Kimdir

Ebu Ubeyde Ve Mecazul-Kuran hakkında bilgi

Ebu Ubeyde Ve Mecazul-Kuran hakkında bilgi: Ebû Ubeyde Ma’ıner b. el-Müsenna et-Teymî (110-210/728-825), Basra nahivcilerinin en meşhûrlarındandır. Zamanında İslâmî ilimlerin yani tefsir, hadis, fıkıh ve ahbara dâir ilimlerin esasları ortaya konulmuştu. Kendisi uzun bir ömür yaşadığından, bütün bu kültür nevilerine iştirak etmiştir. Uzun müddet Basra’da kalmış, orada yetişmiştir, iğneleyici bir dile sahip olduğundan, muasırları tarafından kendisine iyi bir nazarla bakılmamıştır. Bu bakımdan kaynaklar cenazesinde hiç kimsenin bulunmadığını zikrederler. Gerek muasırlarının, Ebû Ubeyde’nin dilinden salim olmamaları ve gerekse onun aslının Yahudi oluşu haklı olarak kendisine pek çok düşman kazandırmıştır. Bu düşmanları, onu Arapça bir âyeti, gramer hatası yapmaksızın söylemeyeceğini, hattâ daha ileri giderek, Kur’ân’ı yüzünden okurken dahi hata yaptığını ileri sürmüşlerdir. Ebû Ubeyde’nin hârici görüşüne sahip olduğu söylendiği gibi, bazıları onun, Hâricilerin Sufriyye, bazıları ise İbadiyye koluna mensubiyetini ileri sür­mektedirler. Nazzâm’ı medhettiği için, onun Kaderî olduğunu dahi söy­lemişlerdir. Onun bir kere Hâricilerden, diğer bir kere Kaderiyeden olduğunun söylenmesi, aslının da Yahudî olması, hele bunlara ilâveten, ahlâki bakımdantöhmet altında bulunması gibi bir durum da eklenince ona karşı duranların çok olması tabiîdir. Şüphesiz maruz kaldığı hücumlara biraz da kendisi sebep olmuştur.

Kendisine karşı yapılan bu saldırı ve ithamlara rağmen, zamanında yaşamış olan birçok ilim adamı, onun ilimdeki mertebesini övmektedirler. Ebû’l-Abbas el-Müberred “Ebû Ubeyde şiirde, garibde, ahbar ve nesebde âlim idi”. Câhız onun hakkında “Yeryüzünde Hârici ve ehlisünnet uleması arasında, bütün ilimlerde en âlim olan Ebû Ubeyde idi” demektedir. O, zamanına âit ilimler sahasında çeşitli eserler yazmıştır. Ignaz Goldziher’e göre, “Ebû Ubeyde, Arap dilinde ve eski Arap menkibeleri hakkında en geniş bilgiye sahipti, adları bize kadar gelen yüzden fazla eser meydana getirmiştir.” Burada bizi daha ziyade, nev’inin ilki olması bakımından mühim olan ve bugün elimizde basılmış olarak bulunan “Mecâz’ul-Kur’ân’i” alakadar edecektir. Birçok ansiklopedik eserde, Ebû Ubeyde’nin Kur’ân ilimlerine dair “Garibu’l-Kur’ân”, “Mecâzu’l-Kur’ân”, “Meâni’l-Kur’ân” adlı eserler yazdığı söyleniyorsa da, Mecâzu’l-Kurân adlı eserinin muhteviyatına bakılınca, bunların isimleri müteaddid, müsemmaları bir kitap olduğu anlaşılmaktadır. Naşirin de ifadesine göre, aynı kitabın muhtelif nüshalarının isimleri başka başkadır. Bu husus, eserin muhteviyatını tahlil ederken daha açık bir şekilde görülecektir.

Müellifler, Ebû Ubeyde’nin bu eseri telife başlamasına sebep olarak şu hâdi­seyi zikretmektedirler: el-Fadl b. er-Rebi’ (ö. 208/823) nin kâtiplerinden biri olan İbrahim b. İsmail, ona bir âyetin manasını sorar, o da cevap verir. Bu andan itibaren Mecâzu’l-Kur’ân’ın telifine başlanmış olur. Fakat muasırları onun bu eserini re’y yoluna saptığı için beğenmezler. el-Ferrâ, tefsirinde takip etmiş olduğu bu yoldan dolayı, onu dövmek ister. Bu hususta el-Esma’î (ö. 216/831) ile aralarında geçen olay da mühimdir: “el-Esma’î’nin Mecâzu’l-Kur’ân’da re’y ile amel edildiğini söylemesini ve ayıplamasını işitince, Ebû Ubeyde, el-Esmâi’nin ilim meclisine gider ve ona Yusuf Sûresinin 36. âyetindeki manayı kastederek “ekmek” hakkında ne dersin der. el-Esmâî’de pişirip yediğimiz ekmek olduğunu söyleyince, Ebû Ubeyde ona:

“Allah’ın Kitabını re’y ile tefsir ediyorsun” diye itham eder, el-Esmâ’î kendini müdafaa edince, Ebû Ubeyde de, “Aynı şeyi ben de söylüyorum, fakat sen beni ayıplıyorsun” diyerek, meclisten ayrılır”. Ebû Hatim (ö. 277/890) Mecâz’ın yazılmasını ve okunmasını helal görmüyor, ancak Ebû Ubeyde’nin hatalarını tashih ve beyân etmek için okunmasına müsaadeediyordu.  Buna rağmen, Ebû Ubeyde’nin Mecâzu’l-Kur’ân’ı uzun asırlarunca   bu sahada çalışanlar için bir kaynak oluşturmuştur. Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sallâm (ö. 223/837), İbn Kuteybe (ö. 276/889), Buhârî (ö. 256/869),Taberî (ö. 310/922), Ebû Abdillah el-Yezîdî (ö. 311/923), İbn Dureyd (ö.321/933). ez-Zeccâc (ö. 311/923), Ebû Bekr es-Sicistânî (ö. 330/941), İbnu’n-Nahhâs (ö.  333/944), el-Ezherî (ö. 391/1000) ve daha sonrakiler bu eserintesirinden kurtulamamışlardır. Ebû Ubeyde eserine, Kur’ân kelimesinin Allah’ın kitabına hâs bir isim olduğunu fakat bu lafızla Yüce Allah’ın diğer kitaplarını tesmiye edemeyeceğimizi söyleyerek, Kur’ân, sûre ve âyet lafızlarının manalarını belirtmekte ve sûrelerin uzunluk ve kısalıklarına göre taksimatını yapmaktadır.

Ebû Ubeyde, mecazdan neyi kastettiğini misallerle uzun boylu anlatmakta­dır. Ona göre mecaz, ziyade, harf, izmâr, ihtisar, takdim-tehir, lafız müfred ol­duğu halde, çoğul anlaşılması veya bunun aksı, iltifat, kıraat ihtilafları, muhtelif manalara gelen edatlar, i’rab ve Kur’ân tefsiri için kullanılan tabirlerin hemen hepsini içine almaktadır. Ebû Ubeyde’nin ifade etmek istediği mecaz manası, daha sonraki belagat alimlerinin ortaya koyduğu mecaz anlamından çok geniş­tir. Bu durumda onun Mecâzu’l-Kur’ân tabirinin içine Garibu’l-Kur’ân ve Meâni’l-Kur’ân da girecektir. Ebu Ubeyde bu eserinde, mecâzuhâ, ma’nahâ, tefsiruhu, takdiruhu gibi lafızlar kullanmaktadır ki bunların hepsi aynı anlamda kullanılmaktadır. O, sıra ile bütün âyetler üzerinde durmaz daha ziyade mecaz, i’râb, meâni ve garib olan lafızlar üzerinde tavakkuf eder. Bazen bu şekillerden hangisini ihtiva ediyorsa, onu zikreder, bazen bir âyette bulunan bir kaç hususa da temas eder. Meselâ, Fatiha Sûresinin ikinci âyetini, hem i’rab yönünden, hem de meâni yönünden incelemektedir.

Mecaz, meâni, garib ve İ’rab bakımından açıkladığı lafızları, pek azı müstesna olmak üzere, isbât mahiyetinde Arap şiirinden misaller getirmektedir. Bazen bir Kelimenin sadece lügat manası verilmektedir. Meselâ:

Bazen de, kelimenin lügat manasını verirken, âyet içindeki manasını da izah etmektedir. Meselâ: Bakara Sûresinin 22. âyetini tefsir ederken:

Ebû Ubeyde, Kur’ân’daki bazı harflerin ziyadeliğinden de bahseder. Meselâ:

Bu ziyadeliklere müfessirlerin şiddetle muhalefet ettiklerini ve bu görüşe tâbiolmadıklarını görmekteyiz.

Kelimelerin i’rab durumu izah edilirken, onların tasrif edilip edilmeyeceği de bahis konusu edilmektedir. Meselâ:

Bazen de, kelimenin dilde kaç şekilde kullanılabileceğini izah etmektedir. Meselâ:

Ebû Ubeyde bu eserinde bazı coğrafi mevkilerin hudutlarını da tayin et­mektedir. Meselâ:

Bazen de kelimelerin hangi kökten geldiğini belirtmektedir. Meselâ:

Ebû Ubeyde bu eserinde kelimelerin, sarf ve nahiv yönlen, Arapların bunları kullanış şekilleri, kelimelerin çeşitli anlamları ve Arap dili hususunda daha pek çok bilgiler vermektedir. Müellifin bu eserdeki en mühim hususiyeti, Arap dilini anlama yönünde, biraz serbest hareket etmiş olmasıdır. Eseri tenkitli neşre ha­zırlayan Prof. Dr. Fuad Sezgin, “O Küfe ve Basra mekteplerinin kayıtları ile mukayyet olmamıştır. Zira bu dönem, her iki mektebin oluştuğu dönemdi. Bu sebepten dolayı, Ebû Ubeyde onların koyduğu kaidelere boyun eğmemiştir” demektedir. Sayın Sezgin’in bu ifadesinde biraz mübalağa görmemek mümkün değildir. Zira Ebû Ubeyde’nin Basra dil mektebinin bir ferdi olduğunu unutmamak gerekir. Onlardan bazı noktalarda ayrılmış olsa bile, pek çok noktalarda onlarla iştirak halinde olması icâb eder. Zira insanlar-bilhassa o za­manda- zamanlarının kültürünü aksettirirlerdi. Ebû Ubeyde, ne kadar serbest fikirli olursa olsun, sahabe ve tabiîlerden gelen rivayetlerde pek çok noktalarda uygunluk göstermektedir. Meselâ, Sahihu’l-Buhâri’de, İbn Abbas’tan ta’lik yolu ile gelen kelimelerin ekserisinin Mecâzu’l-Kur’an’daki lafızlara uygunluk göstermesi buna örnek verilebilir. Aralarında zaman farkı olmasına rağmen, her iki taraf da, lafızların Arap dilindeki kuianılışını nazarı dikkate alarak hareket ettiklerinden, aralarında bir mutabakat dâima mümkündür. Ama buna rağmen Ebû Ubeyde’nîn serbest olarak hareket edip, seleften tamamen ayrıldığı bazı noktalar olduğunu da müşahede etmekeyiz. Meselâ:

Bu örneklerde görüldüğü üzere, Ebû Ubeyde’nin kelimesini lafzının çoğulu olarak göstermesi, müfessirler ve lügatçtiar tarafından, şiddetletenkid edilmiştir. Ebû’l-Heysem, Ebû Ubeyde’nin yapmış olduğu bu iş fahiş bir hatadır ve Allah Kelâmının tahrifidir, demekte ve kelimesinin çoğulunun olduğunu söylemekte ve nahivde onun bir mevkii olmadığını zikretmektedir.

Yine Ebû Ubeyde,âyetini, yukarıdaki şekilde manalandırarak, selefin görüşlerine muhalefet et­mektedir. İbn Mes’ud, İbn Abbas, Sa’id b. Cübeyr, İkrime, Mücâhid gibi şahsi­yetlerden bu konuda, “Müstakâr” lafzının “Rahim”; “Mustavda’ın “ ise “Kabir” veya Mustakâr’ın “Kadının karnı, yer yüzü, Rahîm, kabir”; mustevda’ın ise “Ba­banın sulbü, Allah’ın huzuru, suib, dünya” olduğu hakkında görüşler de mevcut­tur. Ebû Ubeyde’nin görüşü ise, bu görüşlerin hiç biri ile uyuşmamaktadır.

Âyetine getirdiği bu izah, “Buharinin kaynakları” adlı eseri müellifine göre müfessirler tarafından kabu! edilmiş olmayıp, Ebû Ubeyde’ye hâs kalan tefsirdir. Hatta bu izah, et-Taberi tarafından ele alınmış:

ve görüldüğü gibi “Manasızlıkla” tavsif edilmiştir.

Buhâri’nin Sahih’inde, Ebû Ubeyde’nin izahlarının biraz değiştirilerek alın­ması yüzünden meydana gelen bazı filolojik mahiyetteki yanlışlıklar, Buhâri sa­rihlerinin gözlerinden kaçmamıştır. Nedense sarihler, Buhâri’nin Ebû Ubeyde’ninbiraz değişik şekildeki nakli hususunda kusur ve eksikliği, Buhâri’den ziyâde, Ebû Ubeyde’de aramaya kalkışmışlardır.

Âyetlere ve kelimelere serbest mânâ verişi, aslının Yahudi ve dilinin iğne­leyici oiuşu gibi sebebler, çağdaşlarının onu kötülemelerine vesile olmuştur. Onun, Hâricilerin görüşlerini benimsediğine dâir bir ize bu eserinde rastlanmamaktadır.

Kaynak: Tefsir Tarihi, İsmail Cerrahoğlu, Fecr Yayınevi

İlgili Makaleler