Ekonomik Ahlâk Kavramı Neyi İfade Etmektedir?
Morfolojik açıdan bir topluma baktığımızda onun biri madde ötekisi de şuur olmak üzere iki ana unsurdan oluştuğunu görürüz. Toplumun maddî dayanakları onun toprağı, nüfusu ve maddî olan tüm unsurlardır. Toplumun şuuru denince de kolektif şuur adı verilen ve içerisine toplumun inançları, normları ve değerlerinin dahil bulundukları manevî-ahlâkî bütün akla gelmektedir. Nitekim toplumun, karakterini meydana getiren fikirler, bilgiler, inançlar, teknik ürünleri, davranış ve tavır tipleri sisteminden ibaret bulunan kültürü içerisinde de bu iki ana veçheyi ayırt etmek mümkündür: Birincisi maddî kültür, ki oraya bütün üretim araçları, taşıtlar, saklama ve koruma aletleri dahildirler; İkincisi manevî kültür, ki oraya da düşünceler, inançlar, duygular ve davranışlar girmektedirler.[1] Kültürü ve genel olarak toplumu inceleyenler, bu şekilde bu iki ana yönü birbirinden analitik olarak ayırmakla birlikte gerçekte onlar birbirlerine sıkı sıkıya bağlı ve birbirini tamamlayan ayrılmaz bir bütün meydana getirmektedirler. O halde bir toplumun hayatını ve orada ortaya çıkan sosyal tezahürleri anlayabilmek için daima toplum hayatının tamamını gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Her ne kadar sosyoloji tarihi toplum hayatının bu iki ana yönünden birine veya diğerine ağırlık veren nazariyelere şahit olmuşsa da,[2] gerçekte onlardan birinin ötekisi üzerindeki mutlak bir hakimiyetinden söz etmek güçlükle müdafaa edilebilmektedir. Üstelik bu iki veçhe birbirlerinden tamamen bağımsız da değildir. Buna göre, onlardan biri diğerine etkide bulunduğu gibi, İkincisinin de belli bir ölçüde birincisini belirlemesi söz konusu olmaktadır. Esasen, Geştaltçilefin “bütüncü görüş”lerinin XX. yüzyılın başlarından itibaren sosyolojiye uygulanması, toplumlarm ve orada ortaya çıkan sosyal tezahürlerin toplumun hey’et-i umûmiyesinin yani sosyal bünyenin bütününün içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Böyle olunca, meselâ toplumun maddi ya da ekonomik hayatını diğer bütün sosyal olaylar ve faaliyetlerden tamamen ayrı düşünmeye imkân yoktur. Esasen, ihtiyaçların tatmini maksadıyla emtia ve hizmetlerin sağlanmasından ibaret bulunan İktisadî faaliyet ve olaylar öteki sosyal gerçekler ve değerlerle sıkı sıkıya irtibat halindedirler. Çünkü ekonomik olaylar toplum hayatı içerisinde vücût bulan sosyal vakıalardır. Bu bakımdan ekonomik hayatı Fizyokratların yaptıkları gibi farazi bir “tabiî düzen”den hareketle veya Adam Smitb’te olduğu gibi içgüdülere dayanarak bir “korno economi- cus” psikolojisi kurmak sûretiyle sırf rasyonel temeller üzerinde oluşturmanın mümkün olmadığı görülmüştür.[3] Ekonominin temelinde “ferdî menfaat” saikinin yanı sıra şeref, vicdanın tatmini gibi saiklerin de bulunabileceği artık anlaşılmış bulunmaktadır. Aynı şekilde, ekonomik hayatın temeli olarak kabul edilen içgüdülerin bile gerçekte sosyal hayatın ürünleri oldukları bilinmektedir. Parsons ve Smellef in ortaya koydukları üzere ekonomik teori genel sosyal sistemler teorisinin özel bir halini oluşturmaktadır ve toplumda fonksiyonu “sırf ekonomik” olan bir alt yapı sistemi bulunmamakta; ekonomik olaylar sosyal olayların bütünü içerisinde yer almaktadırlar.[4] Nitekim insanların davranışlarında maddî ve ahlâkî ihtiyaçlar ve menfaatlerin önemli bir payı bulunmakla birlikte, öte yandan fikirler ve inançların oluşturduğu dünya görüşü ve değerlerin de beşerî faaliyetlerin “saik- lenme” (motivation) sinde önemli bir rol oynadıkları görülmektedir. Başka bir deyişle ekonomik faaliyeti anlayabilmek için onu, yakından ilişkili bulunduğu değerler sisteminin oluşturduğu ve sosyologların “ahlâkî değerler sistemi” (ethos), zihniyet (esprit) veya daha sık olarak “dünya görüşü” (vision du monde) ya da “hayat anlayışı” (ıvorld vi- ew) adını verdikleri alt sistemle münasebeti içerisinde ele almak gerekmektedir.[5] Ekonomik faaliyet içerisinde yerine göre iklim, siyasî telkin, eğitim ve daha geniş bir anlamda çevre önemli bir rol oynayabilir. Ancak, basit bir içgüdüsel davranıştan ibaret olmak yerine toplumun fonksiyonel sistemlerinden biri olduğu anlaşılan ekonomik hayatın ve daha genel bir anlamda maddî hayatın şekillenmesi ve bir dünya görüşü, bir hayat anlayışı gibi zihinlere tüm derinlik ve genişliğiyle yerleşip köleleşmesi ve dolayısıyla halk psikolojisine yüzyıllarca hükmedecek olan ahlâkî-etik bir ifade tarzı kazanmış olmasının, ekonomik faaliyetlerin anlaşılmasında ve açıklanmasında gözden uzak tutulmaması gereken önemli bir durum olduğuna hiç şüphe yoktur. Ekonomik faaliyetlere bu perspektiften yaklaştığımızda, yüzeyde sıralanan bir şekil ve madde yığınının altında alabildiğine bir ruh ve zihniyet dünyasıyla karşılaşırız,[6] ki buna göre, Max Webef in sosyoloji diline kazandırdığı “iktisâdı ahlâk” terimiyle, ekonomik faaliyetin toplumun manevî-dinî-ahlâkî inançlar ve değerler sisteminden kaynaklanan pratik itici güçleri ve saikler[7] kast edilmiş olmaktadır.
[1] H. Z. Ülken, Sosyoloji Sözlüğü, İstanbul, 1969, s. 185 (“Kültür” maddesi).
[2] Meselâ XIX. yüzyıl tarihin “entelektüalist” (A. Comte), “idealist” (Hegel) ve “materyalist” (K. Marx) telâkkileri ile bu tür nazariyelerin büyük bir canlılığına şahit olmuştur.
[3] A. Cuillier, Manuel de Sociologie, Paris: PUF, 1956, C. II, s. 387.
[4] S. Dönmezler, Sosyoloji, s. 324.
[5] G. Rocher, Introduction âla Sociologie Generale, 1968, HMH Lte, C. I (Acti- on Sociale), s. 79.
[6] S. Ş. Ülgener, İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri, s. 6.
[7] M. Weber, “La Morale Economique des Grandes Religions”, s. 8.