Felsefe Akımları

Diyalektik Nedir? Tanımı ve Tarihi (Felsefe Akımları)

Diyalektik

Tartışma tekniği olarak diyalektik karşılıklı konuşma da, tartışmak suretiyle hakikati arama ve ortaya çıkarma sanatıdır. Ancak karşılıklı konuşmada tarafların birinin gereken dikkati göstermemesi halinde hakikati arama ve ortaya çıkarmada herhangi bir sonuca ulaşma sözkonusu olmayacağından, bu diyalektik “cedel” olarak tanımlanır. Biçimsel veya formel mantık, maharetli, ancak yararsız tartışma veya formel mantık, maharetli, ancak yararsız tartışma veya konuşma ya da düşünce incelikleri de böyledir. Hegel felsefesinde ise diyalektik, düşüncenin değişerek gelişimi anlamındadır. Elaalı Zenon felsefesinde karşıiıklı konuşmak suretiyle sonuç çıkarmayı ifade eder. Ni­tekim Zenon hareket konusundaki eleştirileri­ni bu çıkarıma dayanarak temellendirir.

Diyalektik düşüncenin temellerini, Aristoteles’in “Fizikçiler” diye nitelediği Sokrates-öncesi (aslında Sofistler öncesi) tabiat filozoflarının felsefesinde bulmak mümkündür. Bu filozoflar evrenin (cosmos) temel Özelliği kabul edilen birlik, düzen ve uyumdan hareketle evrenin temel esasının (arkhe) ne olduğunu araştırıp açıklamaya çalışırlar. İşte bu açıkla­manın yapılmasında başvurulan akıl yürütme, ana esas kabul edilen “şey”in karşılıklı çatışma-dönüşme ilişkisi çerçevesinde temellendirilmektedir. Sözgelimi Anaximandros’un “bilinmeyen şey” anlamına gelen opc/Vo/ı’unda bulunan karşıt nitelikler çatışma ve dönüşmeler ile varlığı, yani “evreni” ve ondaki birlik, düzen ve uyumu gerçekleştirir. Anaximandros’un aperion’undaki bu karşıt nitelikleri evrendeki hareket, değişim ve oluşun temeli sayan Herakleitos, bu karşıtlıkları varlığın varolması ve yok olmasının sonsuz süreci olarak açıklamaya çalıştı. Böylece diyalektik düşünce evrenin ve varlığın açıklanmasında akıl yürütmenin yöntemi şeklinde tanımlanarak belli bir sisteme kavuşturuldu. Pythagoras (Pİsagor) ve Pythagorasçı filozoflar bu diyalektiği zihnin soyut kavrayışı aracılığıyla sayılan sembolleştirerek evren ve varlığın açıklanmasında temel aldılar. Ancak Pythagoras’ın diyalektiği Herakleitos diyalektİğiyle benzerlik göstermekle birlikte, eski İran Zerdüştlüğünde temel semboller olan “Işık” (iyi) ve “Karanlık” (kötü), yani Hürmüz ve Ehrimen Kült’ünün belli oranda etkisini taşır.

Bu anlamda Sokrates-Öncesi felsefede evrende, hareketi, değişimi ve oluşu karşıtların çatışma ve dönüşümü şeklinde açıklama bir diyalektik anlayış olmakla birlikte, gerçek anlamda bunun kurucusunun Elaalı Zenon olduğu söylenmelidir. Zenon’un diyalektiği bütünüyle ontolojik, hatta bir “varlık” metafiziği şeklindedir ve “varlık”m karşıtı sözkonusu edilemez. Yani mantıksal açıdan ancak “varlık” kavranabilir, bunun karşıtı olan “yokluk” kavranamaz. Çünkü “varlık” ile düşünce birdir ve aynı şeydir ki, Eleatıların bu “varlık” anlayışının kaynağı doğrudan Ksenophanes’in monist Tanrı kavrayışından gelir. Bu bakımdan Zenon, bir olan “varlık”ın kavranması ve açıklanmasında, hareket, değişme ve oluş gibi olguların düşüncenin konusu olamayacakları, varhka izafe edilemeyeceklerini ispatlamak İçin diyalektiğe başvurur. Böylece diyalektiğin ilk temsilcisi Zenon’dur.

Sofistler diyalektiği hakikati, doğruyu, akıl yürütmeyle elde etme yerine, haklı-haksız, doğru-yanlış herhangi bir görüşü savunmada bir araç olarak görüp uygularlar. Bu yönleriyle Sofistler diyalektiği olumsuz anlamda kutlanmışlardır.

