Teoriler

Eleştirel Teori (Frankfurt Okulu)

 

Toplumun işleyişini tahakküm süreciyle açıklayan Eleştirel Teori,  “Çatışma Teorisi” ya da -1923 yılında Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı Sosyal Araştırmalar Enstitüsü bünyesinde zengin bir iş adamı olan Felix Weil’in sağladığı finansmanla çalışmaya başlayan bir grup sosyal bilimcinin oluşturduğu bir düşünce akımı olduğundan- “Frankfurt Okulu” adıyla da tanınmaktadır. Bu düşünce okulu temelde, sosyal kontrol mekânizmalarını hükmedilenleri baskılama aygıtları olarak görmüş; hükmedilen sınıfın, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturmasına rağmen nasıl tahakküm altında tutulabildiğini çözümlemeye çalışmıştır. Eleştirel Teoriyi alışıla gelmiş sınıflandırma şemasıyla kendi içinde bütünlük arzeden, üniform bir sosyolojik düşünceler seti olarak ele almak zordur. Bununla birlikte ana hatlarıyla, aileden medyaya, ekonomiden devlete kadar uzanan geniş bir alanda, Marksist ve Freudyen kavramlarla yapılmış tarih, kültür ve ekonomi araştırmaları olarak nitelenebilir.
Eleştirel Teori’nin tarihi dört safhaya ayrılarak incelenmektedir: C. Grunberg’in başkanlık yaptığı, Enstitü’nün yayınladığı dergide George Lukacs ve Karl Korsh’un da makaleler yazdığı 1923-33 dönemi; Max Horkheimer’in başkanlığında E. Fromm, H. Marcuse ve T. H. Adorno gibi önemli düşünürlerin çalışmalar yaptıkları 1933-50 dönemi -ki bu dönemde Amerika’ya göç etmek zorunda kalarak çalışmalarını orada sürdürmüşlerdir-; Almanya’ya dönülerek çalışmaların devam ettirildiği 1950-70 dönemi ve 1970’den günümüze kadar gelen dönem. Aslında Frankfurt Okulu, Adorno (1969) ve Horkheimer’in (1973) yılında ölümleri ile ömrünü tamamlamış, ama ismi yaşamaya devam etmiştir. Özellikle 1980’lerden itibaren J. Habermas’ın çalışmaları Eleştirel Teorinin yeniden canlanmasını sağlamıştır.
Eleştirel Teori, modern dünyanın -gerek kapitalist, gerekse komü-nist- bütününe yönelik “ilk ciddi felsefi başkaldırı”dır. Modern dünyanın bir tarafında, Marksizmi kitleleri kontrol altında tutmanın ideolojik temeli olarak kullanan, gerektiğinde baskı ve teröre de başvurmaktan kaçınmayan yeni komünist ülkeler, diğer tarafında vermiş olduğu maddi doyum ve “yanlış bilinç” nedeniyle çok daha güç fark edilen ince bir bireycilik ve tüketimcilik ideolojisiyle batılı kapitalist ülkeler yer almaktadır; ama sonuçta her ikisi de çalışan sınıfların gücünü zayıflatmakta ve devletin hakimiyetini artırmaktadır. Böyle bir dünyada Eleştirel Teori bürokrasi, teknoloji, medya ve devletin tüm saldırgan ve baskılayıcı güçlerinin arasında kalmış “bireylerin özgürlüğü için atılan bir çığlık” olmuştur.
Eleştirel Teori, analizini Marksist çerçeveden yapmakla birlikte diğer ideolojilerin yanı sıra klasik Marksizmi de eleştirmiştir. Marksizme yönelttiği eleştiriler, “çok determinist olması”, “iktisadi gücün tarihi gelişmedeki önemini abartması” ve “Stalin gibi diktatörlerin kitleleri baskılamasına yol açacak ölçüde bireyi küçümsemesi” üzerinde odaklanmaktadır. Ama bütün bu eleştiriler, Marksizmin ölmesini değil, çağdaş gelişmeler ışığında daha esnek, insani yönü daha güçlü bireyci sosyalist bir toplumun arzu edilmesini ve neo-marksizm olarak isimlendirilen çeşitli marksizan düşüncelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Eleştirel teori, gerek kitle toplumundaki, gerekse sosyoloji teorilerindeki konumuyla “birey”e itiraz etmekte ve bireyciliği savunmakta; Marksizm’deki ve sosyolojideki pozitivist yaklaşıma hücum ederek “öznelliği” ön plana çıkarmaktadır. İnsanın nefes alan ve yaşayan bir varlık olmanın ötesinde, rasyonel bir varlık olduğuna ve ancak özgür rasyonel bir toplumda gerçek insan olabileceğine inanmaktadır.
Eleştirel Teoriye çeşitli eleştiriler getirilmiştir. Bunlardan başlıcaları:

    Teorik çerçevesinin yapısal bütünlüğünün olmayışı,
    Detaylı çözümlemelerden çok genellemelerden ibaret oluşu,
    Disiplinlerarası bir yaklaşım olma iddiasına rağmen gerçekte günü-müz toplumunun temelde felsefi olan dar çerçeveli bir çözümlemesini yapmış olması,
    Marksizme yeniden değer biçme iddiasına rağmen, onun kapitalist toplumdaki sınıfların analizi ve devrimci güç olarak çalışan sınıfların rolü gibi en önemli kısımlarını ihmal etmesi, -Eleştirel Teori bu yüz-den “proletaryasız marksizm” (marxism without the proletaria) ola-rak isimlendiril-mektedir.-
    Bireylerin içinde bulunduğu şartların, günümüzde geçmişte oldu-ğundan ve kapitalist toplumlarda komünist toplumlar-dan daha kötü olduğu iddiasını, tarihsel ve empirik olarak çözümlemede yetersiz kalması,
    Savaş sonrası Batı toplumlarında bireysel özgürlük alanının sürekli genişlemesini görmezlikten gelmesi ve günümüz insanı için “sokak-taki vatandaş” (man in the street) yerine “orta sınıf burjuva” modelini kullanması,
    Aynı şekilde, ücretliler kategorisinde meydana gelen büyük çeşitliliği, tahakküme ve kapitalizme direnen grupların varlığını, modern ticari birliklerin gücünü, kadınların özgürlüğü ve öğrenciler, etnik gruplar ya da çevreciler gibi diğer radikal hareketlerin yükselişini, devletin gücüne karşı büyük sermaye ve teknolojinin gücünü bilmezlikten gelişi.