Etnometodoloji Harold Garfinkel
Etnometodoloji Harold Garfinkel
Etnometodoloji’ terimi “insanların etraflarındaki dünyayı anlamak için kullandıkları metotlar”ı anlatır. O gündelik hayatın, insanların gündelik işlerini sürdürmekte kullandıkları rutinler ve kuralların, dostlar veya aile, iş arkadaşları veya müşteriler, yabancılar veya tanıdıklar olarak diğer insanlarla alışverişleri ve ilişkilerinde kullandıkları normlar ve değerlerin araştırılmasıdır.
Bu sosyolojik araştırma ve teori anlayışı Marx, Weber ve Durk- heim’ın büyük boy teorileriyle keskin karşıtlık içindedir ve bazı sol kanat sosyologların radikal teorilerinin coşkusu ve devrimci tutkusunu çok az yakalar görünür. Gündelik hayatın sosyolojisi, toplumsal rutinler ve alışkanlıkların ve insanların gündelik etkileşim biçimlerinin araştırılması ilk bakışta oldukça sıkıcı ve sıradan bir şey gibi görünebilir, ancak bu araştırma alanı İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en yenilikçi, en sorgulayıcı ve en kapsamlı sosyolojik araştırma alanlarından biri olduğunu kanıtlamıştır.
Etnometodolojinin kurucusu, Talcott Parsons’ın öğrencisi olan, ancak Alfred Schutz’un fenomenolojik düşüncelerinden büyük ölçüde etkilenen Harold Garfinkel’dir. Gündelik hayatın ince ayrıntılarından büyülenen Garfinkel etnometodolojiyi 1967’de yayınladığı Et- nometodolojik Araştırmalar adlı kitabıyla bağımsız ve bilinçli bir girişim olarak başlatmıştır.
Çoğu insan gibi çoğu sosyolog da gündelik hayatın düzenini sorgulamaz, ne de onu ayrıntılı olarak araştırma ve inceleme gereği duyar. Aksine onlar olağandışı olaylar, etkinlikler ve oluşumlara -suç, terörizm, felâketler ve karışıklıklara- odaklanırlar ve bizi neyin bir arada tuttuğunu ve her gün dünyadaki milyonlarca insanın gündelik yaşantılarını nasıl rutin bir biçimde sürdürdüğünü sorgulamazlar. Çoğu sosyolog -ekonomik veya siyasal devrimler gibi- önemli büyük
toplumsal değişimler ve kesintilere odaklanırken, etnometodologlar araştırmalarının merkezine gündelik gerçekliği yerleştirirler. Onlara göre, gündelik hayatın rutinleri ve sağduyusal anlayışlarının ardında yatan ortak fikirler, karşılıklı beklentiler ve paylaşılan anlamlar olmasaydı, araştırılacak bir toplumsal bile düzen olmayacaktı. Biz bir kaos, sürekli çatışma ve düzensizlik içinde yaşayacak, vahşi bir hayat, hiçbir değişim ve ilerlemenin olamayacağı, barışın asla kurulamayacağı bir orman hayatı sürdürecektik.
Harold Garfinkel, bir jüri üyeleri grubunun kendilerine sunulan kanıtları anlamak için başvurdukları ‘sağduyusal’ metotlar üzerine yaptığı bir araştırmayla, bu fazlaca ihmal edilmiş, hatta ‘sıra dışı’ toplumsal hayat alanının araştırılmasını teşvik etti. Onun araştırmasının temel bir özelliği, toplumsal düzenin oldukça kırılgan doğasını aydınlatmak için ‘doğal deneyler’ yapılmasıydı. Örneğin o, gündelik hayatta rutinlerin önemini aydınlatmak için, öğrencilerinden -kalabalık bir otobüste yüksek sesle şarkı söyleyerek veya yaşlı bayanlar ve hamile kadınları yerlerini kendilerine vermeye zorlayarak- bu rutinleri bilinçli olarak ihlâl etmelerini istedi. Garfinkel, hepimizin geniş bir arka- plân bilgi stoku kullanma derecemizi ve özellikle bir konuşma veya eylemi yorumlamak için eylem bağlamına ne kadar bağlı olduğumuzu göstermek amacıyla, on öğrenciyi görünüşte kendi kişisel problemleri hakkında konuşmak üzere bir danışmanla görüşmeye gönderdi. Danışman bir paravanın arkasına oturdu ve soruları sadece rasgele ‘evet’ ve ‘hayır’ biçiminde cevaplandırdı. Ancak, öğrenciler bu ‘anlamsız’ durumu problem hakkındaki arka-plân bilgilerini kullanarak anlamaya çalıştılar. Aslında danışmanın sahte olduğunu bilmeyen öğrenciler onun cevaplarını çok farklı biçimlerde yorumladılar.
Garfinkel, bu deneylerden hareketle, toplumun sıradan ‘üyelerinin gerçekliği yorumlama çabalarının yanı sıra, bu gerçekliği her gün yaratma (ve yeniden-yaratma) kapasitesine sahip olduklarını açıklamak için üç temel kavram geliştirdi: dokümanter metot, refleksi- vite ve bağlama gönderimlilik (indekssellik). Garfinkel dokümanter metot ile her gün gördüğümüz ve yaşadığımız olağandışı çeşitlilikte olgunun belirli temel kalıplarını belirleme biçimimizi anlatır. Bu genel kalıpları yaşadığımız özel olayları anlamakta kullanırız. Toplumsal hayat bu yüzden refleksiftir -her özel parça daha genel bir temanın bir yansıması veya kanıtı, her yansıma veya kanıt da genel temanın bir parçası olarak görülür. Bu yüzden, sadece “her biri diğerini aydınlatmakta kullanılmakla” kalmaz, aynı zamanda kendini-doğrulayan bir kehanet gelişir. Genel gerçeklik anlayışımız, bizi, bireysel kanıtları önceden belirlenmiş -ve toplumsal hayata ilişkin orijinal resmimizi doğrulayacak- biçimde özel kanıtlar seçmeye ve yorumlamaya yöneltir. Son olarak, Garfinkel hiçbir sözcük veya eylemin ilgili konuşma veya durumun yer aldığı bağlam dışında bir anlama sahip olmadığını öne sürer. Bu bağlama-gönderimlilik, bazen, örneğin, bir hareket – sözgelimi, bir davranış veya deyim- yanlış anlaşıldığında ‘düzeltil- inek’ zorundadır. Örneğin, ‘sen ölüsün’ ifadesinin bağlama, söyleyiş tarzına ve ses tonuna bağlı olarak insanlar tarafından nasıl farklı biçimlerde yorumlanabileceğini düşünün.
Nitekim Garfinkel ve çoğu etnometodolog için, dil ve bir ‘etkinlik’ olarak konuşma sadece dünyayı anlamakta değil, aynı zamanda onu “yaratmak’ta da kullandığımız merkezî bir araçtır. Sözcükler sadece olan şeyi ifade eden semboller değil, aynı zamanda şeyleri yapmanın, toplumun işleyişinin temel araçlarıdır. Bu kavram etnometodologlar için o kadar temeldir ki, Harvey Sacks gibi yazarlar ‘konuşma analizi’ni bağımsız bir alt-disipline dönüştürmeye çalışmışlardır.
Garfinkel özellikle, geleneksel sosyolojinin, toplumsal düzenin sokaktan insanların görüşleri ve açıklamalarının ötesinde ve üzerinde kendine ait bağımsız bir gerçekliğe sahip olduğu ve sosyologların hayata ilişkin yorumlarının toplumun sıradan üyelerinkinden daha doğru ve bilimsel olduğu kabullerini çürütmeye çalışır. Sıradan insanlar sadece toplumun talimatlarına uyan ‘kültürel aptallar’ olmayıp, kendi yorumları, eylemleri ve açıklamalarıyla gerçekte onu ‘yaratır’lar. Bu yüzden, Garfinkel’e göre, sosyologların toplumu anlama metotları özünde sıradan insanlarınkinden farklı (ve kesinlikle üstün) değildir. Bu yüzden, sokaktaki insan bir anlamda sosyologdur. Böylece, sosyologun rolü sadece insanların içinde yaşadıkları ‘dünya’yı her gün nasıl yarattıkları ve yeniden-yarattıklarını betimlemek ve açıklamaktır.
Bu yüzden, etnometodologların ana-akım sosyolojiye eleştirileri önemlidir. Etnometodologlar, toplumsal düzeni verili olarak, toplumsal davranışların üzerinde ve ötesinde bir şey olarak, toplumsal olgular olarak almak yerine, sosyal gerçekliği sosyolojik araştırmanın temel nesnesi kılmaya çalıştılar. Etnometodolojiye göre, geleneksel sosyologlar, toplumsal dünyayı üyelerin bakış açısından görmeye veya onların gerçekte nasıl davrandıklarını anlamaya çalışmaktan çok, kendi toplumsal hayat anlayışları ve yorumlarını toplumsal dünyaya empoze etmeye çalıştılar. Bu yüzden, onların algıları çarpıtılmış ve yanlı olma eğilimindedir. “İstatistikler gerçek dünyanın zarafeti ve ince ayrıntılarını basitçe aktaramazlar” (Ritzer, 1996, 393). Aktörler sadece toplumun kuralları ve düzenlemelerine tepki vermekle kalmaz, aynı zamanda onları yaratır ve hatta gündelik hayatlarında ihlâl eder veya işletirler. Toplumsal kurallar, Garfinkel’e göre, Talcott Par- sons gibi yazarlar ve işlevselcilikte betimlenenin aksine, sosyal sis- | temdeki veya ortak kültürdeki zorunlulukların sonucu değillerdir. İnsanlar toplum tarafından kontrol edilen ve koşullandırılan pasif aptallar değillerdir -onlar daha ziyade, gündelik yaratma ve yeniden yaratma sürecinin aktif katılımcılarıdır. Etnometodolojinin araştırma nesnesi sokaktaki insanların gündelik etkinlikleridir. Etnometodolojinin amacı, Zimmerman ve VVieder’a (1964) göre, “toplumdaki üyelerin içinde yaşadıkları dünyadaki düzeni nasıl gördükleri, betimledikleri ve açıkladıklarını ortaya koymaktır. Bu nedenle, etnometodo- loğların kullandıkları araştırma metotları, örneğin aşağıdaki metotlarda gözlenebileceği gibi, gündelik hayata bu odaklanmayı yansıtır:
- Garfinkel (1967) ve Atkinson’ın (1971) insanların dünyayı anlamakta kullandıkları temel anlama kalıplarını belirlemek için yararlandığı dokümanter metot.
- Zimmerman’ın (1971) kullandığı ‘kuralın ihlâli’ tekniği.
KAVRAMSAL GELİŞİM
Etnometodoloji genellikle yorumcu sosyoloji geleneğinin bir parçası olarak görülür. Bu yaklaşım, fenomenolojinin toplumların sadece üyeleri tarafından algılandıkları sürece varoldukları kabulünden hareket eder. Bu yüzden toplumun nasıl işlediğini anlamanın en iyi yolu, onu içerden, öznel olarak, yani katılımcıların bakış açısından araştırmaktır. Garfinkel’in temel amacı Alfred Schutz’un ve fenomenolojinin fikirlerini uygulamak ve bir gündelik hayatın sosyolojisi geliştirmektir. Sosyolojik araştırmanın temel nesnesi, Garfinkel’e göre, gündelik hayatın metodik karakteri, insanların gündelik hayatı etraflarındaki süreçleri sınıflandırarak ve tipleştirerek ve varsayılan ortak anlayışlar veya bilgiler altında tasvir ederek anlama biçimleridir.
Gündelik hayat gerçekliği ve doğruluğu sorgulanmayan ortak bir kabuller ve anlayışlar ağı üzerine kurulur. Bu kabulleri açığa çıkarmanın tek yolu, Garfinkel’e göre, bir sosyolojik yöntem olarak provokasyona başvurmak, gündelik hayatın normlarını metotlu ve bilinçli olarak bozacak ihlâl deneyleri yapmaktır. Yani, normal dışı davranmak ve gündelik hayatın temel ‘sorgulanmayan’ kabullerini anında gerçek halleriyle yüzeye çıkarmaktır, çünkü onlar kendilerini meydan okunduğu zamanlarda açığa vururlar -örneğin, kişinin cenaze töreninde kahkahalar atması ve bir ‘parti’nin propagandasını yapması, kart oyunlarında hile yapmak, öğrencilerin otobüsteki hamile bir kadını oturduğu yerden kalkmaya zorlamaları.
Geleneksel sosyolojinin temellerini şiddetle eleştiren etnometo- Coji ilk ortaya çıktığında olağanüstü bir ilgi uyandırdı. O, toplumsal feayatta hiçbir şeyin sorgulanmadan benimsenmemesi; hatta top- lansal gerçeklik hakkındaki en ‘sağlam’ verilerin bile toplandıkları fcplumsal prosedürler temelinde dikkatli incelemeye tâbi tutulması gerektiğini öne sürdü. Aaron Cicourel (1976), örneğin, suç konusunca resmi istatistiklerin suçun miktarının doğru bir yansıması olmaktan ziyade, bu olaylar ve rakamları toplayan ve onları yorumlayan tasmi görevlilerin, özellikle polisin etkinlikleri ve yorumlarının bu sonuçlara yansıdığını gösterdi. Nitekim bir anlamda, bizzat polisler yasaları yapan politikacılar ve bu yasaları uygulayan mahkeme üye- hri) bizim suçun gerçekliğiyle ilişkili imgemizi yaratırlar. Maxwell ülkinson (1978) bu intihar istatistiklerini benzer bir yolla yeniden forumlar.
Kaçınılmaz olarak, geleneksel sosyolojinin temelleri ve üstünlüğüne karşı bu itiraz ‘yerleşik’ yaklaşımların gazabı, eleştirisi ve alaylarıyla karşılaştı. Etnometodolojiye şu tür eleştiriler yapıldı:
- Sıkıcı, bıktırıcı ve hiçbir yere götürmeyen. O sadece betimlemeler yaptı, hiçbir büyük boy teori ortaya koymadı.
- İnsanları yaratıcı olarak tasvir etse de, onlara niçin belirli bir biçimde davrandıkları veya yorumlar yaptıkları konusunda bir amaç veya güdü yüklemekte başarısız kaldı.
- İnsanların davranışları üzerinde güç ve toplumsal farklılıkların etkisine ya da toplumun yapısına hiçbir gerçek yer tanımadı.
- Savaş ve işsizlik gibi dış faktörlere değinmeden, hayatı sadece bireysel gündelik varoluşlardan ibaret olarak gördü.
- Etnometodolojik yaklaşım bizzat etnometodolojik olarak sorgulanabilir. Örneğin, etnometodologların ‘hayat’a ilişkin betimlemeleri sıradan birinin betimlemelerinden daha iyi değilse ve – açıklamaktan ziyade- gerçekliğe sadece bir şeyler ekliyorsa, bu tür araştırmalara gerek var mıdır?
Yine de, Garfinkel ve öğrencileri, hayatî önemde ve ihmal edilen bir alanı -gündelik hayatı- aydınlattılar ve genel kabullere yeni bir ışık tuttular. Örneğin, bazıları onu gerçekte daha fazla bir şey sunmadan “sosyolojik lâmbaya bir kibrit çakmak” olarak görürken, Benson ve Hughes (1983) gibi destekleyicileri “bütün bir geleneksel sosyal bilim düşünce geleneğinden temel bir kopuş” ve alıkonması gereken bir şey olarak gördüler. O halen modern düşünceye yol göstermektedir ve Tim May’e (1996) göre, bu yaklaşım Anthony Giddens gibi çağdaş düşünürleri etkilemektedir. John Heritage’e göre, Garfinkel’in fikirleri “günümüzdeki sosyolojik teorinin hemen her alanına nüfuz etmiştir” (Stones, 1998:187). Ve araştırma yöntemleri bakımından, etnometo- doloji bilim, hukuk, müzik ve sanatın iç dünyalarına nüfuz etmede geleneksel sosyolojiden daha başarılı olduğunu kanıtlamıştır. O özellikle karşılıklı konuşmaları ve iletişimi analizde ve hatta yapay zekâ ve insan-bilgisayar arayüz ve siberyüzey araştırmaları gibi yeni gelişmeleri biçimlendirmede etkili olmuştur. O tüm bir sosyolojik araştırma geleneğini, aşağıdaki araştırma alanlarının ilham kaynağıdır:
- Jefforson’ın (1984) gülme, Heritage ve Greatbach’in (1986) alkışlama ve G. Clayman’in (1993) yuhalama araştırmaları.
- Özellikle Harvey Sacks (1963), Atkinson ve Heritage (1984), Bo- den ve Zimmerman’ın çalışmalarında kullanılan karşılıklı konuşma analizleri ve anlama ve iletişimin temelini oluşturan yazılı olmayan (zımnî) kuralların araştırılması.
- Aaron Cicourel (1964), Jack Douglas (1967) ve Peter Mchugh’un (1974) çalışmalarını içeren, meslekî ve kurumsal pratikler üzerine araştırmalar.
- Dorothy Smith (1993) gibi feministlerin ve Garfinkel’in (1967) toplumsal cinsiyet araştırmaları, özellikle transseksüel Agnes’ın etnografyası.
Bununla beraber, etnometodoloji içinde bazı vurgu ve eğilim farklılıkları ortaya çıkmıştır. Paul Atkinson (1988) gibiler onun fenome- nolojik köklerinden uzaklaştığına, güdülere sahip aktörler olarak insanlara önem vermediğine, radikal ve eleştirel yanını yitirip “sosyolojinin bir kenarına yerleştiği”ne inanırlar (Pollner, 1991:370). Karşılıklı konuşma analizleri ana-akım sosyolojide çığır açsa bile, etnometodoloji sosyolojinin temel ilgilerinin kıyısında kalma tehlikesi altındadır. Etnometodolojide, 1990’larda, Boden’inki (1990) gibi sembolik etkileşimcilik ve karşılıklı konuşma analizini birleştirme ve Hilbert’inki (1990) gibi mikro sosyolojiyi makro sosyolojiyle ilişkilendirme yönünde teorik bir sentez eğilimi vardır. Yine de, etnometodolojinin sosyoloji üzerindeki etkisi kapsamlı olmuştur ve hâlâ sürmektedir.