Buna karşılık Sokrates diyalektiği, hakikatin ortaya çıkartılmasında bir yöntem olarak kullanacaktır ki, buna özel olarak Sokratik ya da Mayötik yöntem de denilir. Sokrates diyalektiğinde kavramların karşılıklı soru ve cevaplar ile açıklanması esastır. Sokrates’in bu yöntemini kendi sistemüçinde belirli bir varlık öğretisine dayandiran Platon diyalektiği; en alt var­lık sıralamasından başlayarak kademe kademe yükselen ve en sonunda idea’lara ulaşmak için başvurulan bir öğrenme ve öğretme yöntemi sürecidir. Sözgelimi, bu yöntem aracılığıyla güzel olan şeylerin bütününe ya da adaletli olan davranışların tamamına şamil olan şey araştırılır ve böylece külliden külliye, yani tasavvur edilen öteki şeylerin tümüne hakim olan salt idea, hayır kieasına kadar yükselinir. Bu işlem karşılıklı konuşma suretiyle hakika­tin keşfedilmesi ya da ortaya çıkarılmasıdır. Çünkü gerek Sokrates, gerek Platon, hakikatin zihinden zihine aktarılmasını değil, hakikatin bizzat kişinin zihninde saklı olarak bulnuduğunu ve böylece ortaya çıkartıldığım savunurlar. Platon’un hemen bütün eserlerinde bu yöntemin kullanıldığı bilinmektedir. Bu anlamda diyalektik düzenleme, belli bir sisteme kavuşturma, mantık diliyle söylenirse, sınıflandırma işlemini de yüklenmiş olmaktadır.

Kendisinden önceki diyalektiğin bu tarz kullanım ve anlamını eleştiren Aristoteles’e göre bilim, diyalektikten üstün olma yanında farklı ilkelere de dayanmaktadır. Yani Aristoteles’te diyalektik, mantık alanındaki akıl yürütmelerin bütünü anlamını taşımaktadır. Bir kanaat veya sanıyı (zan) doğrulama veya çürütme aracı olarak akıl yürütme ve sonuç elde et­medir. Böylece diyalektik zihnin çalışmaların­da esneklik ve kıvraklık kazanmasını, karşı görüşü savunan kimsenin yanlışlığını ortaya koymayı ve felsefe konularını tartışıp kavramayı sağlar. Nitekim Aristoteles’in bu diyalektik an­layışı ortaçağ Skolastiğinde geniş kabul görecek, Hıristiyanlığın esaslarının açıklanmasında ve isbat edilmesinde yaygın bir şekilde uygulanacaktır. Hatta Hıristiyanlık döneminde Aristoteles’in mantık ve diyalektiği Kilisenin, özellikle Katolik Kilisesinin resmi öğretisi olacaktır. Aquino’lu Thomas’ın Hıristiyanlık fel­sefesi bu tutumun belli başlı örneği olarak günümüzde bile etkinliğini sürdürmektedir.

Yeni Çağ felsefesinde diyalektik kavramını farklı biranlamda ilk defa kullanan Kant ol­muştur. Diyalektiğin önceden kullanılış biçim ve amacını eleştiren Kant’a göre, onlar için diyalektik bir “görünüş mantığı”ndan ibarettir. Çünkü eskiler mantığın yöntemini kullanarak kendi boş iddialarını ya da bilgisizliklerini bir hakikatmış gibi “görünüş” kazandırmak amacı gütmüşlerdir. Böylece Kant felsefesinde aşkın (transecndental), diyalektik, aşkın analilikin karşıtı, yani yanılgının mantığı sayılmaktadır. Çünkü akıl, akıl yürütme yöntemleriyle hareket ettiğinde sonuçta kendi kendisiyle çatışmaya düşer ki, işte ortaya çıkan bu çatışkıların (aminomı) giderilmesi için “aşkın diyalektiğe” başvurmak zorunda kalınır. Burada iki karşıt, tezin, yani tez ve antitezin karşıtlarının imkansızlığı isbat edilerek giderilmek istenir. Bu anlamda Kant’a göre diyalektik, bir yandan aklın ulaştığı bir yanılgı şekli olduğu gibi, aynı zamanda bu yanılgının düzeltilmesi için başvurulacak eleştiri, yanlışı gösterme yöntemi de olabilmektedir.

