33Sosyoloji Sözlüğü

EKONOMİ (İktisat)

 

 

 EKONOMİ (İktisat)

 

Yirminci yüzyılda
genci kabul gören bir tanı­ma göre iktisat, kıt kaynakların sınırsız ve ra­kip
kullanımlara tahsis edilmesinin incelenme­sidir. Akademik çevrelerde,
bireylerin ve top­lumların maddi ihtiyaç ve arzularını tatmin için
geliştirdikleri yöntemlerle uğraşan bir sos­yal bilim olarak tanımlanmaktadır.
Böyle bir çerçevenin başlıca zaafı, depresyon veya top­lam talep yetersizliği
gibi sorunları kapsama-masıdır. Oysa modern piyasa ekonomilerinin birçoğu büyük
miktarlarda kaynağın atıl dur­duğu dönemlerden geçmektedirler, özellikle emek
ve fabrika kapasitesi yönünden. Bu du­rumda asıl mesele kaynakların hangi
yöntem­le kullanılacağı değil, kullanılır hale nasıl geti­rileceğidir.
Kaynaklan kullanımlara göre tah­sis sorunu ile kaynakların tam kullanımını ba­şarma
sorunu arasındaki fark kabaca iktisadın iki temel dalına tekabül etmektedir:
Mikroikti-sat ve makroiktisat. Ancak, para ve genel fiyat dengesi İle ilgili
bazı hususları kapsamasından ötürü, ınakroiktisatın da kaynakların tahsisi ile
bağı vardır.

Kaynakların alternatif
kullanımlara tahsisi en basit biçimiyle bir ailede (hanede) yapıl­maktadır;
iktisatm özgün anlamı da hane hal­kı yönetimiyle ilgilidir. Eski Yunan’da bu
is, için kutlanılan kelime oikinomikos’dur. An­cak İleride göreceğimiz gibi, bu
kelime biçim­sel değil aslî (Özsel/sabstantive) bir anlam ta­şımakladır ve
İktisadın modern anlamına kar­şıttır.

Grek nomenklatürü
Ortaçağ sonlarında Fransız yazarlarınca devralındı. Choyselat, 1956 yılında
Discours Occonomiquc’yî yayım­ladı; bu eser temelde agronomik bir meseley­le
ilgiliydi. Momchcretien de \Vattevillc Traİcıc de ruecouonıicpolilique (1615)
adlı eserin­de iktisatm “poliçe” (hükümet bilimi) den ayrı
düşünülmemesi gerekliğini, çünkü “servet edinme biliminin aile ve devlette
ortak bİrşcy olduğunu” söylüyordu. Ne var ki, Montchereti-en uzun süre
hiçbir yankı uyandırmadı. Cla-ude Dugin 130 yıl sonra Occonomiques’i yaz­dı,
1750’de Oeconomische Nachrichtcıı yayı­na başladı ve kısa bir zaman sonra
Fizyokrat­lar, iktisatçılar (les economistes) olarak adlan­dırıldılar.

İtalya’da Genovesİ
‘sivil iktisat’, Ortes ise ‘milli iktisat1 terimlerini savundularsa da pek
başarı sağlayamadılar. Oysa Almanya’da milli iktisat (Nationalökonomie) terimi
19.yüzyılda büyük rağbet gördü. Bütün bunlara rağmen, modern anlamda iktisat bilimini
İngilizlerin eseri saymak yanlış olmaz. Merkantilist döne­min tüccar veya
hükümet yetkilileri, yazdıkla­rı kısa Takat özlü risalelerde modern iktisat dü­şüncesinin
esaslarını, farkında olarak veya ol­mayarak, ortaya koydular.

Onycdinciyüzyılda oluşturulan
modern dün­ya görüşü içinde o kadar geniş bir yer tutan ik­tisadi düşünce,
arkasında İlahiyat (teoloji) ve­ya siyaset felsefesinin uzun geleneklerine sa­hip
değildi. Yani o güne kadarki düşünce sis­temleri içinde ayrı bir araştırma
alanı olarak bir yeri yoktu. Aristo ekonomilerden söz eder­ken hane
tiplerinden, yani sosyal yapı içindeki birimlerden söz ediyordu. Kilise
babalarının eserlerinde iktisadi düşünceler kötülük ve er­dem üzerine yazılan
metinlere gömülüydü. Geç Orta Çağların kendine yeterli, dolaysız tü­ketim
ekonomilerinde iktisadi konular üzerin­de düşünmeyi teşvik edecek fazla bir şey
yok­tu. Avrupa’nın hemen her yerinde, tarımsal görevlerin organizasyonu
basitti. Düşük mah­sul, nüfusu sürekli olarak tehlikeye İttiği için, siyasi
denetimin uygunluğu (meşruiyeti) tartı­şılmıyordu. Hukukta, iktisadi İlişkiler
görev ve hakların, güvenlik ve varolma ihtiyaçlarına yakından bağlandığı bir
sosyal bağlam içinde ele alınıyordu. Kısaca, iktisadi yapıdaki temel unsurlar
görünür ve elle tutulur kaldıkça, sis­temin anlaşılması bütün toplumun tasarruf
un­daydı. Dolayısıyla, iktisat gibi ayrı bir araştırma anlamına ihtiyaç yoktu.

Onaltıncı ve 17.
yüzyıllarda ticaretin genişle­mesiyle bütün bunlar değişti. Serbestçe dalga­lanan
fiyat ve kâr sistemiyle “commercialism” şehirlerden kırsalkesime
yayıldı. Yerel piyasa­ların engellerini yıkan yeni bir iletişim ağı oluş­tu.
Daha fazla üretim için verilen teşvikler, uz­manlaşma ve ölçek ekonomilerinin
maliyet avantaj larıyla elele verdi. Daha önceki dönem­lerde sadece uzak
mesafeli ticaretin aktörü olarak tanıdığımız müteşebbis tüccarın tarım ve
imalat alanlarına girmesiyle piyasalar geniş­ledi. Arzın sınırları içinde
tutulan bir ekono­mi yavaş yavaş talebin özelliklerine {ve garip­liklerine)
uymaya başladı. Görünmeyen işlem­lerde anonim olarak kayıtlı ferdi zevkler yeni
bir güç kazandı.

Ticari bakımdan
bütünleştirilen ülke ekono­milerinde tüketici tercihleri, piyasaların bü­yüklüğü,
taşımacılıktaki verimlilik artışı ve ödeme araçları herhangi bir tahılın üretim
miktarından daha önemli hale geldi. Uluslara­rası rekabet, parasal
dalgalanmalar ve arz/ta­lep düzeylerindeki süreksizlikler ekonomiyi artık
görünür ve elle tutulur olmaktan çıkarıp, genel olarak kavranılmaz bir duruma
getirdi. Merkantilist dönemin ‘risale yazarları’ işte böyle bir ortamda zuhur
etmeye başladılar. İk­tisat tarihi kitaplarında, mcrkantilistlerin ayırı­cı
vasfı olarak umumiyetle onların devlet mü­dahalesinden yana oldukları
gösterilir. Bu hü­küm, doğru olmakla beraber, merkantilistleri ancak 19. yüzyıl
veya 20. yüzyıldan (belki) ayı­rabilir; kendilerinden önceki dönemlerden ise
kesinlikle ayırmaz. Çünkü, iktisadi faaliyetin en küçük ayrıntıları bile her
zaman örf ve ka­nun vasıtasıyla, toplum tarafından denetlen­mekteydi.
Merkantilist diye nitelenen döne­min eserlerini ayırdeden özellik, iktisadi
olgu ve ilişkilerin sosyal bağlamlarından kopanlma-sıdır. Örneğin
ThomasMun,T.Kuhn’un bilim­sel araştırma yöntemini kullanarak, yeni bir
‘paradigma’ oluşturdu. İngiltere’nin ticari iliş­kilerini gerçek bağlamlarından
soyutlayarak, onların yerine bir ‘düşünsel model’ kurdu. Malların gönderilmesi,
senet ve faturaların el değiştirmesi, metaların değiş-tokuşu tam ve görünmeyen
bir ticari akışın parçaları oldu, “özgül, kişisel ve somut”tan
bağımsız hareket eden bir akış. Düşünsel analizde, İktisadi fak­törler İlk
defa, kendilerini çepeçevre saran sos­yal ve siyasi engellerden açıkça
ayirdedilmek-teydi. O kadar ki, Kral bile Mun’m eserlerin­de İngiltere’nin
hükümdarı olmaktan çok bir gümrük vergileri mültezimi olarak görülüyor­du. Asli
iktisadi İlişkileri arızî (şarta bağlı) olanlarından ayırmakla, Mun aynı
zamanda mübadele sisteminin otonom (özerk) olduğu fikrini de dile getirmiş
oluyordu.

Markantilist
yazarların başlattığı soyutlama yöntemini Fizyokratlar devam ettirdi. İngilte­re’de
merkantilizm hemen klasik iktisat tara­fından takip edilirken, Fransa’da
kendilerine ekonomistler diyen ve tarımın üretkenliğini, sanayi ve ticaretin
ise kısırlığını savunan bir grup düşünür ortaya çıktı. Bu görüş özellikle
Ouesnay’in Ekonomik Tablo’sunda en açık ifadesini bulmaktadır. Net ürünün
toplumun değişik sınıflan arasındaki dolaşımını gösteren Tablo, fizyokratİk
öğretinin en olağanüstü unsurudur. Bütün dolaşım sürecini basitleştir­miş bir
şema ile göstermek, bilimsel yöntemin iktisadi olgu ve ilişkilere güçlü bir
biçimde uy­gulanması demektir. Mirabo, Ekonomik Tab-to’yu İnsan aklının en
önemli keşiflerinden bi­ri olarak yazı ve paranın icadı ile aynı değerde
telakki etti.

İngiltere’de Petty,
siyasi ekonomiler ve eko­nomiyi (oeconomicks) siyasi aritmetik anla­mında
kullandı (17. yüzyıl) “Poliçe” ancak bir sonraki yüzyılda
yayılabildi; 1755’te Hutche-son, Ahlâkî Felsefe sistemi adlı eserinde
“İkti­sat ve Siyasct”i “sivil siyasa” ile dönüşümlü kul­lanıyordu.
Adam Smith 1763’teki derslerini “a-dalct, polis, gelir ve silahlara”
ayırmıştı; polis kavramıyla “temizlik ve emniyet, ucuzluk ve bolluk,
ticaret ve adaletler” ele alınıyordu. Hutchcson, 1742’de yayımladığı Ahlak
Felse­fesine giriş adlı kitabının üçüncü bölümüne ‘İktisat ve Siyasetin
İlkeleri’ başlığını koymuş­tu, ama bölümün iktisatla ilgili yerlerinde evli­lik
ve boşanma, çocuklarla ana-babalarmın, hizmetçilerle efendilerinin İlişkilerini
ele alı­yordu.

Stcuart’ın siyasal
İktisatm Temelleri Üzeri­ne İnceleme (1757)’si Siyasal İktisat terimine
popülerlik kazandırdı. O kadar ki Snıith, Stu-art’ın terimini “devlet
adamlığı veya yasama bi­liminin bir şubesi” ve “milletlerin
zenginliği­nin labiat ve kaynakları” ile uğraşan bir disip­lin olarak
niteledi. Ondokuzuncu üyzyıtın baş­larına doğru, yeni disipline hemen hemen her
yerde siyasal iktisat deniyordu.

İktisat düşüncesinin
köşetaşı hiç şüphesiz Adam Smith’in 1776’da yayımladığı “Milletle­rin
Zenginliği” adlı kitaptır. Bir iyimserlik asrı­nın kutsal kitabı olan
Smith’in eserinin temel bir tezi, İkıİsadî hayatın gizli fakat mutlak bir
yasayla yönetildiğidir. Bu yasaya göre, her ne kadar sadece kendi öz
çıkarlarına hizmet etse­ler de, İnsanlar aynı zamanda otomatik olarak kamu
yararına katkıda bulunurlar. Hatta, ka­mu yararını hiç kimse sadece kendi
çıkarlarını gözeten hür insanlardan daha iyi teşvik ede­mez. Smith’in
ifadesiyle “her insanın kendi şartlarını daha iyileştirmek için gösterdiği
tek­düze, sabit ve kesintisiz çaba, kamu (milli) ve aynı zamanda özel servetin
kendisinden kay­naklandığı ilkedir. “Ekonomik faaliyete müda­hale
edilmemelidir, çünkü görünmeyen el sap­maları düzeltir ve ekonomiyi denge
noktasına ulaştırır.”

