Dünya Edebiyatı

Edebü’d-din ve’d-dünya Kitabı, Yazarı, Konuları, Hakkında Bilgi

Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Mâverdî’nin (ö. 450/1058) ahlâka dair eseri.

Şafiî fıkhının önde gelen âlimlerinden, devlet ve siyaset konularına dair eserle­riyle tanınan Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdi’nin günümüze ulaşmış eserleri içinde en tanınmışlarından bi­ridir. Kitap genellikle bu adla anılırken bazı yazma nüshalarında el-Buğyetü’l-cuiyd îî edebi’d-dîn ve’d-dünyâ ola­rak da geçer. Muhtemelen eser ilk defa bu adla yazılmışken sonradan müsten-sihler tarafından Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn şeklinde kısaltılmış ve bu isimle şöh­ret bulmuştur. Telif tarihiyle ilgili kesin bilgi bulunmayan eserin, metin İçinde ge­çen müellifin biyografisiyle ilgili bir pa­saja bakarak 429’da (1038) Mâverdi’nin kadılığa getirilmesinden sonra yazılmış olduğu söylenebilir.

Mâverdî kısa mukaddimesinde, insa­nın bütün faaliyetleri arasında en önem­lisinin din ve dünya işlerini iyileştiren ça­lışmalar olduğunu belirterek bu eserde dinî ve dünyevî açıdan hayatın ölçü ve kurallarını (âdâb) araştırdığını ifade et­mektedir. Kitabını hazırlarken kaynak olarak Kur’an ve Sünnet’ten. bilgelerin Özlü sözleri, edebiyatçıların edebî ifade­leri ve şairlerin şiirlerinden faydalandı­ğını belirtmekte, bu şekilde değişik ve zengin kaynaklara başvurmanın daha eğitici ve öğretici olduğuna dikkat çek­mektedir.

Beş bölümden (bab) oluşan Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’m ilk bölümü, gelenek­sel İslâm ahlâkının ana konulanndan olan akıl-hevâ çatışmasıyta ilgilidir. Bu mü­nasebetle aklın tarifi ve mahiyeti, akıl-tecrübe ilişkisi gibi konular üzerinde du­rulmuştur.

“Edebü’l-Cilm” başlığını taşıyan ikinci bölümde bilginin değeri, ilim-din mü­nasebeti, İnsanların İlme ve ilim adam­larına bakışı, eğitim ve öğretim metot­ları, kuralları, öğrenci-öğretmen müna­sebetleri, ilim-amel ilişkisi, ilim adam­larının ahlâkî görev ve yükümlülükleri gibi konular İşlenir. Bu açıklamalar ara­sında dikkati çeken hususlardan biri Mâ-verdfnin kesin bir dille bilimde hürriye­ti savunması, aklî ve ilmî temellerden yoksun olan iddialara dayanarak ilmî ko­nuları kabul veya reddetmenin yanlışlı­ğını vurgulamasıdır. Mâverdî her konuda taklidi ve taklitçiliği reddederken özel­likle bir düşüncenin doğru veya yanlışlı­ğını ortaya koymak için belli bir otorite­ye sığınanları eleştirir. Ona göre yete­rince aydınlanmamış bir konu hakkında sorular sormak küstahlık sayılmamalı­dır; akıl tarafından doğrulanan bir bilgi de taklit olarak görülmemelidir.

Eserin “Edebü’d-dîn” başlığını taşıyan üçüncü bölümünde genel olarak görev ve yükümlülük problemleri incelenmiş­tir. Buradaki “din”, yalnızca Allah-kul ilişkisini düzenleyen bir kurum olmanın ötesinde insanların gerek Allah’a gerek­se diğer varlıklara karşı olan bütün yü­kümlülüklerini, münasebetlerini düzen­leyen bir kanunlar sistemi olarak ele alınmıştır. Bu yükümlülüklerin temeli Kur’an’dır; Peygamberin sünneti Kur’-an’ın koyduğu ilkelere gerekli yorumla­rı getirmiş, ilim adamları da ictihad yo­luyla yükümlülüklere açıklık kazandır­mışlardır. Bu bölümde başlıca ibadetle­rin hikmetleri üzerinde durulmakta, nef­sin eğitimi konusu işlenirken insanın dünyaya aşırı bağlılığını yenmesi için ta­kip etmesi gereken yol hakkında bilgi verilmekte ve bununla ilgili hadislerle diğer edebî ve hikemî sözlerden örnek­ler aktarılmaktadır.

“Edebüd-dünyâ” adlı dördüncü bölüm eserin en önemli ve orijinal yönünü oluş­turur. İnsanın sosyal bir varlık olduğu düşüncesi üzerine kurulan bu bölümde tecrübelere dayalı, tutarlı ve yaşanılabi­lir bir ahlâk anlayışı ortaya konmuştur. Mâverdî, sosyal uyum ve dayanışmayı insanlar arasındaki imkân farklılıkları­na bağlamakta, mutlak eşitliğin ihtiyaç -yardım ilişkisini ortadan kaldıracağını, dolayısıyla toplumu yıkıma götüreceğini düşünmektedir. Dünya düzeninin tam olarak sağlanabilmesi başlıca altı şartın bulunmasına bağlıdır: Saygı ile uyulan din, güçlü bir siyasî otorite, kapsamlı adalet, genel güvenlik, yaygın refah, bü­yük bir ümit ve emel. Din kişide bir iç otorite fonksiyonuna sahip olup ahlâkî şuur halinde nefsin dizginlenmesini sağ­lar. Ancak herkes akıl ve din Ölçülerine göre davranmayabilir. Bu eksikliği siya­sî otorite doldurur. Hem dış dünyada hem de kişinin ahlâkî yapısında düze­nin sağlanması için adalete İhtiyaç var­dır. Her durumda adalet, ifrat ve tefrit şeklindeki aşırı tutumlardan uzak bir davranış biçimidir. Çünkü itidalden sa­pan adaletten sapmış olur. Mâverdî bu münasebetle, Aristo’dan beri sürüp ge­len ve İslâm fılozoflannca da kabul edilen “vasat” ve “itidal” esasına dayalı fa­ziletler tasnifini aynen tekrarlamakta­dır. İnsanların huzurlu yaşaması, gay­retlerinin verimli olması, suçsuzun em­niyet içinde bulunması, zayıfın rahat et­mesi genel güvenliğe bağlıdır. Refahın yaygınlaşması geçimi kolaylaştırır, kıs­kançlıkları azaltır, ilişkileri güçlendirir. Nihayet insanların gelecek için ümit ve emel taşımaları sayesinde dünya mâ­mur olmakta ve dünyanın iman işi nesil­den nesile intikal etmektedir. Diğer bir­çok ahlâkçının kötüledigi emelin sosyal ve ekonomik gelişmenin itici gücü ola­rak değerlendirilmesi. MâverdFnin rea­list ahlâk anlayışının en açık ifadelerinden biridir. Aynı bölümde, dünya hayatı­nın düzenli ve huzurlu kılınmasının şart­ları arasında gösterilen toplayıcı sosyal kaynaşma konusu işlenirken o döneme kadar yazılmış olan ahlâk kitaplarında görülmeyecek mükemmellikte bir sos­yal ve iktisadî ahlâk anlayışı ortaya kon­muştur.

“Edebü’n-nefs” başlığını taşıyan son bölümde, ahlâk eğitiminde başkalarının bilgi ve tecrübelerinden faydalanma ve kişisel çaba (riyazet) şeklinde olmak üze­re başlıca iki yol bulunduğu kabul edi­lerek geleneksel İslâm ahlâkında fazi­let ve rezîlet sayılan duygu ve davranış­lar bu iki başlık altında geniş bir şekil­de incelenmiştir.

Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, müellifin fakih, kadı, mütefekkir ve edebiyatçı ki­şiliğinin zengin bir ürünü olup kazuistik bir metotla ve oldukça iyi hazırlanmış bir sistem içinde işlenmiş, bütün teorik ve pratik ahlâk konularının öncelikle âyet ve hadisler ışığında ele alınmasına özen gösterilmiştir. Bununla birlikte eser Ab­dullah b. Mübârek’in ez-Zühd ve’r-re-ka’ik’], Buhâıfnin el-Edebü’1-müfred’i Tabersfnin Mekârimü’l – ahlâk’ı tarzın­da, âyet ve hadislerin konularına göre tasnif edilerek alt alta sıralandığı bir ah­lâk kitabı değildir. Mâverdî, birçok se­lef ulemâsının âyet ve hadislere getirdi­ği yorumlar yanında bizzat kendisi de Önemli tefsir ve te’viller yapmıştır. Öte yandan Mâverdî eserin edebî ve didaktik bir karakter kazanmasına özen göstermiş, bu maksatla İslâmî kaynakların yanında ahlâk, sanat ve estetik alanında insanlığın ortak değerlerini yansıtan yabancı kültür ürünlerinden de geniş ölçüde faydalanmıştır. Başta Hz. Ali ol­mak üzere birçok sahâbî ve diğer selef ileri gelenlerinden; Ebü’l-Atâhiyye, Fe-razdak, Buhtürî gibi şairlerden: İbnü’l-Mukaffa’, Câhiz, İbn Kuteybe gibi edip ve hakimlerden nakiller yapmış; Büzürg-mihr, Enûşirvân, Sâbûr (Sappur) b. Erde-şîr gibi İslâm öncesi İran ediplerine de sık sık atıfta bulunmuş; öte yandan bir­kaç yerde İskender, Aristo ve Kindfnin görüşlerine yer vermiş, hukemâdan pek çok anekdot aktarmıştır. Bununla birlik­te eser, meselâ İbn Kuteybe’nin cUyt3-nül-ahbör’, İbn Miskeveyh’in Cövîdân-hıred’ı gibi edebî ve hikemî alıntılardan oluşan bir derleme mahiyetinde değil­dir. Ancak, daha sonra Gazzâlfnin yap­tığı gibi Mâverdî de eserine aldığı hadis­lerin doğruluk derecesi üzerinde dur­mamıştır. Nitekim kitapta sahih hadis­ler yanında zayıf veya mevzu olanlar da çoktur.

Eserde ahlâk İle din, felsefe veya ge­niş anlamda hikmet, siyaset ve hukuk arasında sıkı bir ilişki kurulmuş olup bu bakımdan dar anlamda bir ahlâk kita­bından çok antropolojik bir mahiyet ar-zeder. Din ahlâkın birinci derecede kay­nağı olarak görülürse de bunun yanın­da hem akla hem de ferdî ve sosyal ha­yatın gerçeklerine uygun bir ahlâk dü­şüncesi geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu se­beple müellif “Peygamber’in risâleti” ya­nında bir fakih olarak bilginlerin ictihad ve istinbatına da değer vermektedir. Ay­rıca müellifin mesleği dolayısıyla ahlâk­la ilgili görüşlerinin oluşmasında sosyal olaylara dair tecrübelerinin de büyük payı vardır. Özellikle eserin sonundaki şu ifadeler, Mâverdî’nin İslâm ahlâkçı­larının en realistlerinden biri olduğunu göstermeye yeterlidir: “Ey akıllı kişi! Ken­di kişiliğine önem ver. Zamanından mem­nun olmaya bak. Çağının geleneklerine uy. İnsanlarla zıtlaşarak onlardan uzak kalmaktan sakın ki sana düşman olma­sınlar. Sevilmeyen huzur bulamaz, düşmanı olan rahat edemez”.

Tasavvufî ve felsefî görüşlere kapalı olmayan Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, bil­hassa Edebü’d-dîn” bölümünde nefis terbiyesi hakkındaki açıklamalarda ta-savvufî bir yaklaşım sezilir. Aynı şekilde aklın önemi, temel faziletlerin itidal ve adaletle ilişkisi gibi konularda filozof­lardan faydalandığı, Özellikle dostluğa ve genel olarak sosyal münasebetlerin önemine ilişkin açıklamalarının İbn Mis­keveyh’in Tehzîbü’l-ahlâk’mı hatırlat­tığı görülmektedir. Hatta belki de bu sebeple olacak ki Bdebü’d-dünyd ve’d-dîn’in yanlışlıkla İbn Miskeveyh’e nisbet edildiği de olmuştur[97]. Fakat eserin genelinde çizilen hayat üslûbu, bilhassa ahlâkî hayatın ama­cı olarak gösterilen mutluluk anlayışı ve ideal ahlâkî şahsiyet olarak çizilen in­san tipi felsefî ve tasavvufî ahlâktakin-den oldukça farklıdır. Eser, gerek ko­nuların seçimi ve tertibi, gerekse bun­lara getirilen açıklamalarda tasavvufî ve felsefî eserlere göre İslâmî anlamda daha muhafazakâr ve gelenekçi bir ma­hiyet taşır. Meselâ Grek felsefesinden gelen ve başlıca felsefî ve tasavvufî ah­lâk kitaplarında az çok İslâmîleştirilerek işlenen “ma’rifetü’n-nefs” konusu Ede­bü’d-dünyâ ve’d-dih’de bulunmamak­tadır. Şüphesiz bu eserde de akıl-hevâ antinomisi gibi psikolojik tahliller bulun­maktadır; ancak bunlara genellikle Kur’an ve Sünnet perspektifinden bakılmıştır. Kitapta sûfıyye ve filozofların mutluluk konusundaki idealist spekülasyonlarına, ittisal, cem’, ittihat, vahdet gibi metafi­zik veya mistik öğretilerine en küçük bir ilgi duyulmaksızın dine ve tecrübî haya­tın gerçeklerine dayalı olarak müslüma-nın dünya ve âhirette mutlu olmasının yolları gösterilmiştir. Bu sebeple Mu-hammed Arkoun’un da belirttiği gibi [REl, XXXI, 15| Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’de tasavvuf ve felsefedeki “kâmil insan” veya “melekleşmiş insan” yerine Kur’an ve Sünnetteki “müslüman insan” tipi esas alınmıştır. Eserdeki birr, ülfet, mürüvvet gibi İslâmî kaynaklardan alın­mış terimlere getirilen geniş açıklama­lar ve özellikle “geleneksel edep kural­ları” bölümü, müellifin İslâm toplumun­da yerleşmiş ahlâk kaidelerine verdiği önemi açıkça ortaya koymaktadır.

Eserin Türkiye’de ve Türkiye dışında­ki kütüphanelerde birçok yazma nüsha­sı vardır. İlk defa İstanbul’da bası­lan eser (1299), uzun yıllar Mısır’da orta öğretim kurumlarında müracaat kitabı olarak kabul edilmiş ve bu maksatla il­ki 1309’da (Kahire) olmak üzere yirmi­den fazla baskısı yapılmış, ayrıca Bahâ-eddin el-Âmiirnin eî-Keşkûl’ünün ke­narında iki defa basılmıştır. İlk ilmî neşri ise Mus­tafa es-Sekkâ tarafından yapılmıştır. Daha sonra birkaç defa bas­kısı yenilenen bu neşirde naşirin geniş­çe bir tanıtma yazısı da bulunmaktadır. Burada müellifin hayatı, ilmî şahsiyeti ve başlıca eserleriyle Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn hakkında bilgi verilmiştir. Mustafa es-Sekkâ eseri yayıma hazırlarken Dâ-rü’l-kütübi’l-Mısriyy ve el-Hizânetü’t-Teymûriyye’de bulunan yazmaları karşılaştırdı­ğını, ayrıca Hanzâde’nin şerhinden de faydalandığını belirtmektedir. Eserin Tey-mûriyye nüshasına dayalı yeni bir neşri daha yapılmıştır.

Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Hanzâde diye tanınan Erzincanlı Üveys Vefa b. Muhammed b. Ahmed tarafından Minhâ-cü’3-yakîn şerhu Edebi’d-dünyâ ve’d-dîn adıyla şerhedilmiştir. Şârih, basılmış ve basılmamış beş nüshayı karşılaştırdığını, tefsir, hadis, ah­lâk ve divan türündeki kitaplara başvu­rarak kaynak ve usul düzeltmeleri yap­tığını belirtmektedir. Şerhte gramer tah­lilleri, terimlere getirilen tarifler ve ge­nel açıklamalar yanında asıl metinde ad­ları geçen bütün sahâbî, edip, şair, filo­zof ve diğer kişilerin kısa biyografileri verilmiştir. Sayfa kenarlarına düşülen birkaç not dışında nüsha farklarına işa­ret edilmemiştir. Şerhte ayrıca çeşitli âlim ve edebiyatçılardan nakiller yapıl­mış, Abdurrahman-ı Câmîve Sa’dî-i Şi-râzî gibi bazı İran şairlerine ait Farsça manzumelere ve Türkçe beyitlere de yer verilmiştir. Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’in, Lisânüddin İbnü’l-Hatîb’in hocalarından İbn Liyûn et-Tücîbî tarafından yapılmış kısmî bir şerhi ve Marifetü  – feza il ad­lı müellifi meçhul bir hulâsası da vardır

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler