmektedir. Dârülfünun’dan ayrıldıktan sonra kendisine İnâs Sultânîsi’nde ede­biyat öğretmenliği verilen Faik Reşad bozulan sağlık durumu elvermediğinden burayı bırakarak ancak Kadastro Mek-tebi’ndeki kitabet hocalığını sürdürebildi. Üst üste uğradığı yıkımlarla derin bir yeis içine düşen bu emektar kalem sa­hibi 26 Haziran 1914’te vefat etti. Mezarı Erenköy’de Sahrayıcedid Kabristanı’ndadır.

Birçok nesillerin, araya zevk ve görüş farkları girse de kendisini uzun yıllar bir üstat olarak tanıyıp saydığı Faik Reşad. her şeyden önce eserlerinin çokluğu ve uzun sürmüş yazı hayatının verimliliğiy-le kendini kabul ettirmiş bir isimdir. Za­manının kültür ve eğitim alanındaki ih­tiyaçlarına cevap vermeye çalışan eser­leri şöhretini yaygınlaştırdıktan başka kendisini kültür hayatımızda bir rol sa­hibi de yapmıştır. Devrinin imkân ve şart­ları ölçüsünde ortaya koyduğu eserler kalıcı bir hüviyet taşımasa da daha ile­ri ve gelişmiş seviyedeki çalışmalara zemin hazırlayıcı bir hizmet görmüştür. Ya­zı yazma usulleri (kitabet/ kompozisyon) alanında yorulma bilmeden yıllar boyun­ca verdiği ve sahasının birer klasiği ol­muş eserleriyle nesillere hocalık etmiş ve onlara bir yazış ve ifade disiplini ka­zandırmış olan Faik Reşad’in Türk fikir hayatına getirdiği katkıların en başta geleni edebiyat tarihi sahasındadır. Türk edebiyatının çok ihmal edilmiş olan ma­zisini araştırmaya hazırlıklı ve en sebat­lı bir şekilde yönelen kimse başlangıçta sadece odur. Edebiyat tarihinin ehem­miyetini en iyi gören biri olarak yıllarını bu sahada çalışmaya sarfetmiştir.

Edebiyatımızın geçmişteki simaları hakkında bir dizi tutturarak devam et­tirdiği hal tercümesi ve değerlendirme yazılan ile, tezkirelerde unutulup kal­mış bilgileri geniş okuyucu kitlesine yay­mak vazifesini üstlenmiş, Türk edebiya­tının mazisine karşı mevcut olmayan bir ilgiyi yaratmaya çalışmıştır. Bu sahada henüz kendisi ortaya çıkmadan önce Mu­allim Naci’nin Osmanh Şâirleri adı al­tında topladığı yazılarla oldukça sathî bir şekilde denediği bu işi Faik Reşad, araştırma ve derinleştirme gayretinin ağır bastığı çalışmaları ile daha ileriye götürmüştür. Faik Reşad’ı açtığı bu yol­da çok geçmeden Bursalı Mehmed Tâhir’in çapını daha İyi hissettiren hal ter­cüme çatışmaları takip edecektir.

1890 sonrası ile II. Meşrutiyet yılları arasının Türk okuyucusu, kendi milleti­nin eski şair ve edebiyatçıları hakkın­daki bilgileri en çok onun küçük çapta portreler çizen hal tercümesi yazıların­dan edinir. Faik Reşad bu bilgilere ula­şabilmek için bütün İstanbul kütüpha­nelerini yıllarca dolaşmış, doğru dürüst fihristleri bile bulunmayan yığın yığın ki­tap karıştırmış, notlar almış, Fatîn Efendi’nin sadece yakın devreye ait eseri ha­riç o zamana kadar hiçbiri basılı olma­yan tezkirelerin söylediklerini başka hal tercümesi kaynaklan, tarihler ve divanların yanı sıra devamlı dolaştığı sahaf­larda gördüğü yahut da kendi kütüpha­nesine kazandırmış olduğu yazma eser ve mecmualardan çıkarmaya uğraştığı yeni bilgilerle zenginleştirmeye ve ta­mamlamaya gayret etmiştir.

Türkiye’de edebî geçmiş fikrinin doğ­masına kılavuzluk eden çalışmaları Faik Reşad’ı kronolojik bir sıra gözetmeden rastgele hal tercümelerine el atmak ye­rine, zamanla Osmanlı edebiyatını daha geniş çerçevede ve bütünü içinde ku­şatmaya yönelik eserlere götürür. Abbe Toderi’nin sahaflarda rastlanması mü­nasebetiyle De la litterature des Turcs adlı kitabı etrafında açılan bir mübâhese dolayısıyla yazdığı yazıda söyledikleri, onun edebiyat tarihini yazma mesele­sinde üç’cilt olarak tasarladığı Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniyye adlı kitabına gelmeden çok önce gaye ve düşüncele­rinin vardığı noktalan göstermektedir. Kendimizin yapamayıp da yabancıların bize dair meydana getirmeye muvaffak oldukları eserler karşısında daima üzün­tü duyduğunu ifade eden Faik Reşad, eski müelliflerin gerekli malzeme ve kay­nakları hazırlamış oldukları halde, ede­bî geçmişlerine merak duymayan nesil­ler bunlar üzerinde çalışma gayreti gös­termediklerinden edebiyat tarihimizin bir türlü meydana konulamamış olması üzerinde durarak bunun ne derece bü­yük bir kayıp olduğuna işaret eder. Yazısında kendisinin bu eksikliği karşılamak üzere yedi sekiz yıldan beri bütün şuarâ tezkirelerini karıştırıp çeşitli kay­nakları elden geçirmek suretiyle Os­manlı Devleti’nin kuruluşundan kendi zamanına kadar gelen şairleri tam kad­ro ile içine alan bir eser hazırlamakta olduğunu duyurur. Her bir şairin hal ter­cümesini ve eserlerinden seçilmiş örnek­ler veren kitabının bu şairlerin edebî hüviyetlerini ve mensup oldukları devir­lerin hususiyetlerini gösterecek tahlil­leri de içine aldığını kaydeder. Buna mu­kabil Faik Reşad, sadece yazılmış kısımları Kâmûsül-a’lâm hacminde iki bü­yük cilt tutan bu eserini böyle kitapla­ra karşı olan ilgisizlik dolayısıyla bastıramadığını bildirmektedir. Fa­ik Reşad, edebiyat tarihimizin yazılma­mış olmasının kaynak ve malzeme ek­sikliğinden değil zamanın kalem sahip­lerinin ihmal ve gayretsizliğinden, kü­tüphanelerde yatan birer hazine değe­rindeki eserlere e! bile sürülmemesin-den ileri geldiği görüşünü hayatının so­nuna kadar tekrarlar. Faik Reşad. mevcut malzeme içinde tez-kirecilerin eserlerinin edebiyat tarihimi­zin esas rüknü, hiç değilse ondan birer fasıl olarak değerlendirilmesi gerektiği­ne inanmaktadır. Hazırladığını söylediği eserinden “tezkire” adıyla bahsedişi de bu bakımdan dikkat çekicidir. Edebiyat tarihi sahasındaki büyük çalışmaların­dan bir başkası olmak üzere, Eğridirli Hacı Kemal’in Cdmiu’n-nezdir’ini mo­del tutarak hicrî XII. asır başlarından (milâdî XVII asır sonları] kendi zamanı­na kadar gelmiş şairlerin nazirelerini bir araya getirecek bir eser hazırlamakta olduğunu haber verdiği gibi ondan bir de örnek yayımlar.

Sahafların sâdık bir müdavimi, değerli bir eser için para esirgemez bir kitap meraklısı olarak tanınan Faik Reşad’ın bir şöhreti de rik’ada üstat bir hattat oluşudur. Divanlardan, nâdir eserlerle kaynak değerini taşıyan yazmalardan rik’ası yanında nefis bir talikle yaptığı birçok istinsah bilinmektedir. Ancak bü­tün bunlar kütüphanesini silip süpüren yangında yok olmuştur. Onun rik’a yazı­sı ile istinsah ettiği, elimizde bulunan Riyâzî tezkiresi üzerinde kendisi tara­fından ikinci defa istinsah edildiğini bil­diren 17 Mayıs 1329(30 Mayıs 1913) ta­rihli kaydı. Faik Reşad’ın çalışmaları için muhtaç olduğu yazma kaynakları yan­gından sonra yeniden elde etmeye ça­lıştığını göstermektedir.

İlgili Makaleler