Kant’ın bu diyalektik anlayışından hareketle farklı anlayışlar ileri süren Alman idealistlerinden Fichte, Schelling ve Hegel diyalektiğe yeni anlamlar kazandırdılar. Fichte bu yöntemi kullanarak sübjektif idealizmini açıklamaya çalışır. Ona göre tek gerçeklik olan “Ben”, gelişimi sürecinde duraksamalar ve darbelerle karşılaşır ki, böylece dış dünyayı, yani “ben-değil”i oluşturur. “Ben-değil”, “ben”in bir işlemi olarak “ben”in çaba ve mücadelesinde, hem duyan “ben”in bilinci, hem de duyulan nesne olarak “ben-değil”in bilinci olur. Dolayısıyla diyalektik bu muadelede “Ben”in bilinciyle “dünyanın bilinci”nin ayrılmalarını faaliyet şeklinde ortaya koyar. Mücadele veya çabanın sonucu olarak iç ve dış dünya aynı zamanda doğar kî, bunu gerçekleştiren diyalektiktir. Kant’ın anlayışından da bu yönüyle, yani diyalektiği olumlu ve yaratıcı saymasıyla ayrılan Schelling ise, diyalektiği özgürlük ve zorunluluk kavramlarının açıklanmasında kullanır.

Hegel, diyalektiği yöntem olarak Kant’tan almakla beraber, hem ondan, hem de Fichte ve Schelling’ten bütünüyle farklı bir düzlemde temellendirmiştir. Herakleitos’un evrende sürekli harekeli değişimi esas alan “oluş” düşüncesi Hegel’in çıkış noktası olmuştur. Düşüncenin gelişimi için çalışmaya gerek vardır ki, dü­şünceyi ya da gerçekleri oluşturan kavramlar bu çatışmayı oluşturan karşıtları kendi İçinde taşırlar. Karşıtların çatışmasıyla ortaya çıkan veya ulaşılan birliğe, yani senteze Hegel “diyalektik” adını verir. Başka söyleyişle, düşünce bir kavramdan (tez) bu kavramdaki karşıtına (antitez), buradan da tekrar karşıtına (yani ilk kavrama, tez) yönelmekle, iki kavramın birliğini meydana getiren bir üçüncü kavrama (sentez) diyalektik süreç içinde varır. Her sentez aynı süreci yeniden izler ki, bu sonsuz olarak sürüp gider. İşte bu süreç içinde Hegel’e göre, düşüncenin kendisini kavramasını gerçekleştiren bilinç içeriğini arttırır ve saflaştırır. Bu bakımdan diyalektik, varlığı belirleyen düşünce­nin kendi sürecinde görüldüğü gibi, dünya tarihinde de görülür ve tarihin oluş ilkesidir. Tabiat, tarih, hukuk ve devlet felsefesi de diyalektik temelde açıklanır.

Hegel’in başı üstünde duran diyalektik yöntemini ayakları üstüne oturttuklarını söyleyen Marks ve Engels bunu, iktisat araştırmaları ve sermaye birikimi İncelemeleri sonucunda vardığı sınıf mücadelesini temellendirmede kullanır. Yani diyalektiği tarihsel bir süreç olarak ekonomi disiplinine uygulayan Marks, Batı toplumlarındaki değişim ve oluşumları buna dayanarak açıklamıştır. Diyalektiğin genel ilkelerini araştırmaya yönelen Engels ise, bu yöntemi aynı zamanda tabiat olaylarının açıklanmasında kullanmak suretiyle, bir anlamda Marks’ın boş bıraktığı alanı doldurmaya çalışmıştır, denebilir.

Demek oluyor ki, diyalektik, varlığı ve oluşu, bunların nedenlerini, sonuçlarını, yani hikmetini bütün halinde kavrayabilmek için İnsan zihninin yükselebildiği düşünce çeşitliliğinin ve yönteminin adıdır. Bir bakıma, düşüncenin, belirli kurallar içinde sınırlandırılması ve evrene, oluşa, hikmete o sınırların disiplini içinden bakılmasıdır. Ancak diyalektiğin gelişmesi, yeni boyutlara ulaşması, bizim kavrayış düzeyimizi yükseltmeyi sağlasa bite, varılan sonuçlar her zaman kabul edilir olmayabilir. Sözgelimi evreni ya da varlığı mutlak hareketsizlik veya sürekli değişim halinde tasavvur etmem, zihnimin kavrayış gücünü genişletmekte elken oluyor diye, evreni ya da varlığı birinin veya ötekinin telkin ettiği biçimde kavra­mak zorunda değilim. Çünkü biliyorum ki bu düşünce, tasarım ve kavrayış tarzlarının hiçbirinde mutlaklık belirtmez. İnsan zihnînin yükseldiği bu soyut zihin verimleri aracılığıyla evreni ve varlığı, hareketsizliği ve oluşu bir bü­tün olarak kavrama ve algılamada kendimi da­ha geniş imkanlarla donatılmış sayabilirim. Fakat bütün bunların değeri işte bundan ibarettir; daha yücclerdeki hakikate, Mutlak Hakikate ulaştırma bakımından diyalektiğin yetersiz kaldığını ve kalacağını da düşünmek, düşüncenin ve aynı zamanda diyalektik yöntemin doğal sonucudur. Sözgelimi bazı evrensel olguları kavrarken diyalektik yöntemden yararlanmam sözkonusu olsa bile vahye dayalı hakikat bilgilerinin doğrudan kavranabilmesi hususunda bu süreci izlemek daima gerekmeyebilir.

Rasîm ÖZDENÖREN – SBA

felsefe/heraclitus Diyalektik

Diyalektik kavramı, başlangıçta tartışma sanatı, ya da çelişkili yollardan muhataplarını ikna etme sanatı anlamına gelmektedir. Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimidir, diyalaktik ve Sokratik yöntem, tartışma ve düşünme sanatı olarak diyalektiğin Antik Çağ’daki en yetkin halidir. Değişimin ve hareketin sürekliliği düşüncesi bu aşamada diyalektik olarak ifade edilmiştir. Bir fikirden ya da ilkeden içerdiği olumlu ve olumsuz bütün düşünceleri çıkarma yöntemine diyalektik denilmekteydi.

Platoncu anlayışta fikirler, gerçek anlamına geldiklerinden diyalektik fikirlerin diyalektiğidir.Ama başka yönlerde, duyulur olandan nesnelerin fikirlerine ulaşma ve giderek bu nesnelerin ve bilgilerin saf değişmez ilkelerini ya da yasalarını bulgulama anlayışı olarak da ortaya çıktığı görülür. Heraklitos’un “aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz” sözü diyalektiğin başlangıç halindeki açık tanımını göstermektedir. Diyalektik üzerine bütün çalışmaların başlangıç noktası burasıdır. Oluş ve değişim kavramları bu noktada diyalektik anlayışın temel kavramları olarak belirirler. İlk Çağ filozoflarının birbirine zıt yönlerde de olsa diyalektikçi oldukları söylenebilir.Sokrates’te ve Sofistler’de diyalektik yöntemin belirli şekillerde kullanıldığı bilinmektedir. Aristotales, diyalektiğin babası olarak Heraklitos’u değil Elealı Zenon’u gösterir. Zenon’un diyalektiği bir tür özdeşlik düşüncesine dayanır. Zenon, diyalektik yöntemi kullanarak hareketin olanaksızlığı gösterir bir dizi paradoksla. Ona göre evrende görülen felsefe/hegel çokluk ve çeşitlilik yanıltıcıdır, tıpkı hareketin yanıltıcı bir görünüm olması gibi.

Hegel’e gelindiğinde ise tam bir felsefi çalışmayla ortaya konulur diyalektik.Bir yöntem olarak içerimleri kuramsal bir açıklamayla ortaya konulur.Buna göre diyalektik, Mutlak Fikir’in tez-antitez-sentez diyalektik üçlü hareketiyle gerçekleşmesi ve bunun bu şekilde anlaşılması yöntemi olarak değerlendirilir.Hegel düşüncenin hareketinden sezinlediği diyalektiği, evrenin hareketine yöneltmiştir; çünkü Hegel evreni “maddeleş bir fikir” olarak görürdü. Başka bir açıdan Hegel’e göre düşünce ve varlık özdeştirler aslında. Burada diyalektik, bütün düşüncenin ve varlığın gelişim sürecidir.

Marx, bu düşünüş sürecini tersine çevirir, Hegel’in yolundan giderek diyalektiği maddeci bir temelde değerlendirir.Diyalektikte hareket başlangıcından itibaren, çelişki kavramıyla ve dolayısıyla karşıtlık kavramıyla bağlantılı olarak açıklanmaktadır; Marks maddenin hareketinin diyalektik iç-çelişkilerinin ürünü olduğunu ileri sürer ve düşüncenin diyalektiği de bu noktada maddenin hareketinin bilince yansıması olarak değerlendirilir.Bu nedenle Marksist felsefe diyalektik materyalizm olarak ifade edilecektir.Böyle algılandığı içinde diyalektik yöntem, giderek diyalektik hareketin bilimi olarak meydana gelmiştir.Marks ve Engels ile diyalektik artık tamamen neredeyse bugünkü anlamına kavuşuyor. Bunun en doğru ve akılcı tarifini Engels vermiştir: diyalektik, ‘dış dünyada ve insan düşüncesindeki hareketin genel yasalarını inceleyen bilimdir’. Bu tarif ile diyalektiğin gelişmesinin tamamen bilimlerin gelişmesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz.

Vikipedi