Psikolojiye Giriş

Doğum öncesi gelişme, üç safha

Doğum öncesi gelişme, üç safhada incelenmektedir. Her safhada gelişen organizma yapısal ve niteliksel olarak birbirinden farklıdır. Döllenmeden sonraki ilk 2 haftayı kapsayan Germinal safhada zigot, fallop kanalları boyunca hücresel olarak bölünerek ilerlemeye devam eder ve rahime inerek rahim duvarına tutunur. Zigot, rahim duvarına yerleştikten sonra, hem hücre sayısını arttırır ve hem de giderek özelleşen hücre grupları oluşturarak gelişimini sürdürür. İkinci hafta ile 8. Hafta arasında yer alan bu safhanın sonunda artık embriyon olmuştur. Bu ikinci safhaya embriyonik safha denilir, organizmanın anneyle alışverişini sağlayan plasenta, göbek kordonu ve amniyon kesesi gibi yapılar oluşmaya başlamıştır. İkinci aydan itibaren, rahimde yaşayıp gelişebilmek için tüm yapılarını tamamlayan bu organizma fetüs adını alır ve 3. aydan doğuma kadar olan bu süreye fetal safha denilir. Bu safha ile beraber artık tüm hücre grupları özelleşmiş, yerleşmiş ve yapısal bir değişiklik olmaksızın gelişmeye başlamıştır.
Doğum öncesi dönemdeki gelişmeler üç aylık zaman birimleri halinde ele alınır. Birinci üç ayın son ayıyla

beraber gelişen organizma fetüs halini aldığından orta ve son üç aylar fetal safhanın içinde yer alır. İnsanlarda gebelik süresi (bir diğer ifadeyle döllenmiş hücrenin dış dünyada yaşamaya hazır hale gelmesi için geçen süre) 266 gün veya 38 haftadır. Ancak döllenme zamanı çoğu durumda net olarak bilinemediği için, son adet tarihinden itibaren ölçülür ve 280 gün ya da 40 hafta olarak hesaplanır. İlk üç aylık dönemin sonunda, fetüsün boyu 7,5 cm ve ağırlığı 2,8 gr. kadardır. Bu dönemin ayırt edici özelliği temel anatomik yapıların oluşumudur. İlk üç aylık dönemin sonunda, belli
başlı organlar ve organ sistemleri ve beden parçalarının temel yapısı tamamlanmış ve ilkel organlar işlev görmeye başlamıştır.
İkinci üç aylık dönemin sonunda ise, fetüsün boyu yaklaşık 35.5 cm. ve ağırlığı 500 gramdan biraz fazladır. Bu dönemin ayırt edici özelliği hızlı büyüme ve olgunlaşmadır. Dördüncü aydan itibaren kalp atışları dinlenebilir ve dönme, yuvarlanma gibi eşgüdümlü hareketleri yapabilir. Üçüncü üç aylık dönemde yağlanma artar, hatlar yuvarlaklaşır. Fetüs artık dışarıdan gelen seslere tepkiler verir ve çok daha hareketlidir. Uyku ve uyanıklık periyodları görülür, hemen tamamen insan görünümüne kavuşmuştur. Yaklaşık 51-52 cm boy ve 3.400 gr. ağırlık ile doğum beklenir.
Doğum süreci, anne ve bebeğin işbirliği ile gerçekleşen üç aşamalı bir süreçtir. Fetüs bir süre önce başı rahim ağzına gelecek şekilde ters dönmüştür. Doğumun başlamasıyla rahim kasılmaları giderek artacak ve böylece bebek annenin vücudundan dışarı çıkacaktır. Günümüzde doğumların önemli bir kısmının hastanelerde ve tıbbi imkanlardan yararlanarak yapılması, doğum komplikasyonlarını ve ölü doğumları önemli ölçüde azaltmıştır.
Anneler doğumdan sonra yeni durumlarına uyum sağlamakla ilgili bir süreç geçirirler. Bu döneme, doğum sonrası dönem (post partum) denilmektedir. Ülkemizde bu dönem, halk arasında “lohusalık” dönemi olarak adlandırılır. Lohusalık, annenin bedeninin fiziksel olarak eski haline dönmesi ve psikolojik olarak çocuk büyütmeye uyum sağlaması için geçen ve yaklaşık 6 hafta kadar sürebilen bir dönemdir. Her şeyden önce, rahim eski haline döner, süt vermeyi de sağlayacak bir dizi hormonal değişim gerçekleşir, yumurta üretimi yeniden başlar. Aynı zamanda, hormonal değişimler, yorgunluk, yeni doğanın bakımıyla ilgili güven eksikliği veya yeni doğanın yoğun bir bakım ve ilgiye ihtiyaç duyması gibi nedenlerle duygusal düzensizlikler görülür. Bazı anneler kısa sürede bu dönemi atlatabilirler ancak bazıları için uzun sürer ve stresle baş edememe, kaygı ve depresyonla sonuçlanabilir. Doğum sonrası depresyonu, Amerika’da annelerin %70’inde görülmektedir. Ülkemizde yeni doğum yapan kadınlarda bu tür belirtiler görülse bile, bu gibi durumlarda psikiyatrik destek talebi çok düşük olduğu için mevcut verilerden bir sonuç çıkarmak uygun olmaz. Çünkü genç anneler böyle belirtileri olsa bile, önemsemiyor/ifade etmeye çekiniyor ve yardım istemiyor olabilirler. Ancak ülkemizde lohusalık döneminin, geleneksel olarak genç annelerin ailelerinden sosyal ve duygusal destek görebilecekleri şekilde tanımlanması ve gündelik uygulamaların bu anlayışa göre düzenlenmesi sayesinde, dönemin daha kolay geçirilebildiği de düşünülebilir.

İlgili Makaleler