Türk Edebiyatı

Eski Şarkı – Reşat Nuri Eserin İçerği, Değerlendirilmesi

Eski Şarkı da tıpkı Yaprak Dökümü gibi, müellifin, bu sefer, Eski Hastalık romanından, yine kendi eliyle sahneye tatbik edilmiştir.

Eski Hastalık veyâ eski şarkı, Şark’ın târihi aşk anlayışının bir ifâdesi, bir aşk şarkısı’dır. Ancak bu şarkı, Türkiye’nin son asrında, değişik terbiye çevrelerinde yetişmiş gençte tarafından başka başka melodiler hâlinde duyulur.

Yerli bir âile ve mektep muhitinde değil de yarı ecnebî bir çevrede yetişerek, Şark’ın derin duygulu, sıcak ve samîmi aşk anlayışını aşkın, gözlerle hele sözlerle ifâdesini iptidaîlik sayan Züleyhâ, hayatta tabii olmayı, tabii hâdiselere dirsek çevirmek şeklinde anlar. Onun nazarında eski şarkı, modası geçmiş bir hâdise, bir eski hastalıktır. Temiz ve gurur sahibi bir Anadolu erkeği ve bir derebeği torunu olan kocasının iç âlemine, bu yüzden, nüfuz edemez. Karısı olmaktan pekâlâ zevk duyduğu erkeğe, rûhunu ve gönlünü de vermeği basitlik zanneder, kocasını basit bulur. Züleyhâ’nın, Anadolu’da bir zafer şenliğini tasvir ederken söylediği, “Bayraklar, fenerler… bayraklar, fenerler…” sözü bunlara karşı bir sevgiden ziyâde, “hep aynı iptidâi şeyler..” demek isteyen bu yurda ısınanmyış hâli, onun büyük tâlihsizliğidir.

Kaderin türlü tesadüflerle birleştirdiği bu iki insan; bu Yusuf’la Züleyha, Akdeniz ikliminin sıcak ve esrarlı bir gecesinde, birbirlerinden mahkeme karârıyle ayrılmak üzere oldukları halde, bir tabiat cilvesiyle, o eski şarkıyı duyar gibi olurlar.

Belirli fasılalarla ışık verip sönen bir deniz fenerinin aynı sihirli fasılalarla aydınlatıp karanlıkta bıraktığı o sahnede birbirlerine o şarkıyı söyleyerek yaklaşacakları bir zamanda, cenup Anadolu iklimi bile Züleyhâ’nın zihnini kaplayan buzları eritemez.

Gerek sahne tekniği, gerek hayat ve tabiat kaynaşması bakımından çok kuvvetli bu sahneden sonra, birbirlerini seven fakat sevdiklerini ifilde edemeyen bu iki insan, birbirlerinden âdetâ koparcasına ayrılırlar.

Umumiyetle, cenup Anadolu’nun küçük bir adasında geçen her sahnesiyle, içtimâi ve teknik bir başarı olan Eski Şarkı, İngiliz tiyatrosunun bâzı eserlerinde olduğu gibi, seyircileri, temsilden sonra daha çok düşündüren, daha çok saran ve lezzetine böyle bir düşünce ile varılan eserdir. Eser, bu eski şarkı yanında hayat hâdiselerinin daha nice hicranlarını ve bu hicranlara rağmen tesirini icrâ eden erkek – kadın tabiatlerindeki – onları biribirine çeken – duygulanmaları ustalıkla sahneye koyar.

Eski Şarkı’nın ilk temsilini hatırlarken, İstanbul Şehir tiyatrosunda, bu eserdeki baba efendi tipini unutulmaz başarıyle yaratan merhum sanatkâr Talât Artemel’i de eserin üiiyük ve merhum müellifi gibi rahmetle anmak, burada, vazgeçilmez bir vazifedir.

Nihad Sâmİ Banarlı