Smith’i böyle bir
mekanik otomatik denge anlayışına götüren Neıvton oldu. İngiliz bilim adamının
resmettiği kainat dev bir saatin dü­zen ve kesinliği ile işliyordu. Smİth,
Ncutoncu bilimi onsekizinci yüzyıl ticari faaliyetine uyar­ladı; örneğin, tam
(veya aşağı-yukan tam) re­kabete dayanan bir İş dünyasında arz ile lalep
arasında hemen hemen tam bir denge gördü. Her ne kadar modern ekonomilerdeki en
güç­lü unsurlar Adam Smith’in dünyasına çok az bcnziyorlarsa da, bugün İktisat
(bilimi) hala Smith’in varsayımlarından birçoğuna göre yo­luna devam etmektedir
(tam rekabet dünyası gibi). Newton’un çağından bugüne tabiat bi­limleri birkaç
devrimden geçtiler; iktisatta böyle bir şey olmadı. Neokfasİklerin ve
Kcy-nes’İn katkıları kendi içlerinde büyük yenilik­ler taşısa da, iktisat
düşüncesinin özünü değiş­tirmedi.

Başa dönersek,
iktisatın biçimselci tanımını (L.Robbİns’e dayanarak) şöyle yapmıştık: Kıt
kaynakların sınırsız ve rakip kullanımlara tah­sis edilmesinin incelenmesi.
Kıtlık (nedret) ve seçim kavramlarına dayanan bu biçimselci ta­nım, ancak
piyasa toplumlarında İktisadi süre­cin anlaşılmasını sağlayabilir. Sadece piyasa
toplumlarında, yani temel üretim araçlarının (toprak, emek, sermaye) birer meta
haline gel­diği, kendi kurallarına göre işleyen bir piyasa mekanizmasına
bağımlı toplumlarda, ekono­mik toplumun bütününden ayrışmıştır. Böyle bir
ayrışma sürecinin sözkonusu olmadığı (vc/veya olmayabileceği) toplumlarda bu bi­çimselci
tanım yerine asli (substantinist) ta­nımlar kullanılmak zorundadır.

Enderlik kavramının
arkasındaki varsayım şudur: İnsanların maddi istekleri sınırsızdır.
Milletlerarası sosyal bilimler Ansiklopedisine göre “dünya nüfusunun ezici
çoğunluğu, mev­cut seviyeye bakmayarak, elde olandan her za­man biraz daha
fazla (çoğunlukla, çok daha fazla) gelir ve tüketim arzu eder. Bu genelle­menin
İki istisnası vardır: Zahİdler (ki mo­dern toplumlarda çok az görülen bir
cinstir bu) ve dünya nüfusunun sözün gelişi, restoran mönülerinin fiyat
sütununa hiçbir zaman bak­mayacak kadar zengin olan küçük bir bölü­mü.”

Bir sosyal bilim
olarak (biçimsel) İktisat in­sanların ne istemeleri gerektiğini değil, ne İste­diklerini
inceler. Birinci soru daha ziyade ahla­kın, estetiğin veya dinin alanına girer.
Gene de, profesyonel iktisatçıların yazdıklarının ço­ğu, açık veya örtülü
olarak, iktisadi faaliyetin gayeleri hakkında varsayımlar yapmaktadır. Bu tür
yazılar dar anlamıyla iktisat bilimi de­ğil, iktisadi felsefe alarak telakki
edilmelidir. Çoğunlukla birincisine pozitif iktisat, ikincisi­ne normatif
iktisat denmektedir. Diğer şartlar eşit iken, süt fiyatındaki bir düşüş süt
tüketimi­ni arttırır demek pozitif bir İfadedir ve böyle bir ifadenin
geçerliliği gözlemle sınanabilir. Sütün fiyatı düşürülmelidir demek normatif
bir ifadedir. Bu ikinci ifade gözlemle cerhedî-lemez; söyleyenin kişisel veya
toplumsal değer­lerine göre süt tüketiminin rakip seçcneklerden “daha
iyi” veya daha önemli olduğunu ima eder. Eğer böylesi değerler geniş
olarak payla-şılırsa, sosyal siyaset için uygun bir zemin oluş­turabilirler,
fakat değerlerin bizzat kendileri­nin geçerliliği bilimsel doğrulama veya sına­manın
Ötesinde kalır.

İktisadi faaliyetin
amaçları çoğunlukla Tay­da” başlığı altında toplanmaktadır. Fayda
(utİ-liıy) tüketim, üretim ve onlarca ilgili davranış­lar aracılığı ile elde
edilen tüm tatminleri ku­caklayan bir inşadır. İktisadi faaliyetlerin gaye­sinin,
kaynakların sınırlamalarına bağlı olarak faydayı azamiye çıkarmak olduğu ve
faydanın artan mal ve hizmet tüketimiyle arttırılmış ola­cağı genel olarak
varsayılmaktadır. İlke ola­rak fayda, güzel bir manzara, huzurlu çalışma
şanları, sevecen arkadaşlar veya siyasi İktidar gibi gayri maddi faktörlerle de
arttırılabilir. Ancak bu tür ihtiyaçlar, bir dizi sebeplen dola­yı, İktisadi
analize açıkça katılmazlar -bazıları ölçüm konusu oladıklarından, bazıları da
ikti­sadi faaliyeı aracılığıyla ürelilenıediklerinden-ve ayrıntıları ile ortaya
konunca hemen he­men hepsi farklı insanlarca çok farklı olarak
değerlendirilirler. Dahası, bazıları, onları ana­liz için daha iyi metotlara
sahip olan diğer sos­yal bilimlerin alanına girmekledir.

Bİr dikta rejiminde,
makismize edilecek fay­da diktatörünün, köleci bir toplumda ise küle
sahiplerinin. Hür toplumlarda ise, her kişinin kendi öz faydasının peşinde
koştuğu ve genel­likle bunun nasıl yapılacağının en iyi yargılana­cağı olduğu
varsayılagelmişür.

Bilimin amacı ya hasbî
bir anlayışa (‘sercerİ’ tecessüsün tatmini) veya öngörü ve kontrol için temel
oluşturacak bir anlayışa ulaşmaktır. İktisatta her iki unsur mevcut ise de,
ikincisi özellikle belirgindir. Sözkonusu öngörüler, bi­reylerin
davranışlarından ziyade büyük sayıda­ki grupların toplu davranışlarıyla
ilgilidir. Do­layısıyla, iktisadi bilgileri gözlenmiş düzenlilik­ler veya
“kanunlar” halinde özetlemek müm­kün olabilmektedir. Mesela, belirli
bir piyasa­da süt fiyatının %2 azalması sonucunda süt tü-keiimi %1 artıyorsa,
burada “talep kanunu­nun işlediği ifade edilebilir. Yani, diğer şeyler
eşit olmak şartıyla, bir malın talebi fiyalıyla

ters orantılı olarak
değişir.

Biçimsel iktisatın
özüne, yani kaynakların tahsisi meselesine geldiğimizde F.Knight’İn tasnifini
esas alırsak bir ekonominin başlıca dört fonksiyonu vardır:

  a)
Hasılanın (output) bileşimini belirlemek;

  b)
Üretimi örgütlemek

; c) Ürünü
(veya geliri) bölüştürmek

; d) Gele­ceği
teminat allına almak.

Kaynakların tahsisi
teorisi (mikroiktisat) ile para, gelir ve fiyat düzeyi teorisi (makroikti-saı)
iktisadın özünü oluşturur. Bu öz çevremiz­de bazı uzmanlık alanları
oluşturmuştur. Ma­tematiksel İktisat teorisi, matematiksel araçla­rı
iktisattaki teorik sorunlara uygular. Ekono­metri geliştirilmiş istatistiksel
araçları iktisat­la ampirik sorunlarına uygular. İktisadi Dü­şünce Hayatı,
geçmişin Önemli iktisatçılarının eserlerini, birbirleri üzerindeki etkilerini,
di­ğer disiplinlere ve dünya işlerine olan etkile­rin inceler. İktisadi tarih,
iktisadi analizi geç­mişteki sorunlara uygularken, İktisadi Kalkın­ma daha az
gelişmiş (sanayileşmiş) ülkelerin büyüme ve gelişme problemlerini irdeler. Bun­lara
ilave olarak Endüstriyel İlişkiler (Türki­ye’de Sosyal Siyaset olarak
adlandırılmıştır) çerçevesi içinde(i§çi-işvercn ilişkileri, sendika­cılık ve
toplu pazarlık ve çalışma hayatının-tüm sorunları zikredilebilir. Uluslararası
İkti-saı ile Kamu Maliyesi de İktisadın önemli di­ğer dallarıdır.

Muştala ÖZEL

 

İlgili Makaleler