Ekonomik Ahlâkın Dinle Münasebeti
Ekonomik Ahlâkın Dinle Münasebeti
Ekonomik ahlâk kavramı hakkmdaki yukarıdaki açıklamalar onun, İktisadî teşkilat şekillerinin basit bir fonksiyonundan ibaret olmadığım göstermektedir. Nitekim, tarihin ekonomik yorumlanması teorisi de yanlıştır. Bir toplumun ekonomik ahlâkı birçok faktörlerin bir sonucudur. Gerçekte dünya karşısındaki tüm beşerî tutumlara nispetle bu ahlâk belli bir bağımsızlık derecesine de sahiptir. Bununla birlikte coğrafî, ekonomik ve tarihî pek çok veriler bu bağımsızlığın vüs’atini belirlerler. Her halükârda toplumun hayat tarzının dinî yönden saiklenmiş olmasının bu ahlâkın tayin ve tespitinde rolü bulunmaktadır. Çünkü, her dinin inanç ve ibadetlerle ilgili veçhelerinin yanı sıra sosyal hayatın bütün ehemmiyetli meseleleri hakkındaki hükümlerle, dünyevî hadiselere karşı takınılan tavırların mecmuundan ibaret bulunan gayet zengin bir fikrî muhtevası bulunmaktadır. Dinin beraberinde getirdiği bu “ruh” veya “zihniyet” dine inananların cümlesi tarafından paylaşıldığı gibi, şuurlu veya şuursuz olarak bu ruh onların hayatına da tesir eder. Bu tesir, sadece din mensuplarının tabiat karşısında değil, aynı zamanda aile, iş, meslek, İktisadî hayat vb. sosyal olaylara karşı takındıkları tutumun belirlenmesinden de önemli bir faktör olarak tezahür eder.[1] Bu demek değildir ki ekonomik olaylar ve genel olarak sosyal olaylar din faktörünün basit bir fonksiyonundan ibarettirler. Tersine onlar karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler. Böylece, karşılıklı etki-tepki ilişkisi perspektifinden yaklaşıldığında bir yandan belli bir coğrafî, sosyal, kültürel ve politik ortamda ortaya çıkan dinî olaylar ekonomik faktörlerden etkilendikleri gibi karşılık olarak dinî faktörlerin de ekonomik hayat ve faaliyetler üzerinde etkileri söz konusudur. Esasen, her dinin üyelerine empoze ettiği “pratik davranış biçimleri”nin bütününden ibaret olan bir ekonomik ahlâkı bulunmakta olup, gerçekte bu ahlâk M. Weber’in ifade ettiği üzere birçok faktörlerin bir sonucundan ibarettir. Nitekim, işte bu faktörler arasında din faktörü de yer almakta ve hattâ yerine göre en önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.[2]
Gerçekten de, din faktörünü metodolojik bir değişken olarak almak sûretiyle dinin ekonomik olaylar üzerindeki etkilerini araştıran Max Weber’in endüstriyel kapitalizmin psiko-sosyal sebebi olarak Protestanlık üzerine olan analizleri, değer sistemi olarak Kalvinizm’in bazı sosyal ajanların faaliyetini düzenlediği ve böylece onlara modern
Kapitalizmi doğurttuğunu ve netice olarak da dinle ekonomik olaylar arasındaki korelasyonun gerçekliğini göstermektedirler.[3] Weber’e göre Kalvinist, Pietist, Baptist ve Metodist Protestan çevrelerin yaşayışında beliren Püritanizm şeklindeki bir “asketizm” (zahitlik) anlayışı, Avrupa’da kapitalist zihniyetin ortaya çıkışının temel faktörüdür. XVI. yüzyıldan itibaren Reform hareketi ve bilhassa Kalvinizm’in “dünyaya dönük zahitlik” (ascetisme seculier) kavramının ortaya çıkışı, kişinin ödevinin dünya nimetlerinden faydalanmak ve zenginliğini arttırmak olduğu düşüncesinin yayılmasına sebep olmuştur. İnsanın, Tanrı’nm ideal tabiat düzenini gerçekleştirmek üzere dünyaya geldiği inancı, insanları toplumun rasyonel yönlerini geliştirmeye sevk etmiş ve özellikle Kalvinizm’in, başarının Tanrı’nın kulunu sevmesinin bir belirtisi olduğu anlayışı devamlı çalışmaya iterek, elde edilen zenginliklerin şahsî çıkarlar için kullanılması gerektiği düşüncesinin toplumda yayılmasına yol açmıştır. Daha sonra Luther bir “meslek ahlâkı” (Berufsethos) yaratarak iş çevrelerinde Allah’ın seçkin kulları arasına girmenin ve kurtuluşun dünya nimetlerinden yüz çevirmek yerine bizzat dünya hayatında başarıya ulaşarak mümkün olacağı inancının doğmasına ve gerçek bir para mistiğinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Weber’in tezi şu vakıa ile de desteklenmiştir ki, Reformdan beri ekonomik bakımdan başta gelen memleketler Hollanda, İngiltere ve ABD gibi Protestan ülkeler olup, Protestan olmayan ülkeler geri kalmışlardır. Zira Protestan ekonomi ahlâkı kendi üyelerini kapitalist bir ekonomiye doğru eğitmiş ve yürütmüştür. Hipotezin değeri istatistiğin verdiği gerçeklere de uymaktadır. Almanya’da Protestan nüfus, Protestan olmayan nüfus kesiminden daha ileri durumdadır. Ekonomi ve ticaret okullarına giden Protestan çocukların yüzdesi Protestan olmayan çocuklarmkinden çok daha yüksektir.[4] Bütün bunlar, keşişlerin hücrelerinden meslekî hayata transfer olduğu ve bu yolla dünyevî ahlâka hakim olmaya başladığı, zaman Asketizmin modern ekonomik düzenin olağanüstü sisteminin (cosmos) inşasına katkıda bulunduğunu göstermektedirler.
Aslında, Weber’e göre, müteşebbisin mevcut serveti ile yetinmek yerine onu arttırmak üzere sürekli girişimlerde bulunması esasına dayanan modern Kapitalizm, iş hayatının rasyonel bir şekilde düzenlenmesi ve yürütülmesi üzerine kurulmuştur ki bunun örneklerine başka yerlerde ancak birtakım nüveler ya da taslaklar halinde rastlanmakta- dır. Meselâ Babil, Roma, Hint ve Çin toplumlarmda cenin halinde kapitalizm örnekleri görülmektedir. Ancak bunların hiçbiri modern zamanlarda Batı’da ortaya çıkan Kapitalizmin gelişmesini karakterize eden rasyonalizasyona yer vermemişlerdir. Ancak Weber’e göre hiçbir ekonomi ahlâkı tek yanlı olarak din tarafından şartlandırılmış da değildir. Doğrusu böylesine bir ahlâkı belirleyen çeşitli faktörler arasında din yalnızca biri ve Batı’da modern dönemde kapitalist zihniyetin ortaya çıkışında Protestan Ahlâkının oynadığı roldeki durumda görüldüğü üzere, yerine göre belki de en önemlisidir. Aynı şekilde, Protestanlığın “dünyaya dönük zâhidlik” anlayışının tam tersine olarak Konfüçyanizm ve Hinduizm gibi Doğu dinlerinin “dünyadan kaçan zâkid” (ıveltflüchtende askese) telâkkileri ve aynı zamanda bu dinlerde görülen sihri ve “ritüel” (mensekî, ayini, törensel) unsurlar ve tra- disyonalizm oralarda endüstriyel kapitalizmin doğuşunu engellemişlerdir. Bu durum, dinin beraberinde getireceği İktisadî ahlâkın ekonomik gelişmeyi doğurabileceği gibi yerine göre buna engel teşkil eden bir faktör de olabileceği ve hattâ bu halin, Hıristiyanlık örneğinde görüldüğü üzere, dinin tarihinin muhtelif devrelerinde çeşitli değişiklikler de arz edebileceğini göstermektedir. Her hâlükârda, kapitalizmin doğuşunu engelleyen yukarıda sözü edilen geleneksel engelleri basit bir menfaat arzusu ile kırmak mümkün değildir. Esasen, hemen her devir ve toplumda var olan daha çok kazanma ve yığma hırsı, para ve menfaat arama arzusu ve tamahkârlıkla modern kapitalizmi karakterize eden ekonomik hayatın rasyonel olarak düzenlenmesi arasında öyle sanıldığı kadar pek fazla bir ilişki de bulunmamaktadır. Bunun gibi nüfusun artması da insanların geleneklerin zincirini