Tarihi Eserler

Eflatun Mescidi Konya Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Eflatun Mescidi. Konya’da kiliseden çevrilerek Önce mescid, daha sonra saat kulesi olarak kullanılan ve bugün mevcut olmayan yapı.

Konya’nın ortasında Alâeddin tepesi olarak adlandırılan höyüğün üstünde bu­lunuyordu. Yapı çeşitli yayınlara Amphilokios Kilisesi, Eflâtun Rasathanesi, Saat Kulesi gibi adlarla da geçmiştir. Tesbit edilebildiği kadarıyla bu kiliseden ilk bah­seden kişi Ebü’l-Hasan Ali b. Ebû Bekir el-Herevı’dir (ö. 611/1214-15). Herevı, çağının başlıca ziyaret yerleri hakkında bilgi verdiği Kitâbü’z-Ziyârât adlı ese­rinde buradan, “Konya şehrinde büyük caminin yanındaki kilisede hakîm Eflâtun’un mezarı vardır” diye bahsetmiştir. Herevî’nin burada gömülü olduğunu bil­dirdiği Eflâtun ise İlkçağ’ın tanınmış fel­sefecisi Platon ile aynı kişi gibi görün­mektedir. İslâm coğrafyacılarından Yâ-köt el-Hamevî de kaynak göstermek su­retiyle bu bilgiyi Mu’cemü’l-büldân’ın-da tekrarlamıştır. Böylece bu eski Bizans kilisesi hakkında, aynı zamanda Eflâtun’un da mezarı olduğu yolunda daha Selçuklular zamanında yaygın bir riva­yetin bulunduğu anlaşılmaktadır.

1465-1466’da Kudüs’e giden Rus ha­cısı Vasilij dönüşünde Konya’ya uğradı­ğında gördüğü bu kilisenin Türkler ta­rafından Platon’a, hıristiyanlar tarafın­dan Amphilotheos’a (doğrusu Amphilo-kios) izafe edildiğini belirttikten sonra, “Mezarı, büyük kapı ile sunağa göre ku­zeydeki kapı arasında bulunmakta ve bu mezardan günümüze kadar hâlâ kutsal yağ sızmaktadır” kaydını ilâve eder. Amp-hilokios (ö. 401 e doğru] tanınmış hıristiyan din adamlarındandır. Büyük ihtimal­le kilisede mezarı olan kişi bu Amphilo-kios’tur.

Türkler’in bu kiliseye Eflâtun adını na­sıl yakıştırdığı hususunda F. W. Hasluck çeşitli faraziyeler ortaya atmıştır. Ona göre Eflâtun adı Amphilokios’un halk ağzında bozulmuş şeklidir. İkinci bir fa­raziye ise kilisenin aslında Ankaralı Aziz Platon’a ithaf edilmiş olması ihtimalidir. Fakat bu iki faraziyeyi de destekleyecek yeterli bilgi yoktur. Yalnız Orta Anado­lu’da Türk devrinde halk arasında, yer altı sularını istediği gibi idare eden. göl­leri kurutan veya yer altı sularını göl ha­line getirebilen yarı sihirbaz, yarı mü­hendis bir Eflâtun’un varlığına inanılır. Esasen Kâtib Çelebi de bu inanıştan bah­seder: “Vilâyet ahalisi, Konya sahrası bir zamanda derya imiş, Eflâtun tedbir edip bir tarik ile mahveylemiş derler”. Nitekim Konya ile Sille ara­sındaki Akmanastır’ın Selçuklu kaynak­larında bir adı Deyr-i Eflâtun’dur. Bey­şehir dolaylarında Hitit çağından beri kutsal sayılan bir Eflâtun pınarı vardır. Konya’daki kiliseye Platon-Eflâtun riva­yetinin yakıştırılması, herhalde Selçuklu döneminden daha eskiye Bizans çağına, hatta daha da Önceye kadar iner.

Selçuklu döneminde bu kilisenin, Sel­çuklu sarayındaki hıristiyan asıllı kadın­ların ibadetlerine tahsis edildiği yolun­daki faraziyenin bir dayanağı yoktur. Bu­ranın Eflâtun’un rasathanesi olduğuna dair söylenti de asılsızdır. Mehmed b. Ömer el-Âşıki, 1005-1006 (1596-1597) yıllarında yazdığı eserinde Konya’dan bahsederken. “Buranın kalesinde Eflâ­tun’un kabri vardır” demektedir. Fakat Osmanlı idaresinin başlarında şehirdeki bu kilise Eflâtun Mescidi adıyla camiye çevrilmiştir. Nitekim Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki Karaman Eyaleti Defteri’nüe 881 yılı Ramazanın­da[190] yazılan bir kayıtta, Eflâ­tun Mescidi’nin evkafı olarak iki dönüm arazi ile üç dönüm bağ görülmektedir. Böylece bu eski kilisenin Eflâtun Mesci­di adıyla, iç kalede teşekkül eden ma­hallenin hizmetine tahsis edildiği anla­şılmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın tesbitine göre, 992 (1584) tarihli Tahrir De/teri’nde burası “Vakf-ı Mescid-i Ef­lâtun der İçkale Ber-mûcib-i Defter-i Atîk” başlığı ile kaydedilmiştir. Başba­kanlık Arşivi’ndeki Karaman De/teri’nde ise mescidin evkafı olarak Kızıl-kurt çiftliği, dört dönüm bağ ve tarla ile Girvat köyündeki bir çiftlik gösterilmiştir. Yine İ. Hakkı Konyalı, Kızılkurt çiftliğiyle Kocaç köyünün gelirlerinin Eflâtun Mescidi mütevellileri Seyyid Mehmed ile Seyyid Mustafa’ya verilmesini bildiren Şev­val 1201 (1787) tarihli bir hükmü özel elde gördüğünü belirtir. Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir defterde ise 1229′-da (1814) evkafın gelirinden bir kısmının Seyyid Abdurrahman’a tevcihi bildirilmektedir. Bütün bu kayıtlar, Eflâtun Mescidi’nin XIX. yüzyıl başlarına kadar rnesoid olarak kullanıldığını gösterir.

W. Ramsay’in yazdığına göre. XIX. yüz­yıl içinde Konya Rumları bu mescidde namaz kılanların öleceğine dair bir söy­lenti çıkarmışlardı. Bu söylenti bir yana şehrin bu bölgesi zamanla iyice boşal­mış, hatta yakındaki Alâeddin Camii’nin bile cemaati azaimış olduğundan Eflâ­tun Mescidi’nin artık terkedildiği düşü­nülebilir. Belki de bu sebeple 1872’de Konya Valisi Burdurlu Ahmed Tevfik Pa­şa, Eflâtun Mescidi’ni bir saat kulesi ha­line getirmek için kubbesinin üstüne dört köşe ahşap bir oda yaptırarak bunun da üstüne yine ahşaptan bir kule oturtmuş­tur. Dört cephesinde birer saat kadranı bulunan bu kule ile altındaki odanın dı­şarı ile bağlantısı, binanın damından yu­karı çıkan ahşap bir merdivenle sağlan­mıştı. Böylece yeni bir hüviyet kazanan Eflâtun Mescidi Saathâne olarak adlan­dırılmıştır. Binanın mihrap duvarının dış yüzüne Sultan Abdülaziz’in tuğrası, al­tına vilâyet mektupçusu Halet Bey ta­rafından yazılmış beş beyitlik bir tarih kitabesi konulmuştu. Bunun son bey­tinde, “Bu bünyâdgehin tecdidine Halet dedim târîh / Rasadgâh-ı Felâtun’ken yapıldı kulle-i saat 1289 (1872)” mısra­ları bulunuyordu. Bu satırlardan, bura­nın evvelce Eflâtun Rasathanesi olarak adlandırıldığı mânasını çıkarmak mümkündür.

Tepesine saat kulesi konulduktan son­ra Eflâtun Mescidi’nin içi pencereleri örülerek ambar haline getirilmiştir. İ. Hakkı Konyalı çocukluğunda buranın gaz deposu olduğunu bildirir. Daha sonrala­rı B. Pace cephane olduğu için binanın içine giremediğini yazar.

I. Dünya Savaşı yıllarında Vali Muam­mer Bey zamanında yapının üstündeki ahşap oda ile saat kulesi sökülüp kaldı­rılmış, kubbenin üstü yeniden kiremitle kaplanmıştı. 1921’e doğru da yapı temel­lerine kadar yıktırılarak ortadan kaldırıl­mıştır. Ancak bu tarihî bina tamamen unutulmuşken yıllar sonra gazetelerde Platon’un mezarının bulunduğuna dair haberler çıkmış, bunlara cevaplar verilmiş, arkasından da her şey yeniden unu­tulmuştur.

Eflâtun Mescidi, mevcut çok sayıdaki fotoğrafına göre Orta Bizans dönemine [842-1204] ait ve plan bakımından İç Ana­dolu’daki Bizans kiliselerinin benzeri bir yapı idi. Türkler Anadolu’ya XII. yüzyıl­dan itibaren hâkim olduklarına göre bu kilise IX-XI. yüzyıllar içinde yapılmış ol­malıdır. Dış mimarisi Osmanlı dönemin­de çok değişmiş, masif bir kitlenin üze­rinde iki sıra kör kemer ve pencerelerle hareketlendirilmiş çok yüksek kasnaklı bir kubbeden ibaret bir yapı görünümü almıştır. Binanın güney cephesine Türk devrinde yüksek bir sivri kemer içinde esas giriş açılmıştı. Mihrap da içeride bu duvarda bulunuyordu.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler