Tarihi Şahsiyetler

Ebu Zer Gıfari Kimdir, Hayatı, Hakkında Bilgi -Sahabi-

Ebû Zer Cündeb b. Cünâde b. Süfyân el-Gıfârî (ö. 32/653) Servet terakümü konusundaki görüş ve mücadelesiyle tanınan sahâbi.

Künyesiyle meşhur olduğundan adı âdeta unutulmuştur. Bu sebeple adının Berîr, Büreyr, Yezîd. Yüreyr, babasının adının Seken veya Abdullah olduğu da söylenmektedir. Haram aylar’da bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfâr kabilesine mensuptur. Müslüman olmadan önce Ebû Zerr’in de yol kesip yağmacılık yap­tığı, hatta kabilesinin en atılgan ve gö­zü pek yağmacılarından olduğu nakle­dilir. Ancak Gıfâr halkı gibi putlara tap­maz, onlardan nefret ederdi. Bizzat be­lirttiğine göre İslâmiyet’i kabul etmeden iki üç yıl önce Allah’a ibadet etmeye baş­ladı. Hanîfler’le yakın ilgisi olduğu anla­şılan Ebü Zer, Mekke’de Hz. Peygam-ber’in bir olan Allah’a inanmaya davet ettiğini duyunca oraya gitti ve birçok güçlükten sonra Resülullah’ı bularak müslüman oldu. Yine kendisinden nak­ledildiğine göre Hz. Peygamber Gıfâr ka­bilesinden birinin gelip müslüman olma­sına hayret etmiş, Allah Teâlâ’nın dile­diğine hidâyet nasip edeceğini söylemiş­tir. İlk bedevî müslü­man diye bilinen Ebû Zerr’in dördüncü veya beşinci kişi olarak İslâmiyet’i ka­bul ettiğine dair rivayete göre bu olayın bi’setin ilk yıllarında meydana geldiği söylenebilir. Kabe’nin yanına giderek Müslümanlığını ilân eden Ebü Zer müş­rikler tarafından kıyasıya dövüldü; an­cak Abbas b. Abdülmuttalib’in araya girmesiyle ölümden kurtuldu. Ertesi gün yine aynı yerde müslüman olduğunu söy­leyip dövülünce Hz. Peygamber onu, ka­bilesinin halkını İslâmiyet’e davet etmek üzere geri gönderdi ve çağrılmadıkça Mekke’ye gelmemesini istedi. Ebû Zer aldığı emri aynen uyguladı ve gayretleri sayesinde kabile halkının yarısı İslâmi­yet’i kabul etti. Bu dönemde onun Ku-reyş kervanlarına baskınlar düzenlediği, bunlardan kelime-i şehâdet getirenlere mallarını geri verdiği, ele geçirdiği gani­metleri kabilesinden sadece müslüman olanlara dağıttığı rivayet edilmektedir.

Ebû Zer Uhud (3/625) veya Hendek (5/627) Gazvesi’nden sonra Medine’ye hicret etti. Ashâb-ı Suffe ile beraber Mes-cid-i Nebevide yatıp kalktığı için her an Hz. Peygamber’in yanında ve hizmetin­de bulundu. Hatta ashâb-ı Suffe akşam yemeklerinde zengin sahâbîlerin evleri­ne dağıtıldığı zaman bile o hep Resûl-i Ekrem’in evine misafir olurdu.

Ebû Zer, Medine yakınlarında Gâbe mevkiinde Hz. Peygamber’in sağmal develerine çobanlık ederken Uyeyne b. Hısn’ın baskınına uğradı ve çıkan ça­tışmada oğlunu kaybetti. Bu yılın muharrem ayın­da yapılan Zâtürrikâ’ Gazvesi ile şa­ban (aralık) ayında yapılan Benî Mustalik Gazvesi esnasında Resûl-i Ekrem’in vekili olarak Medine’de kaldığına dair rivayetler zayıf görünmektedir. Aynı yı­lın şevval ayında (Şubat 628) Hz. Pey­gamber’in çobanlarını öldüren Ureyneli-ler’İ yakalayan yirmi kişilik grubun için­de o da vardı. Emirlik isteği Hz. Pey­gamber tarafından uygun bulunmadı ve bu konuda yetersiz olduğu kendisi­ne ifade edildi. O günden sonra Ebû Zer ölünceye ka­dar hiçbir devlet görevine talip olmadı, verilen görevleri de kabul etmedi. Mek­ke fethinde ve Huneyn Gazvesi’nde ken­di kabilesinin sancağını taşıdı. Hz. Peygamber onun hep yanında bulunmasını ister ve bazı konularda görüşünü alırdı. Resûl-i Ekrem son hastalığı sırasında da Ebû Zerr’i yanına çağırtmış ve ken­disini kucaklamıştı.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifeliğe Hz. Ali’nin daha lâyık olduğu kanaatini taşımakla birlikte Hz. Ebû Be­kir’e biat edildiğini görünce o da biat et­ti. Hz. Ömer’in hilâfeti söz konusu olun­ca hilâfetle ilgili görüşü değişmemekle beraber ona da biat etti. Hz. Ömer sahâ-bîlere maaş bağladığı zaman Bedir Gaz-vesi’ne katılmadığı halde Ebû Zerr’i Bedrî kabul ederek ona Bedrîler kadar atâ bağladı. Bu dönemde muhtemelen fetihlere iştirak etmek üzere Suriye’ye git­ti; kendisine bağlanan atâ ile cihad için at satın alıp besledi ve atları başka mücahidlerle nöbetleşe kullandı. Onun at­larının Humus’ta bulunduğu da söylen­mektedir. Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’ün (18/639), daha sonra da Amr b. Âs ile Mısır’ın fethine (20/641) katıldı. Mısır fethedildikten sonra orada bir müddet kaldı. Hz. Ömer’in hilâfetinin son yılla­rında Medine’de bulunduğu anlaşılmak­tadır.

Hz. Osman’a ilk biat edenlerden biri olmakla beraber onun yaşlılığı ve yumu­şak tabiatı sebebiyle başarılı olamaya­cağından endişe ediyordu. Bu dönemde de fetih hareketlerinin içinde bulundu. Muâviye’nin idaresinde Ammûriye’ye ka­dar giden ordu ile Anadolu fetihlerine (23/643-44), yine onun Suriye valiliği es­nasında yapılan Kıbrıs fethine katıldı. Suriye’de bulunduğu sıralarda Muâviye’­nin bazı harcamalarını ve müslümanla-rın ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolun­da sarfetmeyip biriktirmelerini (kenz) şiddetle eleştirdi. Ebû Zerr’in bu görüş­leri bilhassa fakir halk ile yönetime mu­halif kimseler arasında ilgi gördü ve hem yönetim hem de zenginler aleyhine bir hareketin başlamasına sebep oldu. Su­riye Valisi Muâviye ile araları açılınca Muâviye halkın onunla konuşmasını yasak­ladı ve kendisini ileri gelen bazı sahâbîlere şikâyet etti. Bu tedbirlerden bir so­nuç alamayınca durumu Hz. Osman’a bil­dirdi. Hz. Osman Ebû Zerr’i Medine’ye çağırdı (30/650-51). Görüşlerini açıkla­maktan orada da vazgeçmemesi üzeri­ne Rebeze’ye gidip orada yaşaması uy­gun görüldü. Medine’ye 3 mil mesafede Mekke yolu üzerindeki bir su kenarında bulunan Rebeze’de Gıfâr kabilesinin ba­zı mensupları zaman zaman çadır ku­rup otururlardı; kendisi de Hz. Peygam­ber zamanında zekât develerini burada otlatırdı. Hz. Osman, tenha olması ve burada Ebû Zerr’in tanıdıklarının bulun­ması gibi sebeplerle bu yeri seçmişti. İbn Sa’d ise Ebû Zerr’in Rebeze’ye ken­di isteğiyle gittiğini kaydetmektedir; buna karşılık Ya”kübî ve muhtemelen ondan faydalanan Mes’ûdî onun Mekke, Basra, Küfe veya Dı-maşk’a gitmeyi arzu ettiğini, ancak Hz. Osman’ın bunu kabul etmediğini ileri sürmektedirler. Ebû Zerr’in Rebeze’­ye halife ile aralarındaki anlaşmazlık sebebiyle gittiği kesin olmakla beraber burayı hangisinin uygun gördüğünü tesbit etmek mümkün değildir. Hz. Os­man’ın Ebû Zerre Rebeze’ye giderken bir miktar deve ile iki hizmetçi verdiği, ayrıca günlük hesabıyla atâ bağladığı nakledilir. Ebû Zer ailesiyle birlikte Rebeze’ye ha­reket ettiği sırada Hz. Ali ile oğulları Hasan ve Hüseyin, Ammâr b. Yâsir ve Akil b. Ebû Tâlib bir müddet birlikte yürü­yerek onu uğurladılar.