kırmaları için yeterli değildir. Bunu kıracak olan yegâne vasıta büyük rasyonel problemlerin ortaya çıkması ve rasyonalizmin yaygınlaşmasıdır. Meselâ Hindistan bu gelenek zincirini kırabilecek büyük dinî şahsiyetler yetiştirmiştir. Ancak meselâ Buda örneğinde olduğu gibi onlar, geleneklerden kurtulmayı istemekle birlikte, ampirik günlük hayatı ihmal ederek tefekküre önem vermişler ve bir tür içe katlanışla derin düşünceyi yüceltmişler; kitlelerin ekonomik hayatına bir rasyonelleşme getirmek yerine, İktisadî faaliyetleri kendi geleneksel kadrolarına terk
etmişlerdir.[5]
Modern Batı kapitalizminin doğuşunda başka faktörlerin de bulunduğunun şuurunda olan Max Weber sadece dinî faktörden hareketle onun doğuşunu izah etmek istememektedir. Bu nedenle Weber, dinî düşünce ve ondan kaynaklanan ahlâkın sırf dinî ihtiyaçlara verilen cevaplardan ibaret olup, üstelik olanların öteki beşerî faaliyet alanlarına nispetle belli bir muhtariyetle mücehhez olduklarını, ancak ekonomik, politik, sosyal, kültürel vs. faktörlerin etkilerinden tamamen bağımsız da olmadıklarını ısrarla belirtmektedir. Nitekim, yakın tarihlerde gerçekleştirilen bir araştırma da, Püritanizmin XVII. yüzyılda İngiltere’de sanayi toplumunun ortaya çıkışını hızlandırmış olmakla birlikte, onun bu etkisinin karşılıklı olarak birbirine bağlı bulunan din, iktisat, hükümet, vs. gibi faktörlerin karmaşık etkileşimine bağlı bulunduğunu göstermektedir.[6] Bununla birlikte, Weber’in analizleri dinden kaynaklanan İktisadî ahlâkın ekonomik gelişme üzerindeki mutlak tesirinin önemini gösterdikleri gibi, aynı şekilde Weber’l takiben yapılmış pek çok araştırmalarda bunun böyle olduğu ve özellikle modem Batının ekonomik gelişmesinde dinî faktörün ihmal edilemeyeceğini, meselâ sanayileşme için İlmî ilerleme, ilim ve İlmî zihniyetin temel teşkil ettikleri, ancak İlmî hareketler üzerinde de Protestanlığın önemli bir rolünün bulunduğunu ortaya koymaktadırlar.[7]
Görüldüğü gibi din ile İktisadî ahlâk ve faaliyetler arasında gayet sıkı ve karmaşık ilişkiler bulunmakta olup, hattâ hemen her dinin bir ekonomik ahlâkının bulunduğundan söz etmek mümkündür. Esasen, karakteristik bir dinî tecrübe tarafından belirlenmiş bulunan bir dinin “dünya” karşısındaki tutumu, din mensuplarının beşerî mevcudiyetinin temel tezahürleri ve faaliyet şekilleri hakkındaki değerlendirmelerini etkilediği göz önüne alınırsa, genel olarak dinlerin dünya hayatı, maddî hayat karşısındaki tutumlarına göz atmak, din ile ekonomik hayat ve faaliyetler arasındaki münasebeti daha yakından anlamak bakımından faydalı olacaktır.
[1] aynı yer.
[2] aynı yer.
[3] Bk.: M. Weber, l’Ethique Protestante et l’Esprit du Capitalisme.
[4] M. Weber, LEthique Protestante et VEsprit du Capitalisme, s. 31- 44.
[5] Bk.: M. Weber, Economie et Societe-, Hindouisme et Boudhisme.
[6] Bk.: Herman Israel, “Some Religious Factors in The Emergence of Industrial Society in England”, American Sociological Revietv, c. 31 (Eylül 1966), s. 590.
[7] Bu konuda bk.: Robert K. Merton, Puritanism, Pietism and Sicience. Social Tbeory and Social Structure, Glencoe, III, The Free Press, 1957; James B. Co- nant, “The Advancement of Learning during the Puritain Commonwealth”, Proceeding of the Massachusetts Historical Society, C. 66, 1942, s. 3-31; Ge- orge Rosen, “Left-wing Puritanism and Science”, Bulletin of the Institute of the History of Science, C. XV, 1944, s. 375-380.