Evrensel Dinlerin Devletle Olan İlişkileri
Budizm Örneği
Evrensel dinlerin devletle olan ilişkileri, önceki bölümde ele alınanlarla karşılaştırıldığında çok daha karmaşık bir durum arz etmektedir. Bundan önceki bölümde ele alman tiplerde devlet daima mukaddes bir karakter arz etmekteydi. Ancak bu toplumların dinleri zamanla ve çeşitli sebeplerle inhitata uğradılar ve bu durumda toplum- larmın ve insanlarının manevî beklenti ve ihtiyaçlarına artık cevap veremez duruma düştüler. Bu meyanda devlet de mukaddes özelliğini kaybederek, gittikçe sekülarize oldu. Eski dönemlerin dünyevî karakterli devlet ve imparatorlukları ile bunların yine aynı türden imparator ve kralları (meselâ Büyük İskender ve Roma imparatorları gibi) bunun tipik örneklerini oluşturmaktadırlar. İşte evrensel dinlere, yani belli bir topluma değil de, çağrılarını bütün insanlığa yönelten dinlere bu çerçevede rastlamaktayız. Böylece, artık din, kolektivist bir tarzda belli bir cemâatin işi olmaktan çıkarak, evrensel dinlerle birlikte, hangi toplumdan olursa olsun, kişilerin gönüllerine ve vicdanlarına hitap eden bir karaktere bürünmüş olmaktaydı. Bu durumda, bütün evrensel dinlerin devletle bir zıtlaşmaları söz konusu olmuştur. Her halükârda devlete karşı takınılan tavırla dinin temsil ettiği tip arasında sıkı bir bağlılık müşahede edilmektedir. İşte bu sûrededir ki meselâ mistik bir din olan Budizm, temel felsefesine zaten dünya hayatına karşı bir “olumsuz” tavrı yerleştirdiği için devlete karşı da ilgisizdir. Bu “ilgisiz” tavır onun iki büyük mezhebinde de sürmüştür. Bunlardan “Hinaya”, saf bir manastır ve keşiş hayatını benimsemiştir. Bu mezhebin “Upasaka” denilen nispeten profan üyeleri, bazı dinî ödevleri yerine getirmekte, onun dışında normal hayatlarını yaşamakta, ancak devlete karşı ilgisiz kalmaktadırlar. “Mahayana” mezhebi de ferdî bir din karakterini arz ettiğinden her çeşit devlet şekline uyum sağlayabilmektedir. Onun Japonya’da şövalyevâri bir karaktere bürünmüş olan “Zen” Budizmi formu dahi, Japonya’da bir devlet kültü olan “resmî Şinto” karşısında, onunla uyuşarak bir “evrensel ferdî din” şekli altında hayatiyet bulmaktadır.
Bununla birlikte, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, devlete karşı tavırlarda, bir dinin çeşitli kolları veya farklı dönemleri arasındaki değişik tutumların örneklerini Budizm gibi, dünya hayatını ıstırap gören bir dinde dahi bulmamız mümkün olmaktadır. Nitekim, Hindistan’da ortaya çıkan, ancak Brahmanizm’in Hint toplumundaki güçlü nüfuzu karşısında orada tutunamayan Budizm, orada dahi, devlete karşı olan menşeî tutumunun tamamen tersine bir tavrı, durum ve şartlara göre gösterebilmiştir. Hakikaten, M. O. 272-232 yılları arasında saltanat sürmüş olan budist kral Asoka, budist devlet idealini gerçekleştirmek üzere bu dini, “resmî devlet dini” haline getirmiştir. Böylece, Budizm’in kurallarına uymak ve tebası içerisinde bunu sağlamak devletin bir görevi haline geldi. Budist ahlâk kurallarına ve özellikle “ahim- sa” denilen ve hiçbir canlı varlığın öldürülmemesini emreden kurala uyulması istendi ve ülkeye nebatî bir yemek rejimi uygulandı. Avın yerini mukaddes yerleri törenle ziyaret gelenekleri aldı. Ancak bu durum Asoka’nın ölümünden sonra devam etmedi. Buna karşılık Hinaya mezhebi, Seylan, Birmanya, Siyam ve Tayland’da “resmî din” haline geldi. Kamboçya’da da durum öyledir. Nihayet Tibet Budizmi olan Lamaizm, bu dinin menşeî ilgisizliğinin tam karşı kutbu olan teokrasinin en tipik örneğini oluşturmaktadır. Zira, meselâ Asoka döneminde Hindistan’da, din ve devlet ilişkileri bakımında “Sezaro-papizm” denilen, devlet başkanmm nüfûzunu din alanına yayması süreriyle devletin dinle birleşmesi söz konusu olurken, Lamaizm’de dinin ve onun adına lama rahipleri teşkilatının devleti kontrol ve inhisarı altına alması söz konusudur ki bu durum tam bir teokrasidir.