Rebeze’de iki yıl kadar münzevi bir hayat süren Ebû Zer, Hz. Osman’ın is­teği üzerine zaman zaman Medine’­ye gidip geldi. Halifeye isyan edecekle­rini söyleyerek kendisine liderlik teklif eden bazı yönetim aleyhtarlarına yüz vermediği gibi onlara halifeye bağlı kal­malarını ve onu küçük düşürecek ha­reketlerden uzak durmalarını tavsiye etti.

Ebû Zer el-Gıfârî, 32 yılının Zilhicce ayında Rebeze’de vefat et­ti. Cenaze namazını, bir kafile ile oradan geçmekte olan Abdullah b. Mes’ûd’un kıldırdığı söylenir. Evinde Ebû Zerr’e ye­tecek kadar kefen bezi bulunmadığı, ka­filedeki bir gencin onu kendisine ait bez­lerle kefenleyip cenaze namazını kıldır­dığı da nakledilir. Bir rivayete göre İse cenaze namazını Cerîr b. Abdullah kıldırmıştır. Diğer bazı sahâbîler gibi Ebû Zerr’in de İstanbul’da Ayvansaray sem­tinde bir makamkabri bulunmaktadır. Hanımı, kızı ve bir hizmetçiden ibaret ailesine üç merkep, birkaç keçi ile diğer bazı hayvanların mi­ras kaldığı ve Hz. Osman’ın ailesini Me­dine’ye götürüp kendi ailesi arasına al­dığı zikredilmektedir.

Ebû Zer esmer, iri cüsseli, uzun boylu ve gür saçlı bir kimseydi. İslâmiyet’ten önce yol kesen ve canlara kıyan bu sert tabiatlı insan İslâm’ın terbiyesiyle ta­mamen değişmiş, fakir ve düşkünlerin hâmisi olmuş, yaptığı bir kusurdan do­layı kendisini bağışlamasını istediği bir zencinin ayağının altına yanağını koya­cak kadar mahviyetkâr, hizmetçisiyle aynı elbiseyi giyecek ve aynı yemeği yi­yecek kadar mütevazı bir kimse haline gelmişti. Aynı zamanda cesur, doğru, açık kalpli bir kişiydi. Hz. Peygamber onun hakkında, “Gökkubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer’den da­ha doğru sözlü kimse yoktur” demiştir. Allah’ın emirlerine te’vile kaçmadan uyar. cihaddan geri kalmaz ve dünyevî zevklere değer vermezdi. Ri­vayet edildiğine göre Ebû Zer, insanın helâl nzık kazanmak ve âhireti elde et­mek için yaşaması gerektiğine İnanır, üçüncü bir hedefi zararlı görürdü. Dola­yısıyla paranın da aile fertlerine helâl lokma yedirmek ve âhiret yolunda sarfetmek için kazanılması gerektiğini söy­lerdi. Hz. Peygamber’in onun hakkında. “Ebû Zer yeryüzünde îsâ b. Meryem’in zühdüyle yürür” dediği nakledilmekte­dir.

Ebû Zerr’in ilmî kudret bakımından Abdullah b. Mes’ûd’un dengi olduğu ri­vayet edilir. Hz. Peygamber’le devamlı bir arada bulunması ve aklına takılan her şeyi ona sorması sebebiyle ilimde üstün bir seviye kazanmıştır. Hz. Ali, Ebû Zerr’in Resûl-i Ekrem’den elde ettiği ilimde âciz kaldığını ifade eden sözüyle herhalde onun, bildiği her şeyi tam olarak öğret­meye ve yaymaya imkân bulamadığını anlatmak istemiştir. Çünkü Ebû Zer ömrünün büyük bir kısmını fetih hareket­lerine katılarak geçirmiş, hayatının son döneminde de münzevi bir hayat yaşa­mak zorunda kalmıştır. Fakat ilmi yay­manın gerekli olduğuna inandığı ve Hz. Peygamber de kendisine bu yönde tav­siyede bulunduğu için, şartlar ne olursa olsun bildiği gerçekleri imkân ölçüsün­de açıklamaktan geri kalmamış, duydu­ğu hadisleri rivayet etmiş ve kendisine sorulan konularda fetvalar vermiştir. Fazla hadis rivayet etmesi sebebiyle Hz. Ömer’in onu birkaç arkadaşıyla birlikte Medine dışına çıkarmadığı da söylenir. Halka bazı şeyler anlattığı bir sırada bir adamın Ebû Zerr’e yaklaşa­rak Hz. Osman’ın kendisini bundan menettiğini hatırlatması üzerine, bir keli­me de olsa Hz. Peygamber’den duyduk­larını anlatmaktan geri durmayacağını söylemesi onun bu konudaki titizliğini göstermektedir. Bu­nunla beraber Ebû Zerr’in rivayetleri­nin en çok yer aldığı Ahmed b. Hanbel’in el -M üsned ‘inde tekrarlarıyla birlikte 281 hadisi bulunmaktadır; bu sayı Bu­hârî ve Müslim’de otuz üçtür. İlmî faali­yetlere yeteri kadar zaman bulamama­sı ve Hz. Peygamber’in vefatından son­ra uzun yıllar yaşamaması, onun riva­yetlerinin azlığının başlıca sebeplerini teşkil eder. Ebû Zer’den pek çok sahâ-bî ve tabiî rivayette bulunmuştur. Enes b. Mâlik, İbn Abbas, İbn Ömer, Zir b. Hu-beyş, Saîd b. Müseyyeb ve Atâ b. Yesâr bunlardan bazılarıdır.

Servet Hakkındaki Görüşleri. “Altın ve gümüşü Allah yolunda sarfetmeyip bi­riktirenleri” elem verici bir azap ile korkutan âyetlere dayanarak(Tevbe 9/ 34, 35) diğer sahâbîlerin aksine, ihtiyaç fazlası malın Allah yolunda harcanması gerektiğini savunur, hatta bazı rivayet­lere göre Hz. Peygamber’in de bu kana­atte olduğunu söylerdi. Halbuki ashabın bir kısmı bu âyetlerin zekât âyetleriyle neshedildiğini, birçoğu ise bunların ze­kât vermeyenleri hedef aldığını söylü­yordu. Hz. Ali âyetlerin, 4000 dirhemden fazla olan malı Allah yolunda harcama­yarak biriktirenler hakkında indiğini. Muâviye ise bu âyetlerle Ehl-i kitabın kas­tedildiğini ileri sürmekteydi.

Zekât mükellefi olabilmek için elde ihtiyaç fazlası bir miktar malın bulun­ması gerektiğine göre İhtiyaç fazlası ma­lın dağıtılması konusunda hassasiyet gös­teren Ebû Zerr’in bu gerçeği bilmemesi ve burada sözü edilen fazla malla zekât nisabına dahil malı kastetmiş olması düşünülemez. Eğer bu malı ihtiyaç faz­lası olarak görüp onun da Allah yolunda harcanması gerektiği üzerinde durmuş-sa. halkın büyük maddî sıkıntı içinde bu­lunduğu bir dönemde böyle bir içtihadı benimsemiş olduğu düşünülebilir. Nite­kim ilk iki halife dönemiyle Hz. Osman devrinin ilk yıllarında onun bu görüşle­ri savunduğuna dair bilgi bulunmamak­tadır. İhtiyaç fazlası mallar konusunda farklı ictihadlarda bulunan diğer sahâbîlerden hiçbirinin yönetimle ihtilâfa düş­memesi, Ebû Zerr’in söz konusu ihtilâ­fının İçtihadı dolayısıyla değil siyasî se­beplerle olduğunu göstermektedir. Zira onun görüşleri fakir halkla birlikte yö­netim aleyhtarlarının da işine yaramış, böylece mesele siyasî bir veçhe kazan­mıştı.

Ebû Zerr’in görüşlerinde sosyalizm ve komünizmin belirtilerini bulmak iste­yenlerin bir sonuca varamamaları tabii­dir. Zira onun imanı, sahip olduğu ah­lâkî değerler ve İslâmiyet’in sosyal ada­let anlayışının bir tezahürü olan görüş­leriyle bu sistemleri telif etmek müm­kün değildir.

Ebû Zer yaşadığı devirden itibaren dik­katleri üzerine çekmiş, hatta bazan is­tismar edilerek kendisiyle iigili haberler uydurulmuştur. İbn Teymiyye onun rivayet ettiği. “Ey kullarım, ben zulmetmeyi kendime haram kıldım” mealindeki hadîs-i kudsîyi şerhetmiş, Abdülalî Abdülhamîd Hâmid bu şerhi İncâmü’l – hân iî şerhi hadişi EbîZerri’l-Ğıfâri adıyla yayımlamış­tır. Ebû Zerr’in ha­yatına dair müstakil eserler de yazılmış­tır. Bunlar arasında Salâh Azzâm’ın Şehîdü’l-kelime Ebû Zer el-Ğıfâri, Abdülhalîm Mahmûd’un Ebû Zer el-Gıfârî ve’ş-şiiyûciyye; Muhammed Ali es-Sûrî’nin Aşdaku ehli zamânihî Ebû Zer el-Gı­fârî el-iştiraki’l-mutârid; Muhammed Azraf’ın Ebû Zer el-Gıfârî; Mahmûd ŞelebFnin Hayâtü Ebî Zer; Muhammed Ali’­nin Hel karas Ebâ Zer; Muhsin el-Emîn’in Ebû Zer el-Ğıfârî; Münîr Gadbân’ın Ebû Zer el-Gıfârî ez-zahidü’l-mücâhid; Abdülmecîd  Muhammed el-Aktaş’ın Ebû Zer el-Ğıfârî ve ârâ3ü-hû  fi’S’Sİyâse   ve’î-iktişâd ; Ali b. Sâib el-Amrrnin en-Nübze fî tercemeti Ebî Zer ve târihi Rebeze ve Hüsni Şeyh Os­man’ın Hazâ Ebû Zer: Târîhu’l-hayâti’l – içtimâ ciyye ve’s-siyâsiyye ve’l-ik-tişâdiyye ii’î-müctema’i’1-İslâmî adlı eserleri sayılabilir. Ebû Zer hakkında Farsça olarak yazıl­mış eserler de vardır. Bunlardan Ali Rı­zâ Allahyârî’nin Ebû Zerr-i Gıfârî ve Muhammed Muhammedi İştihârdî’nin Sîmâ-yi Ebû Zerr-i Ğı-fârî: Şehîd-i Rebeze adlı eserleri zikredilebilir. Ali Şeriatfnin Ebû Zerr-i Gıfârî’sı (Meşhed, ts.), Abdülhamîd CÛde es-Sehhâr’ın aynı adı taşıyan Arapça eserinin Şiî rivayetlerle genişletilmiş Farsça tercümesinden ibarettir. Ali Şeriatî’nin bu tercümesi Salih Okur tarafından Sosyal Adaletçi Ebû Zer-i Gıfârî adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiş­tir. A. J. Cameron’un da Abû Dharr aî-Ghıfârî an Examination of his Image in the Hagiography of is­lam başlıklı bir çalışma­sı vardır.

Türk Ansiklopedisi’nde Ebû Zer el-Gıfârî hakkında, “Hazret-i Peygamber tarafından özellikle övülen dört uludan biridir (ötekiler: Ali, Selman ve Mikdâd)” denmesi (XIV, 283), bu konuda Şiî kay­naklara bağlı kalındığı kanaatini uyan­dırmaktadır. Zira çeşitli meziyetleri se­bebiyle Hz. Peygamber” in övdüğü pek çok sahâbî vardır. Bu eserdeki bilgileri tekrarlayan diğer bazı ansiklopedilerde de Ebû Zer hakkında yanlış bilgilere rast­lanmaktadır.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi