EĞİTİM
Eğitim terimi, en
genel anlamda gençlerin ya da çocukların yetiştirilmesi, zilini ve ahlaki
eğitimi; aklî meleke ve niteliklerin özellikle de okul benzeri kurumlarda
sistematik bir öğ-retîm yardımıyla geliştirilmesini İfade eder. Anlam biraz
daha genişletil irse, yetişkin yaşta edinilen eğitim ve öğrenimi de kapsar.
Bazan bu anlam tüm
toplumsal düzenlemelerin öğretici etkileri olduğunu ifade edecek biçimde
genişletilir.
Eğitime ilişkin
tarihte ve günümüzde yer alan tüm tartışmaları burada anlatmak mümkün değilse
de, yukarıda verdiğimiz genel tanımın biraz ötesine geçildiğinde zorlukların
ortaya çıktığı da açıktır.
Tabiat ve hakikat
konusundaki kavramlar, sınıfsal veya sınıfsal olmayan çıkarlar, dinsel
İnançlar ve benzerleri, bir kişinin veya grubun eğitimin doğası ve İşlevleri
konusundaki görüşlerini toplumsal yaşamın öteki alanlarından bir derece daha
fazla etkiler. Şu halde, eğitimin farklı tanımlan eğitimin yöntemi ve içeriği
üzerindeki farklı düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Bu türden durumlarda en genel
içerikli tanım en kullanışlısı olmaktadır. Bu meselelerin bazıları aşağıdaki
sosyolojik tanım denemeleri verilirken belirtilmiştir:
1-
E.Durkheim, terimin bilimsel kullanımının “Yetişkin kuşaklar tarafından,
henüz toplumsal hayata hazır olmayanlara (çocuk ve gençlere) yönelik olarak
icra edilen etkileri” belirlemesi gerektiği görüşündeydi. Buradan yola
çıkarak tanımını şöyle yapıyordu: “Eğitim, genç kuşakların yöntemli bir
tarzda toplu msallaştırılmasını içerir.” Tanım Durkhe-im’in eğitimi
toplumda uzlaşma ve bütünleşme sağlayan ve gelecek kuşaklarda yer alacak
kişilerde uygun karakter özellikleri yaratan bir kurum olarak gören işlevsel
(functional) görüşünden kaynaklanmaktadır.
‘Toplum” ancak
üyeleri arasında yeterli düzeyde bir tek renklilik varsa, yaşamını devam
ettirebilir. Eğitim bu tckrenkliliği, ta başından toplum yaşamının
gerektirdiği benzerlikleri çocukta yerleştirerek güçlendirir”. Ve bu
anlayış bazıları
nesiller üzerindeki vurgunun sınırlayıcı ve kafa karıştırıcı olduğunu düşünseler
de, Avrupalı sosyologlar arasında ortak payda durumundadır.
2- M.Weber,
karşılaştırmalı araştırma amacıyla “Pedagojik amaç ve araçlara İlişkin
bir ti-polojİ çizmiş”, bu tipolojiye paralel bir de “egemenliğin
toplumsal yapıları” tipolojisi hazırlamıştı. Her eğitim sisiemi,
çocukları karizma-ttk-rasyonel bürokratik devamlılık içinde bir nokuda var
olan, egemenlik İlişkisinde belirleyici olabilen statü grubunu karakteri/C
edip ona uygun olan belli bir yaşam biçimi İçin hazırlama amacım taşıyordu.
3-
K.Mannheim İse eğitimi, sosyal teknikler -İnsan davranışını varolan toplumsal
İlişki ve örgüt kalıplarına uysun diye etkileme yöntemlerini içeren genci bir
kategori- içinde sınıfla-misti. Yakın zamanlarda psikolojinin etkisi altına
girmiş bulunan eğitim araştırmaları sahası, bir zamanlar genel felsefe
disiplininin sınırlan İçindeydi. Bugün ise antropoloji, ekonomi, siyaset
bilimi ve sosyolojinin eğitini üzerinde giderek daha önemli bir etkisinin
olduğunu görüyoruz,
Uygulamalı bir alan
olan eğitimin konumu, kendisini başka alanlardan ve kavramsal çerçevelerden
ayırmak hususunda zorluklar çıkarmaktadır. Yine de pek çok araştırmacı ve
bilim adamına göre, eğitim üzerine yapılan çalışmalar, öğrenmeye yönelik ve
çoğunlukla da okul bağlamları İçindeyeralan araştırma faaliyetlerini ifade
etmektedir. Üzerinde çalışılan problemler ve yöntemler, araştırmacının geçmişi
ve aldığı eğitime göre büyük farklılıklar gösterebilmektedir. Şüphesiz daha
önceden geçerli olan, eğitimin amaçlarına yönelik açıklamalar getiren felsefi
yaklaşımla karşılaştırı-lırsa, sosyal bilim ve davranışçı yöntemlerin önem
kazanması, kullanılacak araçlar konusunda bir ilgi alanı değişikliğini
beraberinde getirmiştir.
Uygulamalı bir alan
olması nedeniyle eğitim alanında yapılacak araştırmalar iş, hükümet ve basın
alanındaki liderlerin geliştirdiği ve istediği alanlarda gerçekleşmeye
başlamıştır. Örneğin 1950’lcrin sonlan ile 60’ların başında
Amerikan siyaset
liderleri Sovyetler Bİrliği’y-le girişilen uzay çalışmaları yarısıyla çok İlgiliydiler.
Tanınnıış eğitimci James B.Conant bu yüzden Amörika Birleşik Devletlerinde
akademik eğitimin kalitesindeki düşüşü anlatan bir dizi rapor hazırlamıştı.
Eğitim araştırmaları sonucunda, farklı öğretim programları başlatıldı. Öğretme
yöntemleri, okul-İçi ilişkiler ve okul yapılarının değiştirilmesi gibi, daha
çok bilim adamı ve mühendis yetiştirmeye yönelik değişiklikler
gerçekleştirildi. Örneğin bu dönemde “yeni matematik” ortaya çıktı
ve psikolog Jerome Bruner gibi çok etkili eğitimciler bilim, matematik ve
öteki akademik programların daha alt sınıflarda okutulmasını önerdiler.
1960’ların
ortalarında, insan hakları üzerine gelişen tartışmalar eğitim araştırması
yapanların ilgisini fırsat eşitliği meselelerine yöneltti. Jean Piagct’nin
çalışmaları, eğitim programlarının bireysel ilgilerin ortaya çıkabileceği
şekilde gevşetilmesi yolunda iddiaları olan Amerikan ve İngiliz
araştırmacılarına fikri bir temel sağladı. Bazıları bu fikirlere, çok fazla
şeye izin verdiği için karşı çıktı, ama amaç çocuklarda bulunan gelişme
sistemleri ile eğitim programları arasında uyumlu bir İlişki bulabilmekti.
Bununla birlikte, bilgi alanlarının hiyerarşisine karşı azalan ilgi
(matematik, pozitif bilimler ve öteki kolej hazırlık dersleri en üstte, diğer
disiplinler aşağıya doğru sıralanır) ve bir birey olarak çocuğun konuya İlgi
duymasının önemi, fırsat eşitliği meseleleriyle uyumlu bir yapı ar/ediyordu.
Eşitlik, eğilim
araştırmaları ve tartışmaları alanındaki farklı kesimlerde önemli bir konu
olmaya devam etti. Örneğin James Cole-man’ın binlerce Amerikan okulundan
sağladığı verilerin çözümlenmesi, okuldaki başarı ve ait olunan ırk arasındaki
ilişkinin ne ölçüde önemli olduğunu farklı değişkenler düzeyinde açıklamaya
çalışıyordu. Bulgular öğrencinin sınıfsal konumu ve içinde bulunduğu ırk İle
bireysel başarı arasında önemli bir etkililik ilişkisi olduğunu gösteriyordu.
Bu bulgulardan yola çıkılarak hemen öğrencileri ırk olarak farklı alanlardan
geçirerek daha üst düzeyde ırk dengesi sağlayacak bir ortam yaratılmasına çalışıldı.
Aynı dönemde okul-öncesi programların siyahlar ve öteki düşük gelir
gruplarından gelen öğrencilerin başarısında ne gibi etkilerinin bulunduğu
yolunda araştırmalar gerçekleştirildi.
Eşitliği sağlama
yolunda pedogojik faktörlerin kullanımını araştıran çalışmalar yapılırken,
geleneksel fırsat eşitliği kavramı ilk kez tartışmaya açıldı. Coleman 1973’dc
eğilimde fırsat eşitliği düzeyinde -farklı kesimlerden çocuklara harcanan
kaynakların miktarı- değil de, elde edilen sonuçlar düzeyinde Ölçülmesi
gerektiğini söylüyordu. Bu yolla benzer veya farklı ırk ve toplumsal gruplardan
gelen kişilerin başarı kalıplarının ne şekilde oluştuğunu görmek mümkün
olacaktı. Bu tür bir fırsat eşitliği anlayışı benimsenseydi, oyunun kuralları
oldukça önemli biçimde değişebilirdi. Bu öneri, eşit sonuçların elde
edilebilmesi için eşit olmayan kaynak aktarımlarını gündeme getirebilecek bir
öneriydi.
Coleman’ın Önerdiği
metod hiçbir zaman tam olarak kabul görmedi. Yine de Amerikan politikacı ve
eğitim planlamacıları federal kaynakların, sakatlar, azınlıklar ve siyahlar
gibi özel gruplara daha fazla aktarılmasını sağlamaya yöneldiler: Okullardaki
ırk dengesizliğini ortadan kaldıracak şekilde düzenlemeler yapılmaya
başlandı; meslek okulları ve üniversiteler de kadınlar ve azınlık grupları
için Özendirici fırsatların arı tırıl masına çalışıldı.
Coleman’ın, fırsat
eşitliği kavramını yeniden tanımlaması öncesinde bile telafiye yönelik
politikalara karşı çıkanlar vardı. En ünlü makale Arthur Jensen’in farklı
zihni yeteneklere sahip çocukların farklı şekilde eğitim alması gerektiğine
dair çalışmasıydı. Yüksek zeka düzeylerine sahip çocuklar problem-çözme
me-todları İle eğitilmeli, düşük zekaya sahip olanlar ise ilişki-kurma
yöntemlerine tabi tutulmalıydı. Jensen’in makalesi üç bakımdan büyük
tartışmalara açıktı: IQ testleri zekayı ölçüyordu; bir toplumdazeka, %
80genetik faktörlerle açıklanabiliyordu ve siyahlar kültür yanı az olan
standart zeka testlerinde beyazlardan daha az puan alabiliyorlardı. Jenscn
yazısını bitirirken, çevre-zenginleştirilmesi yolundaki çabalar 10 düzeyini
yükseltmede sınırlı etkiye sahiptir’ diyor ve eğitimcilerin herkese uygun
öğrenme biçimlerini kavramsal ve yöntemsel olarak geliştirmeye daha fazla zaman
harcamalarını öneriyordu. Jensen’in kendisi, IQ testlerinin iki tür öğrenim
kalıbına yatkın olan kişileri ortaya çıkarabilme yeteneğine sahip olduğunu,
siyah ve öteki azınlık gruplarının daha adil bir muameleye tabi tutulmalarının
gerektiğine inanıyordu. Ayrıca öğretme biçimlerinin, öğrencinin Öğrenme
biçimlcriylc uyumlu olması gerektiğini bazı öğrencilerin öğretmenin
önyargısının kurbanı olma tehlikesine maruz kalabileceğini de düşünüyordu. Yine
deJensen siyahların genetik faktörler nedeniyle beyazlardan daha kötü sonuçlar
alacağını alttan alta ima ediyordu.
Jensen çocukların,
öğrenme tiplerine bağlı olarak ya kavramlar yoluyla ya da ilişki kurma yoluyla
öğrendiğine inanıyordu. Ama aslında çocuklar aynı yetenekleri en suni yöntemle
bile Öğrenebiliyorlardı. Sembolleri bir kağıt üzerine ses ifade edecek tarzda
tercüme ederek veya belli sayılarla ifade edilen şeyleri tekrar ederek
Öğreniyor olabilirlerdi. Yani öğrenmenin görünümü aynı şeyi veriyordu. Bununla
birlikte her grup, öğrenme hakkında bir şeyler Öğreniyor da olabilirdi. Bir
grup, öğrenmenin belli bir yönüne bakarken, öbürleri öğrenmeyi temelde bir
kavram edinme ve problem-çözme faaliyeti olarak kabul edebilirdi. Jensen’in
makalesi bu varsayımın üzerine dayandığını hisseıtirse de, farklı öğrenme
biçimlerinin bir diğerine dönüştürülemeyeceğinika-n it la m ıy ordu.
Bazı bilim adamları
eğitimde eşitliği Ölçmede dışsal ölçütlerin kullanılmasına karşı çıktılar. Bu
iddiaların çoğu, hükümetin İşin içine karışmasıyla gerçekçi olmayan umutların
yaratıldığım ve bunun da kısıtlanmıştık duygusunu, belki de şiddet ve terörü
beslediği inancını temel olarak alıyordu. Çevre faktörleri önemli
addediliyordu, ama çevrenin kayda değer yönleri olan alışkanlıklar, adetler,
disiplin ve İleri görüşün sınıfsal kültürle belirlendiği ve değiştirilmesinin
zor olduğu düşünülüyordu.
Çünkü bu çalışmalar
sınıfsal küliürü ve adetlerle tulumları bağımsız değişkenler olarak kabul
ediyordu. Öğrencinin adetleri, tutumları ve başarısı arasındaki ilişkileri çok
iyi İnceleme şansı yoktu.
Bu genişlemiş bakış
açısı Marksist düşüncenin yeniden ilgi çekmeye başlaması ile mümkün oldu.
Özellikle İki ekonomistin, Bowles ve Gintis’İn çalışmaları kayda değerdir.
Çalışmalarının sonucu, okula devam etmenin toplumsal hareketlilikle çok az
değişime yol açtığını söylüyordu. 10 rakamlarının kontrol altında tutukluğu
araştırmalarda bile okullar, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki hiyerarşik
ilişkiler tarafından İhtiyaç duyulan kişilik özelliklerini yaratma ve
meşrulaştırma işlevi görüyordu.
Bowles ve Giniis’in
bulguları metodolojik olarak birçok açıdan İtiraza uğradı. Ama bu çalışmaların
en önemli etkisi eğitim üzerine çalışmalarda Marksist bir bakış açısının Amerika’da
yaratılması oldu. Bu bakış açısı İngiltere, Batı Avrupa, Avustralya ve bazı
Üçüncü Dünya ülkelerinde kurulmuşbir geleneğin devamı mahiyetindeydi.
Marksistler, eğitim araş-tırmalarındaki vurguyu bireysel alandan daha geniş
toplumsal, tarihsel, kültürel ve politik alanlara kaydırdılar.
Tek tip Marksist bakış
açısı yoktur elbette, örneğin Brezilyalı eğitimci Paulo Freinc ilhamının büyük
bölümünü Marksizmdcn almasına rağmen Fransız varoluşçuluğu, fenomeno-loji ve
Hıristiyan ilahiyatından da geniş biçimde yararlanmıştı. Bazı analizciler
yapısal bir yaklaşım benimseyip, hiyerarşik üretim tarzlarının eğitim sisi emi
üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu çözmeye çalıştılar. Ötekiler etnogra-fik
bir yöntem kullanıp, okullarda işçi sınıfı bilincinin nasıl geliştirildiğini
ya da nasıl engei-iendİğînİ araştırdılar. Sınıfla öğretilen bilgilerin, farklı
toplumsal sınıflar tarafından nasıl yeniden üretildiğini araştıran ilginç
çalışmalar yapıldı. Öğretmenlerin eğilim hususunda geliştirdiği radikal eğitim
anlayışınınyarallığı çelişkiler de araştırıldı.
Marksisi-eğİlimli
araştırmalar eğitim probleminin tanımında yeni bir alan açtıysa da, daha çok
eleştirel bir akım olarak kaldı ve çok seyrek olarak tartışmaların asıl seyrini
belirteye-bildi. Eğitim üzerine düşünenler arasında, eşitsizlik bir problem
olarak belirlendiğinde Marksizm anlamlı bir dinleyici kitlesi hala bulabiliyor.
Ama Amerika, İngiltere ve Batı Avrupa’da işsizlik oranları bunalım-dönemi sonrası
rakamlarına kadar yükselmesine rağmen, politika plancıları tartışmaları eşitlik
meselesinden ustaca uzaklaştırdı ve “yüksek teknoloji devrimi” için
eğitimin ihtiyaçlarına doğru yö-neltiiler. Eğitim araştırmaları artık
“bilgisayar bilme ve kullanma”nm gereklerine cevap verecek alanlarda
yapılıyor, geleceğin bilim adamı ve mühendislerinin nasıl yetiştirileceğine cevap
verilmeye çalışılıyor. Programlarınyoğun-laştırılnıası okula kabul şartlarının
yükseltilmesi,yüksek Öğretimde evliliğe İzin verilmemesi ve kamu
okullarındaki “gereksiz” fazlalıkların azaltılması önerilen çözümler
arasındadır.
Bu, eğilim
araştırmalarının doğası ve politik güçler tarafından belirlenen istekler
yönünde öteki disiplinlerden ödünç alınan yöntemler çerçevesinde benimsenen
programlardan öte bir program geliştirilmesi hususundaki soruların sorulduğu
bir noktadır. Eğitim konusundaki araştırmalarda bağımsız bir anlayışın edinilmesi
konusundaki son çaba Amerikan filozofu John Dewcy tarafından gerçekleştirildi.
De-wey’den sonra eğilim felsefesi farklı bir görünüm kazandı ve kavramların
çözümlenmesi ile dilsel arılık önemli olmaya başladı. Fakat eğitimin karşı
karşıya bulunduğu kuşaklar-ara-sı süreklilik ya da değişim ve kültürel
yeni-den-üreümi yöneten toplumsal süreçler daha derindeki problemler olarak
varlığını koruyor. Toplumsal kimlik kalıpları ve süreçlerini inceleme
hususunda çok az bir sistematik çaba harcanmış olmasına rağmen, böylesi bir
programın İçermesi gereken belli başlı unsurları belirtmek mümkün görünüyor.
Bu tür araştırmalar, belli bir toplum taralından ödüllendirilen bilgi türleri,
gelecekte varolacak kuşaklara uyan bilgi türünün ortaya çıkarılması ve uygun
öğretim yönlerinin bulunması, bilginin toplumdaki farklı gruplar arasında
nasıl dağıldığını gösteren yolları İnccleyebilmelidirler. Böylesi bir program,
eğitim üzerine yapılan çalışmaların disiplinlcrarası özelliğini sürdürmelidir,
ama eksik olan derlİ toplu bakış açısını da cdincbilmelidir. Ayrıca günümüzdeki
eğitim sisteminin iyi bir eleştirisini de İçermesi beklenebilir.
(SBA) Bk. Kültür;
Öğrenme.