33Sosyoloji Sözlüğü

DOĞRULUK

 

DOĞRULUK

 

1-
Düşüncenin gerçekle uyuşması, yargı ve önermelerin gerçeğe uygun olması, yani
veril­miş bir olguyla uyuşması (içeriksel doğruluk),

 2- Düşüncenin kendi kendisiyle uyum için de olması,
çelişik olmaması (biçimsel doğruluk) diye ikiye ayrılır.

Doğruluk, doğru olan
önermenin sıfatıdır. Fiilen tecrübe edilmiş olan şeyinde sıfatıdır. Doğru,
deney doğrusu ve akıl doğrusu olmak üzere ikiye ayrılabildiği gibi, doğruluk da
de­neysel doğruluk ve aklî doğruluk diye de ikiye ayrılabilir. Zamana, belirli
şanların bulunma­sına ve belirli bir zaman diliminde gerçekleş­meye bağlı olan
doğrulara, olgu doğrularına sı­fat olan doğruluğa, deneysel doğruluk denir.
Nedenİyalnızca akılda bulunan, zamana bağlı olmayıp zaman üstü olan, her zaman
ve her yerde geçerli olan doğruların sıfatı olan doğru­luğa da mantıkî
doğruluk/aklî doğruluk adı verilir. Bilimsel doğruluğun mukabili varlıksal
doğruluktur.

Kimi müslüman
bilginlerin terimler sözlü­ğünde, doğruluk “Hakk” sözcüğünün aynısı
olarak görülmüştür. Dolayısıyla bu anlamı ka­bul edersek doğruluğun karşıtının
batıl olma­sı gerekir. Oysa doğruluğun karşıtı yalancılık­tır. Buna göre
doğruluk daha çok sözlerde ge­çerli ve yaygındır. Hakk anlamında doğruluk­ta,
uygunluk olgu yönündendir; Sıdk anlamına doğrulukta uygunluk hüküm yönündendir.
Bu nedenle karşıtı “batıl” olan doğruluk (Hakk) ile, karşıtı
“yalancılık” (Kizb) olan doğruluk (Sıdk) birbirinden ayırdedilmiştir.
Bu durum­da, hükmün doğruluğu (Sıdkı) ilgili bulundu­ğu olguya uygunluğudur;
hükmün gerçekliği (doğruluğu), ilgili olgunun ona uygunluğu­dur.

Doğruluğun ölçüsü
açık-seçikliktir: Aklın il­keleri ki -bunlara ilk doğruluklar
denı’lİr-açık-seçiktirler. Bunlar, isbata ihtiyaç duyul­madan her akıl
yürütmede kullanılan ilkeler­dir, akıl yürütmenin şartıdırlar.

Kişisel doğruluk veya
kanaat yalnızca bir kimsenin kendisi için doğruluk irade eder. Ob­jektif
doğruluk (harici doğruluk) veya kesin­lik, özü gereğince ve bütün zihinler için
geçer­li olan doğruluktur.

Hakikatin, yani
doğruluğun ölçüsü, doğru­luk vasfını taşımak için ilk önce bilinmesi gere­ken
bir husustur. Bir şeyin, kendisiyle açık-se-çik bilinebileceği işarete ölçü
denir. Bu İşaret bir şeyi başka bir şeyle karıştırmamıza engel olur. “Bu
doğrudur, şu yanlıştır” şeklinde yargı­da bulunduğumuz her defada
doğruluğun öl­çüsü bize kılavuzluk ediyor demektir. Öyleyse doğruluğun bizzat
kendisinde doğruluğu iyice bilme İmkânı veren ve onu yanlışlıktan ayırma­ya
yarayan bir işaretin bulunması kaçınılmaz­dır. Doğruluğun sahip olduğu ve
yanlışlığın sa­hip olmadığı bu işaret hakikatin ölçüsünün ta kendisidir.

Fakat burada hakikatin
şu veya bu düzeyde­ki özel ve ferdi (kısmî) Ölçüleri değil, evrensel ve nihai
ölçüleri sözkonusudur. Başka bir ifa­deyle bizim sözünü ettiğimiz husus,
hakikatin her türüne ail karckteristikve ayırdedici işare­tidir. Evrensel ve
nihaî hakikat ölçüsü, hakika­tin her türünü niteleyen ve ayırdedicilik yapan

bir Ölçüdür. Bu ölçü,
doğruluğun ve kesinliğin en son sebebini teşkil eder.

ölçünün yapısı ile
ilgili bu açıklamalardan sonra, ölçünün kısımları hakkında ileri sürü­len
görüşlere temas etmek yerinde olacaktır.

 

I- Yanlış veya Eksik
Ölçüler

 

1-  İlâhî otorite ölçüsü: İmancılık (fideizm)
adıyla bilinen bu ölçü gelenekçi ekol tarafın­dan ileri sürülüp benimsenmiştir.
Bu ekole gö­re akıl, imana başvurmadan kesinliğe ulaşma­ya yapısı gereği
elverişli değildir. Hiç kimse iman dışında güvenceye sahip olamaz. Bu gö­rüşün
olumlu ve olumsuz yanını dikkate alma­mız gerekir. Şöyle ki, iyi tesbit edilmiş
ilâhî otoritenin hakikat içİnyanılmaz bir ölçü oldu­ğu bilinmektedir. Fakat
böyle bir ölçünün ev­rensel olması, bütün hakikatları hatta iç duyu
hakikatlanna uygulanabilir olmasını gerekti­rir. Yine böyle bir Ölçünün nihaî
ölçü olabil­mesi, başka hakikatların ve kesinliklerin varlı­ğını gerektirir.
Örneğin vahy yollu bilgi bizzat başka birçok kesinlikleri gerekli kılar. Aksi
takdirde ilâhî otorite ölçüsüne bağlı kısır dön­gü mümkün olabilir.

2-  Genel muvafakat Ölçüsü: Bu ölçüyü ileri
sürenlere göre, kendi haline bırakılmış fert, doğruyu yanlıştan ayırmaya
kabiliyetsiz oldu­ğu İçin, üzerinde İnsan cinsinin daima muva­fık ve mutabık
bulunduğu belli bîr doğru mev­cuttur. Yani aynı şartlarda bulunan bütün in­sanların
algıladıkları, anladıkları ve aynı bi-Çimde anlattıkları şeylere hakikat denir.
Fa­kat İnsanlık, ancak fertlerin bir araya gelmiş hali olduğuna göre, böyle bir
ölçüyü nasıl kul­lanabilecektir? Ayrıca böyle bir ölçü, şuur ha­kikatlanna ve
özelliği İtibariyle bilimsel haki-katlara uygulanamaz. Çünkü bu lür hakikat-lar
fertlerin büyük çoğunluğunun göstereme­yeceği sabrın sonucu elde edilir.
Bunlara ilave­ten, asırlar arasında delillerini toplamış, otori­telerini ortaya
koymuş insanların bulunduğu­nu bilmek gerekir. ‘

3-  Ortak duyu ölçüsü: Bu ölçüye taraftar
olanlara göre, ortak duyunun kabul ettiği her şey doğrudur, onun karşı çıktığı
herşeyyanhştır. Büıün insanlarda ortak olan doğal inanç­lar, hakikatin
ölçüsüdür. Örneğin dış dünya­nın gerçekliğine, cüz’î iradeye, bütün metafi­zik
ve ahlakî ilkelere inanç, hakikatin yegane ölçüsüdür. Belirtmek gerekir ki, bu
ölçüyü sa­vunanlar, aklı ve aklın ilkelerini, çok kesin ha-kikatları ve sade Ön
yargıları, birbirinden açık ayrı oldukları halde, birbirine karıştırmakta­dırlar.
Sonra, doğal İnançlarla kazanılan inanç­ları birbirinden nasıl ayırmak
gerektiğine çö­züm getirilmemiştir. Doğal inançlar, bütün in­sanlarda
müştereken bulunurken, kazanılmış, inançlar, bir ülkeye ya da bir devre (asra)
öz­gü inançlardır. Nihayet genel muvakafal ölçü­sünün taşıdığı bütün problemler,
ortak duyu ölçüsü için de söz konusudur.

4-  Doğruluğun çekiciliği (cazibesi) ölçüsü:
Kimilerine göre, hakikatin ayırıcı ölçüsü, işare­ti, hakikata doğru İçimizde
hissettiğimiz eği­limdir. Her kesinlik ve doğruluğun son sebe­bi, bizi inanmaya
sevkeden bir içgüdü ile açık­lanabilir. Gerçi zihin hakikata eğilimi tabii ve
zorunludur. Ama bu, eğilimin, körü körüne ve ölçüsüz bir eğilim olduğu anlamına
gel­mez. Tam tersine insan zihni, bir kısım öner­meleri kabul ediyor,
diğerlerini reddediyorsa bu, onun kabul ettiği önermelerde, kabul et­mediklerinde
bulamadığı bir şeyi açıkça tanı­dığı içindir. Ayrıca zihnin sebepsiz ve körü kö­rüne
hakikata doğru eğilim içinde olduğunu ileri sürmek demek, yalnızca Ölçünün
varlığını değil aynı zamanda zihnin kendisini de inkâr etmek demektir. Çünkü
zihin, bilme ve tanı­ma yetişidir. Öyleyse böyle eğilim, bir hakikat ölçüsünün
varlığını gerekli kılar.

5- Duygu
Ölçüsü: Bu görüştekilere göre, ha­kikatin ölçüsü akıl değil, duyguda aranmalı­dır.
Duygu, aynı zamanda ahlakİHğin de ölçü­südür. Kim ne derse desin, haklı
olduğunuzu hissediyorsanız, daha fazla bir şey aramaya, başka ölçü bulmaya
gerek yoktur, haklısınız-dır. Oysa duygu, bütün duygu mertebesindeki olgular
gibi, özü bakımından sübjektif, şartla­ra ve fertlere göre değişken olan bir
şeydir, öyleyse duyguyu, hakikatin yanılmaz ve belir­leyici işareti yapmak
demek, bütün yanılma ve aldanmalara kapı açmak demektir.

6- Hakikatin
kendi kendisiyle uyumu ölçüsü: Bu ölçüye taraftar olanlara göre, bir önerme
ancak kesinkes doğru diye bilinen başka bir önermeyle uyuştuğu oranda doğrudur.
Bu öl­çü, esasında olabilirliği tesbit eder, fakat nes­nelerin gerçekliğini
tesbite yaramaz. Aynı şe­kilde o, düşüncenin kendi kendisiyle uyumu­nu
gösterir, ama düşüncenin somut gerçeklik­le uyumunu göstermez. Nihayet bu Ölçü,
mate­matiğe uygulanabilir. Fakat fizikte, tarihte, ge­nellikle varlıkları veya
gerçek ve olası olguları İnceleyen bütün bilimlerde uygulanma kabili­yetinden
yoksundur.

Hakikaten bu ölçü ve
işaretleri zihinsel alan­da aramak yerine, hayatın İçinde gerçekleşen eylemde
görmek eğiliminde olanlar da çıkmış­tır. Kimileri, hakikati ölçüsünün ahlâki
haya­tın zorunlulukları İçinde bulunabileceğine inanmış, diğer bazıları ise bu
ölçünün genellik­te eylem İhtiyaçları İçinde yer aldığını İleri sür­müştür.
İkinci görüşü benimseyenlere “Ye-ni-Eleştiriciler”, sonuncu anlayışı
paylaşanlara “faydacılar” denmiştir. Fakat bu son iki görü­şün de
eksik ve eleştirilen birçok yönü vardır. Hakikatin ölçüsü olarak ödevi almak
veya ya­ran kabul etmek, fertleri evrensel ve nihaî bir ölçüye kavuşturmaz.
Çünkü bunların her ikisi de bireysellik yanı ağır basan eğilimlerdir.

 

2- Hakikatin Ge/çek Ölçüsü:Açıklık

 

1- Açıklık,
her doğruluğun şaşmaz-yanılmaz işareti ve her kesinliğin iç motifi olan
evrensel ve nihai ölçüsü, açıklıktan başkası değildir. Gerçekte, zihnimizin
yanılabilirliği nedeniyle, doğru olan her şey zorunlu olarak açık değil­se,
açık olan her şeyin zorunlu olarak doğru ol­duğu İtiraz kabul etmez bir
gerçektir. Keza, hangi düzeyde olursa olsun, her kesinlik ve doğruluğun,
belirleyici bir nedenden (motif­ten) ölürü, daima doğrudan ve dolaylı, dahilî
veya harici bir açıklığa sahip olduğu da sugö-türmez bir gerçektir;

 2- Açıklık, esas itibariyle doğruluğun açıklığıdır. O,
doğruyu görmede, zihnin tabiatıyla İlgili bir niteliktir. Açıklığın objektif
bir yapısı vardır ve o zihin üzerinde et­kilidir. Zihin, ancak açıkça
farkettiği zaman doğruyu kabul eder;

 3- Açıklığın zihin üzerin­deki İşleyiş ve etkisine
gelince, denilebilir ki, bu işleyiş ve etki, bir tür baskıdan ibarettir. Şöyle
ki, bu baskı sayesinde zihin, hakikati görmemezlik imkansızlığı İçinde bulunur,
ya­ni hakikati mutlaka görmek zorunda bırakılır ya da hakikati görüp dururken
onu görmediği­ne hükmedemez. Kesinkes ve kaçınılmaz bi­çimde hakikati gördüğüne
hükmeder. Özetle, hakikatin evrensel ölçüsü, “kesinlikle kavra­mamak
imkânsızlığından, hatta aksini kabul etmek imkansızlığından ibarettir”
denilebilir.

Bu son ölçü hakkında
da, kötü temellendiril-miş doğruların ve yanıltıcı açıklıkların bulun­duğu
ileri sürülerek İtirazlar yapılmıştır. Dola­yısıyla, gerçek doğrulukları ve
açıklıkları sah­telerinden ayırt etmek için başka bir ölçü gere­kir,
denilmiştir, öyleyse bu önerilen çare de meseleyi çözmeyen, üstelik hakikat
insan zih­ninden bağımsız olsa da, kesinlik asla böyle değildir. Doğruluk ve
kesinlik daima sübjektif bir unsuru kendinde barındırır. Çünkü herşe-ye rağmen,
herkes ancak kendi gözleriyle gö­rür ve bakar.

Öyleyse şunu itirafa
mecburuz: Zihinsel planda kesinlik ve doğruluğun dereceleri ol­masa da, pratik
olarak akıllılar sayısınca ve hatta ahlaki karakterler ve huylar oranında
doğruluk ve kesinliğin dereceleri vardır. Öy­leyse yapılacak ilk eleştiri,
insanın kendi kendi­ni eleşl irisidir.

Hasan ŞAHİN Bk. Doğnı.

 

İlgili Makaleler