Tarihi Şahsiyetler

Ekmeleddin Nahcivani Kimdir, Hayatı, Hakkında Bilgi

Ekmelüddîn Müeyyed b. Ebî Bekr b. İbrâhîm el-Konevî en-Nahcuvânî et-Tabîb (ö. 701/ 1302’den sonra) Mevlânâ’nın hekimi ve yakın dostu.

Nisbesinden aslen Nahcıvanlı olduğu anlaşılmakta, ne zaman doğduğu, nere­de ve kimlerin yanında öğrenim gördü­ğü bilinmemektedir. Hayatıyla ilgili ba­zı bilgiler, Selçuklular hakkındaki birkaç menkıbevî esere ve münşeat mecmua­sına dayanmaktadır. Bu eserlerde adı genellikle Ekmeleddin Tabîb şeklinde geçer. Sultan Veled onu kırk bir beyitlik bir kasideyle övmüştür. Bu kasidenin baştan yirmi iki beyti müveşşah (akrostiş) olup ilk harflerinden “Ekmelüddîn Müeyyed en-Nahcuvânî” adı çıkmakta­dır. Konya Selçuklu sarayında hekimbaşılık, I. Alâeddin Keykubad Dârüşşifâsı’nda da reîsületibbâ-lık ve müderrislik yapmıştır.

Ahmed Eflâkî’nin Menâkıbü’l-‘arifin’inde, Mevlânâ Celâleddîn-i Rümînin müridlerinden olan Ekmeleddin Tabîb’in onunla ilgili yedi menkıbesi nakledilmek­tedir. Ekmeleddin Tabîb’in Mevlânâ “da gördüğü kerametleri anlatan ve ona kar­şı beslediği büyük sevgi ve bağlılığı ifa­de eden bu menkıbelerden ayrıca ken­disi hakkında da bazı bilgiler elde edil­mektedir. Meselâ Önceleri çok güzel ve pahalı elbiseler giydiği halde bir gün Mevlânâ’nın meclisinde şıklığından do­layı mahcubiyet duygusuna kapılır. Bu sırada Mevlânâ’nın, içinden geçenleri an­layarak kendisini teselli etmesinden memnun olur ve derhal elbiselerini ora­daki yoksul müridlere dağıtır; ömrü bo­yunca da bir daha gösterişli kıyafetle gezmez. Yine Eflâkfnin nakillerinden. Ekmeled­din Tabîb’in Mevlânâ’yı yüz bin İbn Sîhâ’dan daha değerli gördüğü, Mevlânâ’nın da kıyamet günü dünyanın bütün tabiplerinin onun yüzü suyu hür­metine bağışlanacağını söylediği öğre­nilmektedir. Bu menkıbe­lerde Ekmeleddin Tabîb’in rahmetle anılmasından, onun Eflâkfnin Menâkıbul-‘arifin’i yazmaya başladığı 718 (1318) yılından önce veya belki birkaç yıl sonra Ölmüş olabileceği söylenmektedir. Ke­sin olan husus ise 701 Cemâziyelâhirinden sonra vefat ettiğidir; çünkü mevcut tek eserini bu tarihte te­lif ettiği bilinmektedir. Yine bu menkı­belerde “zamanın Hipokrafı, zamanın Eflâtun’u, dünyanın hekîmi, Anadolu he­kimlerinin ulusu, benzeri bulunmayan” gibi sıfatlarla tanıtılan, bazan da öğre­ticilik vasfını belirtmek için “hoca” un­vanıyla anılan Ekmeleddin hakkında, “Ek­meleddin Tabîb de bütün beyler ve bil­ginlerle semayı seyretmektedir”, “Ekme­leddin Tabîb zamanın bütün hekim ve büyüklerinin ortasında hikâye eder ki…” gibi ifadeler kullanılması, onun devlet adamları ve âlimler arasındaki seçkin yerini göstermektedir.

Ekmeleddin Tabîb’in gerek devlet adamları katında gerekse âlimler ara­sında ne kadar sözü geçer bir kişi oldu­ğu, Mevlânâ’nın kendisine yazdığı bazı mektuplardan çok açık şekilde anlaşıl­maktadır. Bu mektuplardan birinde Mevlânâ, ondan bir medrese müderrisliğine tayin işinde aracılık etmesini istemekte ve bu işi ancak kendisinin yapabileceği­ni söyledikten sonra küstahlığının ma­zur görülmesini dileyerek, “Çünkü tatlı suyun kıyısı kalabalık olur” demek su­retiyle de onun âlicenaplığını ve iyilikle­rinin bolluğunu dile getirmektedir. Bir başka mektubun­da ise ondan, devrin hükümdarlarını avu-cunun içinde tutan ünlü Selçuklu devlet adamı Muînüddin Süleyman Pervâne’ye selâm ve teşekkürlerini iletmesini iste­mektedir. Mevlânâ, Ek­meleddin Tabîb’e yazdığı bu mektup­larda ona daima “sadr-ı kebîr, melikü’l-hükemâ, mefharü’l-etıbbâ, asfâ cevâhi-ri’1-hayât” gibi övgü dolu sıfatlarla hi­tap etmiş, çeşitli iltifatlarda bulunmuş ve bu arada her cümlesinde kullandığı saygılı ifadeyle de onun önemli mevki sahibi bir devlet adamı olduğunu vurgu­lamıştır. Mevlânâ’nın da kullandığı “me-likü’l-hükemâ’nın. gerek Selçuklular ge­rekse Osmanlılar devrinde önemli tabip­lere verilen bir unvan olduğu bilinmek­tedir. Halk arasında Ekmeleddin Tabîb’in, bu unvanın tercümesi olan “Bey Hekim” lakabıyla da anıldığı anlaşılmaktadır. Zi­ra bugün Konya Alâeddin Tepesi’nin ba­tısında yer alan Beyhekim mahallesin­de Ekmeleddin Tabîb’e nisbet edilen bir mescid ve türbe bulunmaktadır.

Ferîdûn-i Sipehsâlâr, Mevlânâ ve onun yakın çevresiyle ilgili eserinde, Mevlâ­nâ’nın hastalığı sırasında Ekmeleddin Tabîb’in Gazanfer adlı bir hekimle bir­likte baş ucundan hiç ayrılmadığını ya­zar. Bu tabibin, Gazanfer et-Tebrîzî diye tanınan ve Huneyn b. İshak’ın el-Mesâ’ü ii’t-tıb adlı eserine Hâşılü’l-Mesâ’il adıyla bir ihtisar yazmış olan Fahreddin Ebü İshak İbrahim b. Muhammed oldu­ğu bilinmektedir.

Ekmeleddin Tabîb’in öğrencilerinden Ebû Bekir İbnü’z-Zekîel-Mütatabbib el-Konevî’nin 677 yılı Ramazanı sonlarında telif ettiği Raviatü’l-küttâb ve hadîkatü’l- eîbâb adlı münşeatta hocasına gönderdiği üç mektup yer al­makta ve kendisinin de dev­let adamlarının dostu ünlü bir hekim ol­duğu anlaşılan Ebû Bekir el-Konevî’nin Ekmeleddin Tabîb’e “melikü’l-hükemâ ve’l-etıbbâ, melikü’l-hükemâ ve reîsü’l-etıbbâ, hükemâ-i cihan, sultân-ı etıbbâ-i zaman” sıfatlarıyla hitap ettiği görül­mektedir.

Bilindiği kadarıyla Ekmeleddin Tabîb’in günümüze ulaşan tek eseri, İbn Sina’nın el-İşârât ve’t-tenbîhâfına, “et-Tabîiyyât” kısmının başından kitabın sonuna kadar yazmış olduğu şerhtir. Bu eserin, müellif tarafından 701 Cemâziyelâhiri-nin sonunda yazılmış nüsha­sı Köprülü Kütüphanesi” nde bulunmak­tadır. Eserin Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde yer alan nüshası ise 19 Receb 702’de Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd er-Râzî tarafından istinsah edilmişti. Köprülü nüshasının ferağ kay­dında müellifin adı Müeyyed b. Ebû Bekir b. İbrahim et-Tabîb en-Nahcuvânî şek­linde geçmektedir.

Türkiye Diyanet Vakfi Islam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler