Türk Edebiyatı

Fahim Bey ve Biz Kitap Özeti, Tahlili, Kimin Eseri, Hakkında Bilgi

Fahim Bey ve Biz. Abdülhak Şinasi Hisar’in yayımlandığında edebî bir hadise olarak karşılanan, geniş akisler uyandırmış romanı.     

Yazarın “hikâye” diye adlandırdığı eser. edebiyatımızda daha önce görülmemiş ve alışılmamış yeni bir roman tarzının örneği olarak ortaya çıktığında berabe­rinde İlkin, kolayca ne roman ne de bi­lindiği şekliyle hikâye denilebilecek ya­pısı ile mevcut edebî nevilerden hangi­sine girebileceği meselesini getirmiştir. Romanda temel sayılan vak’a yönünün hâkim bir unsur olmaktan çıktığı, ayrı­ca her şeyin ortada doğrudan doğruya görülmek yerine bir anlatıcı vasıtasıyla hikâye edildiğini, esas kahramanı Fahim Bey’in etrafında bir çevre teşkil eden şahısların birbirleriyle karşılıklı temasları olmadan ve vak’ayı yürütecek, geliştire­cek bir rolleri bulunmaksızın yer aldık­ları, daha da mühimi, biri diğerini hazır­layan bir vak’alar zinciri kurmayan epi­zotlarla bunlar arasına konulmuş her biri kendi başına birer “essai” (deneme) teşkil edecek çeşitli tahlil ve yorumlarla yüklü fasıllardan meydana gelen yapısı ile eserin ne derece roman sayılabilece­ği zihinleri uzun süre meşgul etmiştir. Onda roman için tanıdıkları belirli ölçü­lere uygunluk arayanlar, vak’aya dayan­mayan eserin bu tarafları ile getirdiği yenilik ve farklılığı anlayamayıp yadırga­dıklarından bu noktayı kusur sayarak tenkit etmişler, buna mukabil Fahim Bey ve Biz’i değerlendiren büyük bir ço­ğunluk ise onunla Türk romanının yep­yeni bir seviye ve gelişme kazandığı düşüncesinde birleşmişlerdir.

Fahim Bey ve Biz, romancının ken­disini tamamen aradan çekip sahneyi konuya akış getirecek veya onu yönlendirecek şahıslara bıraktığı, onların bir­birleriyle olan karşılaşma ve temasların­dan doğan ve gelişen temel bir vak’ayı anlattığı, konunun yürüyüşünde ayrıca bir vazifesi olan şahıslar arası konuşma­ların yer aldığı roman tarzına yabancı ve aykırı bir yapıdadır. Görülegelenin ak­sine yazar, başından sonuna kadar an­latıcı sıfatı ile romanı kendi müdahalesi altında tuttuktan başka, içinde onun şa­hıslarından biri olarak bizzat kendisi de yer almakta ve olup biten her şey ise sadece onun ağzından takip edilip Öğre­nilmekte, hatta nevin ihmal olunamaz bir şartı diye kabul edilen vak’alılığı temel unsur olma mevkiinden, kahramanın şah­siyet ve karakteriyle ilgili yönleri aksettir­meye yarar bir unsur olarak ikinci plana geçirmekte, konuşma unsurunu asgari hadde indirdikten başka hemen hemen repliksiz vermektedir. Fahim Bey dışın­daki şahısların romanın vak’asında geliş­tirici payları ve fonksiyonları olmayıp yal­nız Fahim Bey’i izah ve yorumlamak için mevcut bulunmaları esere teknik yönden farklı bir görünüm getirmektedir.

İçindeki şahıs ve küçük vak’aların, ro­mancının muhayyilesinin eseri olmak­tan ziyade şahsî hâtıralarının verileri su­retinde ifade edilmesi de eseri yine alı­şılmışın dışında tutar. Özünü meydana getiren bu tarafı ile roman bir hatırat çeşnisi taşımaktadır. Abdülhak Şinasi Hisar eserini roman değil hikâye diye adlandırışını da bununla açıklar: “Bütün yazdıklarım hâtıradır. Hâtıralarımı ya­zarken roman aklıma gelmiyor. Samimi hâtıralarımı ‘hikâye’ adı ile ifade daha kolay oluyor”. Hisar bu hâtıralarını roman malzemesi olarak işlerken bir tarihçi sadakatiyle hareket etme gayesi gütme­diğinden bunlar üzerinde bazı tasarruf­larda bulunur, onları yeni terkip ve ze­minler içine yerleştirdiği sırada şahısla­rın ismini de aynen muhafaza etmeyip değiştirir. Eserdeki Fahim Bey’in aslın­da Fatin Bey adında birisi olduğu yaza­rın dostlarınca da bilinmektedir.

Yazar Fahim Bey diye bir roman kah­ramanı çıkardığı bu şahıs hakkında, onun yakın bir dostu olan ve onu ilkin vasıta­sıyla tanıdığı babasından dinledikleri ve başkalarından duydukları ile, kendisinin de onunla ömrünün sonuna kadar sür­müş tanışıklığından gelen intiba ve ka­naatlerini eserine malzeme yapmıştır. Romanda kahramanın hayat akışı, en geriye giden halkalarından itibaren ve her safhası ile takip edilmek yerine, onun bazı garip hallerini ve şahsiyetinin dik­kate değer yönlerini belirtecek surette aradan seçilmiş epizotlarla ele alınmak­tadır. Bu epizotlar romanda, muntazam şekilde gelişen ve olup biten hiçbir şe­yin kaçınlmadığı bir vak’a kurgusu or­taya koyma düşüncesinden uzak, sade­ce Fahim Bey’in dışarıdan ve başkaları tarafından yanlış yorumlanan iç âlemini göstermeye yönelik birtakım kesitlerdir. Abdülhak Şinasi için romanda esas aranacak şey vaka değil “şahıslar, muhit, cemiyet, hayat his ve fikirdir. Vak’a bun­ları duyurmaya yarayan diğer bir vasıta­dır”. Bu anlayış­tan gelen yapısı, eserin vakaya dayan­mayan bir roman olma farklılığını mey­dana getirir.

Bu itibarla gaye romanda bir vakalar silsilesi kurmak, kahramanın hayatını bu vak’alar dizisi içinden kovalamak de­ğil, onun düşüncesine hâkim olan bir hül­yanın bütün ömrünü nasıl hükmü altında tuttuğunu, bu yaşayışı ile başkalarınca nasıl görülmüş olduğunu, hakkındaki farklı görüşlerle onun değişik cepheli bir portresini meydana getirirken bu birbi­riyle uyuşmaz hüküm ve kanaatlerin iza­fîliğini göstermek, insanın kendi iç âlemi­nin başkaları, hatta kendisi için bile bir muamma olduğunu ortaya koymaktır.

Abdüihak Şinasi Hisar’ın kitabı, daha önceki Türk romanlarında benzerine rast­lanmayan bir tip olarak yarattığı Fahim Bey’in değişik kimselerin bakışları için­den çok orijinal bir şekilde çizilmiş port­resinden görülegelm işten çok farklı tek­niğine, duygu ve düşünce tahlillerine, üslûbundaki zenginlik ve şiirliliğe kadar hayranlık uyandıran taraflarıyla bir ede­bî hadise olarak karşılanmış, onun Türk edebiyatında bir zirve noktası olduğu söylenmiş, hiçbir Türk romancısının eri­şemediği yüksek bir başarıyı ortaya koy­duğu ve onunla edebiyatımızda roman nevinin yeni bir merhaleye ulaştığı ifade edilmiş, edebiyatımız için yeni bir tari­hin başlangıcı olduğundan bile bahse­dilmiştir. İlk çıktığında hakkında yazılan­ların bir hamlede otuzu aşması, sonra­ki yıllarda da çeşitli vesilelerle bu alâka­nın günümüze kadar yenilenmesi uyan­dırdığı büyük akisin derecesini göster­mektedir.

Fahim Bey ve Biz, bütünüyle her saf­hası gerçekleşemeyen hayaller peşinde geçmiş bir ömrün, olmayacak bir hülyanın ardında uzun bir bekleyişten ibaret bir hayatın macerasıdır. Eser bir bitişle, yani Fahim Bey’in hayatının sona erdiği nok­tadan başlamakta, gazetede çıkan ölüm ilânından geriye giderek bu ölüm önce­sindeki zamanın hâtıraları içinden onun, hülyalarının idaresinde geçmiş basit gö­rünüşlü hayat macerası inşa edilmekte­dir. Bu maceradan tek tek epizotlara bö­lünmüş olarak anlatılanlar bir araya ge­tirildiğinde ortaya çıkan konu şöyledir:

Bursa eşrafından bir miktar mal ve mülk sahibi yaşlı birinin oğlu olan Fahim Bey, Galatasaray Sultânîsi’ni bitirdikten sonra babasının gönlünü almak için türlü vaadlerle girdiği Hariciye’de kadrosuz, maaşsız fahrî bir memurdur. Bursa’dan kendisini ziyarete gelebile­cek olanlardan durumunun iyi olduğu­nu duyup da babası sevinsin, bu misa­firlerine de ayıp olmasın diye borçlan­mak pahasına büyük bir konak tutar. Hemen her odası boş ve çıplak kalan bu bârhânede kemanı ile kendini avutarak günlerini geçirirken neden sonra az bir ücretle kadroya alındığında dolgun bir maaşa geçtiğini haber vererek babasını İstanbul’a çağırır, onun hayır duasını alır. Bursa’ya dönmüş olan babasının ani ve­fatı üzerine ondan kalan bir miktar para ile borçlarının bir kısmını öder. Günün birinde de Londra sefaretinde üçüncü kâtipliğe tayini çıkar. Hayalciliği burada kendisine ilk oyununu oynar. Gözünde büyüttüğü bu memuriyetinin şanına lâ­yık zengin bir giyime sahip olmak heve­siyle Londra’nın en büyük terzisi Pool’-den kendisini bir hariciyeciye yakışır şe­kilde giydirmesini ister. Uzun provalar­dan sonra sefarethanenin kapılarından sığmayacak kadar kocaman bir sandık dolusu takım takım elbise korkutucu faturasıyla birlikte gelir. Fahim Bey’i yıllar boyunca ödemekle altından kalkamadı­ğı bir borca sokan bu elbiseler bundan böyle hayatına hükmeden bir kader çi­zer. Artık bir yenisini yaptırmaya imkâ­nı kalmadığından zamanla hepsinin mo­daları geçen bu elbiseleri mevsimine, ye­rine uysun uymasın ömrünün sonuna kadar ters yüz ettire ettire sırtında ta­şımaya mahkûm olur. Ayrıca onların üs­tünde estirdiği Anglosakson havası, İn­gilizler gibi giyinme merakı ile beraber sanki ona İngilizler’deki “teşebbüs-i şah­sî” felsefesini de aşılamış gibidir. Bir ara, II. Meşrutiyetten önceki yılların birinde Çetine’ye gönderilmişken maslahatgü­zarın intihar etmesi üzerine birkaç gün­lüğüne maslahatgüzarlık yapışı, meslek hayatının en çok iftihar ettiği bir hadise­si olarak hâtıralarında yer tutar.

Fahim Bey’in ne vakit olduğu belirtil­meyen, herhalde Londra dönüşünden sonra gerçekleşmiş bulunan mesut bir evlilik hayatı vardır. Güven verici, ciddi ve kültürlü şahsiyeti dolayısıyla paşa ve zengin konaklarına damat edilmek isten-mişse de Fahim Bey Saffet adında kim­sesiz, kendi halinde, ufak tefek yapılı bir hanımla evlenmeyi tercih etmiştir.

II. Meşrutiyet ile memlekette bir mo­da halini alan ve hevesi daha İngiltere’de iken içine düşmüş olan “teşebbüs-i şahsî” cereyanına kapılarak Hariciye’de-ki memuriyetinden ayrılır; hem ülkeye para getireceği, hem de kendisini ser­vete kavuşturacağı düşüncesiyle bir ser­mayedar bulup Bursa ovasında pamuk yetiştiriciliği yapma hayali peşine düşer. Fakat hulyasındaki projeleri gerçekleşti-remeyip geçim sıkıntısı çekmeye başla­yan Fahim Bey, “Muvakkaten, işim düzelinceye kadar” diyerek küçük bir maaşla Reji İdaresi Tercüme Kalemi’ne memur olur. Böyle küçük mevkilerde ömrünü çürüttüğü memuriyet hayatına katlan­mayı kendine lâyık bulmayan Fahim Bey, burada varlığını hissettirmemeye dikkat eder bir tutum içindedir. Hayalleri Fa­him Bey’i, bu İşinden de ayrılıp her gün vazifeye gidiyor görünerek karısı sevin­sin düşüncesinin de tesiriyle Galata’da bir iş hanında yazıhane tutmaya sürük­ler. İçinde taşıdığı hülyayı gerçekleştire­bilmek için birçok yerin ve şahsın kapı­sını çalan, fakat ekim yapılacak arazinin temini için her şeyden önce elde bulun­ması gereken imtiyazla ilgili bir adım dahi atmamış olduğunu anlayıp kendi­sini hayalperest diye gören bu kimseler­den bir vaad bile alamayan Fahim Bey, bir gün beklediği İşi kurar, başa geçer­se gerekli tecrübe ve melekeyi önceden kazanmış olmak düşüncesiyle burada hayalindeki şirket namına dosyalar tan­zim edip hayalî müşterilerle hayalî yazış­malar yapmaya, kâr hesaplan tutmaya koyulur.

Bütün maddî sıkıntıları, karısı ile kü­çük evlerinde yaşadıkları basit hayatları içinde kendisine ve dolayısıyla karısına ümitler vaad eden saadet hülyaları ku­rar. Günün birinde gördüğü bir rüya da kendilerine yaklaşmakta olan bir saade­tin müjdesi gibi gelir. Duyulduğunda bü­tün mahalle bu rüya ile meşgul olur. Enişte bey ise bu rüyadan. Fahim Bey’e olanca kinini döktüğü meşum bir yorum çıkarmaktan geri kalmaz.

Fahim Bey bir yandan yine hayalinde­ki müşterilerden siparişler almakta, bu hayalî siparişlere cevaplar yazmaktadır. Önce prova diye başladığı bu hayalî ya­zışmalar zamanla kendisinde bir tirya­kilik halini alır. Böylece türlü yazışmalar ve hesaplarla kabarmış bir yığın dosya ve defter yazıhanenin raflarını doldurur. Fakat Fahim Bey yazıhanenin kirasını ödeyemeyecek duruma düştüğünden han­daki eşyasını bir akrabası vasıtasıyla evi­ne naklettirirken durum da ortaya çıkar. Hayalî dosyalar ve yazışmaların hikâyesini duyan herkes Fahim Bey’in cinnet getirmiş olduğuna hükmeder. Fahim Bey daha sonra yeni kurulan resmî bir daire­de yine mütercim olarak çalışmaya kat­lanır. Gerçekleşmeyen hülyaları içinde yıllar geçerken artık ihtiyarlamış olan Fahim Bey. Bursa’daki pamuk işinin im­tiyazı hakkındaki ümitlerini hâlâ da kay­betmemiş olarak İstanbul’un bir kenar semtindeki evinde günün birinde ses­sizce hayata veda eder.

Büyük inişleri çıkışları olmayan, dur­gun akışı İçinde bu hayat macerası or­taya konulan Fahim Bey, romanda doğ­rudan doğruya sahnede gözükmeyip hep başkalarının ağzından anlatılır. Anlatıcı sıfatı ile yazarla onun yüz yüze geldik­leri sayılı birkaç yer hariç Fahim Bey ken­disinden bahsedenlerin sözlerinde ro­man boyunca ancak gıyaben mevcuttur. Talihini ve kendi hülya âlemini yaşayan Fahim Bey’in etrafındaki şahıslar onu başka başka görür ve anlatırlar. Yaza­rın babasına. Reji İdaresi’ndeki âmirine ve oradaki odacısına, iş dünyasındaki kimselere, bazı fikir ve sanat mensup­larına, karısı Saffet Hanım’a. komşuları Huriye Hanım başta olmak üzere ma­hallenin kadınlarına, yine yazarın anne, hala ve eniştesine, iş hanının kapıcısına, nihayet baştan sona kadar bizzat yaza­rın kendisine göre anlatılan ayrı ayrı Fahim Bey ue Sızın ilk baskısının kapağı him beyler vardır. Etrafıyla ilgilenen bir kimse olmadığı halde romanda herkes Fahim Bey’den bahsetmektedir; bunlar­dan çoğunun varlıkları sanki sırf ondan bahsetmek, kendisi hakkındaki kanaat­lerini söylemek içindir. İşte onu farklı farklı gören, birbirine benzemez hüküm­lerle tanıtan bu başkaları romanın “biz” takımını teşkil eder. “Biz” Fahim Bey’i yorumlayan çevredir. Böylece romanda biri başkalarının bilmediği, anlayamadı­ğı iç alemiyle Fahim Bey, ötekisi onu baş­ka başka yansıtan “biz” cephesi olmak üzere iki ayrı kanat yer alır.

Fahim Bey’e dair görüş ve kanaatlerdeki farklılık yalnız bu başkalarında de­ğil zamanla bağlantılı olarak bizzat ya­zarın kendisininkilerde de vardır. O ka­dar ki bunu özellikle belirtmek için ese­rinde “Fahim Bey Hakkında İlk Hislerim”, “Fahim Bey Hakkında Değişen Hislerim”, “Fahim Bey’in Son Zamanları ve Hakkın­da Son Hislerim” diye ayrı fasıllar açar.

Fahim Bey’in değişik gözler tarafın­dan başka başka görünmesini açıklayan şu ifadeler aynı zamanda romanın fel­sefesini de özetlemektedir: “Her insanın zevahir hayatının altında bir de gizli ka­lan ve sırf kendi hilkati ve ruhuyla ya­şadığı büsbütün mahrem bir ömrü var­dır ki bu hayat içimizde kendi üstüne kıvrılmış bir âlemin mahsulüdür. Yaban­cılar bunu seçemez ve göremezler”[568]. İş­te Abdülhak Şinasi Hisar’ın eseri, başka gözler tarafından birbirine benzemez bakışlar ve kanaatler arasından görülen zahirî hayatı arkasında Fahim Bey’in “biz” başkaları için bilinemez, kapalı bir muamma olan iç âlemini, gerçek hüvi­yetini derinlemesine bir sorgu layı ştır. Romanın önce bazı sayfalarında kendi­sini yer yer gösteren bu sorgulama so­na yaklaşıldıkça iyiden iyiye ona hâkim olur. “Fahim Bey’e Hitaplar ve Sualler” adlı bölümünde eser tamamıyla bu sor-gulayışta sona erer. “Ey kendisini gören herkesin türlü türlü bulduğu, başka baş­ka bildiği Fahim Bey!” hitabıyla başlayan bütün bu bölüm romanın anahtarını ve­rir. Burada, Fahim Bey’in hüviyeti ve iç gerçeği üzerinde cevapsız kalan sorula­ra takılı, hepsi izafî, birbirini tutmaz, her sorgulayışta biri diğerini değiştiren bir yığın kanaat arasında nihaî bir hükme yaramayısın ve zıtlar içinde bir bocalayı­şın dile getirildiği görülür.

Etrafının, sonu kendisini deliliğe var­dıracak bir hayal düşkünü olarak tanı­dığı, ömrü hiçbir zaman gerçekleşme-

yecek bir hülya peşinde geçmiş Fahim Bey’in hayat bilançosu, Fahim Bey için esas gerçeğin içinde yaşadığı hayal âle­mi olduğu ve onun, saadeti gerçekleş­memiş hülyalarında bulduğu felsefesin­de düğümlenir: “Bir zahirî hakikat var­dır ki sathî ve aldatıcıdır. Bir de geçici hakikatler vardır ki hep birer hususi­yetten ibaret değil midir? Hakikatin bin bir cephesi, çehresi, mânası ve başka başka görünüşleri yok mudur? Ruhu­nun İtikadıyla yaşayan mutekit ve ha­yalperest, başkaları onu ne kadar hayal içinde sanırlarsa sansınlar, kendisi ha­kiki hayatını yaşamış olmaz, kendisi için bir hakikat hayatı yaşamış sayılmaz mı?”.

Netice itibariyle hülyalarının gerçek karşısında hezimeti ne olursa olsun Fa­him Bey kendi hayal dünyası içinde me­sut olmuş, onun aldatıcı vaadleriyle me­sut yaşamıştır. Hayalleri daima boşa çık­sa da hiçbir zaman mağlûp gibi görün­mediği çevresine üstelik bir galip eda­sıyla bakabilmiştir. Onun çeşitli daireler­de küçük memuriyetlere katlanması, Galata’daki handa açtığı yazıhane, hep etrafa işe gidiyor gibi görünüp “başka­larına karşı zevahiri kurtarmak”, bu per­denin altında kendi hayal dünyasını da­ha rahat yaşayabilmek içindir.

Olmakta olanı takip ve nakletmek ye­rine, esasını olmuş olandan yani hâtıra zemininden alan, Fahim Bey’i geçmiş za­man içinde takip eden romanın, insanın İç alemiyle başkaları için bir muamma olduğu düşüncesi yanında bir zembere­ği de zaman ve onun varlıkla münase­beti meselesidir. Zaman düşüncesi eser­de Fahim Bey kadar aslî bir konudur. Abdülhak Şinasi Hisar kendi gençlik ça­ğında tanıştığı, yıllarla devamlı görüştü­ğü, kendi yaşı ilerlerken ihtiyarlık çağı­na giriş ve çöküşüne şahit olduğu Fa­him Bey’in şahsında ve aynı zamanda onu vesile ederek zaman denilen şeyin varlığı değiştirip bozarak geride değiş­memiş, yok olmamış, yahut savrulmamış bir şey bırakmayan tesir ve tecellisini eserinde merkezî bir tem yapar. İhtiyar­lık psikolojisiyle, duyuş ve düşünüş ba­kımından bağlanılan değer yargılarının nesiller arasında uğradığı farklılaşma, bir öncekinin çöküp göçmesi gibi iki ko­nuyu da zaman meselesi kadrosu içine yerleştirerek sayfalar tutan bir “essai”-ler dizisi geliştirir. Zaman denilen şeyin, insanın ancak inkıraz devresine varışta karşılaşılan çehresiyle idrak olunduğu düşüncesinden hareketle ihtiyartık psikolojisinin tahlil edildiği sayfalarda, önün­de kalan vaktin gittikçe azalmakta ve daralmakta olduğu insanın dramı bed­bin bir görüşle çok çarpıcı bir şekilde çi­zilmektedir. Karşı karşıya gelinen ger­çek şudur: İhtiyarlayan sadece insanın kendisi değildir: onunla birlikte zaman içinde hâtıralarının değmiş olduğu her şey. içinde ömrünün geçtiği bütün bir çevre ve dış âlemde varlık namına ne mevcutsa hepsi ihtiyarlamakta, değiş­mekte, göçmektedir. Bu sayfalarda bü­tünüyle anlatılan, bir ömür sonu kendi­sini artık ölümün eşiğine varmış bulan insanın geçen, değişen, değiştiren zaman karşısındaki duygularıdır. Fahim Bey ve Biz, art planı ile bir bakıma geçen, deği­şen ve değiştiren zamanın da romanıdır.

Görülüyor ki roman sadece Fahim Bey’in macerasından ibaret değildir. Ondan ha­reket ederek insan üzerine felsefî görüş­lerle birlikte romancının geride daha söy­lemek istediği ve romana ağırlığını ve­ren düşünceler vardır. Basit hayatında­ki görünüşü ile silik bir kişiyi, iç âlemini “perde perde açarak” bir roman kahra­manı seviyesine yükselten eser sırf Fa­him Bey’in hayat macerası ile sınırlı kal­mamış, hayat, varlık ve insan üzerinde yazarın yıllar boyu geliştirdiği düşünce­lerle işlenmiştir. Fahim Bey’in hayatın­dan ve iç âleminden kesitler veren epizotlar, romanda müellifin sayfalar dol­duran düşünce ve tahlillerinin eşliğinde yürür. Roman esasında kuvvet ve özü­nü bu düşünce ve tahlillerden almaktadır. Birer “essai” kıvamındaki bu düşün­ce ve tahliller eserden çekilecek olsa, derinliğini bunların sağladığı yapı ve kurgusu dolayısıyla roman basit ve ko­puk kopuk epizotlardan, küçük vak’alardan ibaret bir iskelet haline gelecektir. Eserde bazı vak’alar ve durumlar, ro­mancının yüklü olduğu düşünceleri söy­lemek için birer vesile gibi gözükür. Fa­him Bey ve bir kısım olaylar, Abdülhak Şinasi Hisar’ın, eser dışına alındıkların­da her biri bir şey kaybetmeksizin başlı başına birer “essai” meydana getirebi­lecek çapta olan bu düşüncelerini ifa­deye vesile teşkil eder görünümdedir. Romanın kahramanı ve diğer bazı şahıs­lar yazara hayat felsefesini ortaya koy­ma fırsatını hazırlar. Kendi düşünce ve duygularıyla yazar da eserde Fahim Bey kadar yer alıyor. Fahim Beyle münase­betlerini, onun hakkındaki kanaatlerini anlatmaktan başlayarak kitap bir nok­tadan itibaren yazarın da hâtıraları ile birlikte iç hayatının romanı haline gelir. Bu bakımdan kendisi Fahim Bey’in ya­nında romanın ikinci bir mihverini teş­kil eder.

Abdülhak Şinasi Hisar’ın yaptığı fel­sefî ve psikolojik tahlillerdeki hal ve du­rumlar sadece Fahim Bey ile sınırlı, sırf ona mahsus gösterilmekten çok ekseri­ya “biz” zamiriyle genişletilerek umumu. herkesi içine alan bir çerçevede ifade edilir. Fahim Bey. şahsında herkesin ken­disinden bir şeyler bulabileceği, insan talihinin müşterek taraflarını aksettiren beşeri bir tip haline yükselmiştir.

Romanın bu anlatılanlar yanında göz­den kaçırılmayacak bir meziyet ve de­ğeri de canlandırdığı Fahim Bey tipi ya­nında insan talihi ve varlık hakkındaki düşüncelerle yakaladığı beşerîyi bize ait unsurlarla yerli bir çerçeve içinde inşa edebilmiş olmasıdır. Abdülhak Şinasi Hi­sar, bizden olan bir insanın şahsında Türk insanına mahsus çizgilerle beşerîyi ifade etme başarısını göstermiştir. Fa­him Bey, yazarın kendisi gibi almış ol­duğu Batılı kültüre rağmen kendi atmos­ferimize, kendi değerlerimize bağlıdır. Fahim Bey’de geçiminde dara düşmüş, fakat vakur, terbiyeli, dürüst eski İstan­bul efendisinden çizgiler bulmak müm­kündür. Eski Türk evinin içi, kaybolmak üzere olan tarafları ile eski İstanbul Fa­him Bey’in hayat dekorunda yer alır. Bu­gün geçmişte kalmış İstanbul mahallesinin gecesi, o hayatta misafirlikler, Bo­ğaziçi yaşayışı eserdeki yerli ortamı ay­rıca hissettirir. Bunlarla kalmayan yazar “Fahim Bey ve İstanbul” diye başlı başına bir fasıl açarak Fahim Bey’i İstan­bul ile münasebeti yönünden ele alır, “Fahim Bey’in İstanbul ile arası nasıl­dı?” sorusu ile bir sorgulamaya girişir. Fahim Bey’in evinde bir bir, cünbüşleriy-le bir âlem kuran, hayatı ezanî vakte gö­re ayarlayan saatler, başlı başına atmos­fer yaratan antika eşyaları ile eniştesi­nin Camlıca’daki köşkünün içi, bugün yok olan eski Türk evinden kurtarılmış dekorlardır. Bunun gibi Fahim Bey’in çev­resindekiler, onun hakkında konuşan bütün bu insanlar da hep yerli hayat­tan birer sima olarak esere girerler.

Türk romanına çarpıcı bir yenilik ve seviye getiren Fahim Bey ve Biz, etra­fında döndüğü felsefî ve psikolojik tahlilleriyle Fahim Bey’i ferdî bir planda ve­rirken içinde XIX. asır sonu ile XX. asır başı Türkiye’sinden bazı sosyal taraflar da saklar. Dışa kapalı iç âlemi kendisini ne kadar ferdî planda gösterirse göster­sin Fahim Bey bir yandan geleneklerini, değerlerini sürdürmekte olduğu eski ha­yat tarzı, öbür yandan Batı kültürü ve bazı alışkanlıkları İle aynı paraleldeki Os­manlı Türkiyesi’nin bir insanı, şahsında ondan akis taşıyan bir ferdidir.

Fahim Bey, tahsili ve öğrendiği Batı dili yolunu Tanzimat’ın hazırladığı Gala­tasaray Sultânîsi’nden gelmesi, Batı’yı görmüş bir hariciye memuru olarak ora­dan bazı zevkler ve alışkanlıklar kazan­ması, Türk gazetelerinden başka özel­likle takip ettiği Paris gazetelerinden gelme bir birikime ve bunların kılavuz­luğunda dünya ahvaline dair edinilmiş görüşlere sahip bulunması, memuriye­tinin resmî ve hususi dairelerde müter­cimlik olması gibi o çağın sosyal zemi­ninin hazırladığı şeyleri nefsinde topla­mıştır. Bundan başka heyecanlarını ya­şadığı 1897 Türk-Yunan Savaşı, II. Meşrutiyet’in, başını Prens Sabahaddin’in çektiği ve kendisine de bir kader çizmiş olan “teşebbüs-i şahsî” cereyanı roma­nın sosyal muhtevasını aksettiren taraf-lanndandır. Bu arada İstanbul, mahalleleri ve kenar semtleri, içinden gösteri­len evleri, Beyoğlusu, Fahim Bey’in çev­resindeki insanları ile, ağırlığını psikolo­jik ve felsefî tahlillerden alan eserde art planda bir sosyal çevre kurmuştur. Ge­ride de hayal oyunundaki göstermeliği andırır gibi bile olsa bir fon olarak ken­disini hissettiren tarihî İstanbul vardır.

Abdülhak Şinasi Hisar, iç dünyası yö­nüyle beşerî kılarken günlük hayatı ve yaşadığı çevre içinde millî bir renk verdiği Fahim Bey için, ilkin babasının seven ve takdir eden kanaatlerinden hareket­le, onun fazilet ve meziyetlerini ön plan­da tutan bir tablo çizerek önceden le­hinde bir atmosfer hazırlar. Bu suretle daha sonraları yer vereceği “başkaları”nın onun hakkındaki olumsuz hükümle­rini daha başından önleyen, zayıflatan bir tesir yaratır. Romanın sonunda Fa­him Bey’i sorgularken de başkalarınca hakkında ileri sürülmüş aksi düşünce­lere dokunduğu zaman kahramanını hep kollayan bir sevgi gösterir. Babasından aldığı terbiye ile yardım sever, kendi menfaatlerini başkaları için feda eder, ailesine sadık, etrafındakileri sevindir­meyi başka şeylerden önde tutar, geniş bilgisine fikir ve sanat çevrelerinin hay­ran kaldığı, hatta bu yüzden adı “hezarfen”e çıkan Fahim Bey hakkında kulak­tan duyma şeylere dayanarak hüküm verenlerin kötüleyici kanaatleri onu tak­dir eden başkalarının iyi düşünceleriyle karşılandığından sevgi telkin eden ima­jını bozamaz. Abdülhak Şinasi Hisarın garip, istihza çeken tuhaf taraflarını da belirttiği, hayatta müsbet bir iş başara­mamış, isteklerinde hep beceriksiz kal­mış hayal tiryakisi Fahim Bey, dünya edebiyatının şöhretli hayalperest bazı roman kahramanları gibi sevimli ve unu­tulmaz bir tip olarak kendisini okuyu­cuya kabul ettirmiştir.

Batılı gözüyle eserin değerlendirmesi­ni yapan Friedrich von Rummel. Hisarın Fahim Bey ve Biz’i ile maddî sahadaki başarıları yücelten ve onlara tapan Batı zihniyetine bir ders verdiğini, insanın asıl değerinin duyguları ve hayal dünyasında saklı olduğunu hatırlattığını söyler.

Fahim Bey ve Biz’e kadar edebî ten­kit ve denemeleriyle tanınan Hisar’ın ese­ri, onun yeni ve bilinmeyen bir cephesi­ni ortaya koyan ilk kitabı oluşu yanında içindeki düşünce ve temleri geliştirece­ği diğer eserlerinin öncüsü olur, onlara bir nevi giriş teşkil eder. Buradaki eniş­te beyden yazarın ikinci romanı Çamh-ca’daki Eniştemiz çıktığı gibi, bilhassa “hâtıralar içindeki geçmiş zaman” ve “İs­tanbul” iki aslî merkez olarak Fahim Bey ve fîiz’i takip eden eserlerinde çok da­ha gelişmiş ve genişlemiş ifadelerini bu­lurlar.

Fahim Bey ve Biz bütün bu meziyet­leri, hatta kusurları ile birlikte yazann Boğaziçi Mehtapları gibi kendisinden başkası tarafından yazılamayacak. tak­lit edilip benzeri ortaya konulamaz, ör­neği kendisiyle başlayıp kendinde biten bir eser olarak edebiyat tarihimizde ye­rini almış bulunmaktadır.

Hakkında yazılanlar, yalnız ilk ortaya çıktığı zamanla sınırlı kalmayarak 1942’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin roman ve hikâye mükâfatında Halide Edip Adıvar ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eserleri yanında üçüncülüğü kazanması, yapılan yeni baskıları. Batı dillerine ter­cüme edilmesi gibi vesilelerle günümüze kadar süren Fahim Bey ve Biz’in, uyan­dırdığı devamlı İlgiye paralel olarak 1978′ de beşinci baskısı yapılmıştır. Eseri Batılı okuyucuya da tanıtmak ihtiyacı ile ilkin Friedrich von Rummel tarafından Unser guter Fahim Bey. Eine Lebensgeschich-te adı altında Almanca’ya tercüme edil­miş, bunu, Benjamin de Siaves’in Gallimard müessesesinin “Feux Croisâs” serisinde ayrıca eseri üzerinde bazı rötuşlar yapan müellifle Fransız kül­tür ataşesi Jean Penard’ın müşterek kontrolünden geçmiş Fransızca tercüme­si takip etmiştir. Bundan başka yayıma hazır bir İngilizce tercümesi de bulunmaktadır.

TDV İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler