Türk Edebiyatı

Divan Edebiyatında Hikaye Özellikleri, Türleri, Hakkında Bilgi

Hikâyeyi modern anlamda değerlendiren araştırmacılar ço­ğunlukla Türk edebiyatında hikâye ve ro­manı Tanzimat’la başlatırlar. Ancak Türk-ler’in bu türde, İslâmiyetken önceki dö­nemlere kadar giden bir geleneği olduğu bilinmektedir. İslâmiyet’in kabulünden Tanzimat’a kadarki dönem içinde ise hi­kâye tarzına uygun manzum ve mensur pek çok eser kaleme alınmıştır. Bunlar destanlara ve efsanelere kadar uzanan bir çizgide kısmen tercüme veya bir çeşit uyarlama yoluyla meydana getirilmiş, kıs­men de şairlerin muhayyilesinden doğ­muş veya bizzat yaşanmış olayların hikâ­ye veya romanı çağrıştıran örnekleridir.

Eski Türk toplumlarında hikâyenin amacı insanları dinî-ahlâkî yönden eğit­mek, onların olgun insan olmasını sağla­maktır. Bu özellik, hikâyelerin birçoğunun halk hikâyesi çerçevesine girmesine yol açmıştır. Saray hayatının gelişmesi, İran edebiyatının zamanla önem kazanması ve saray çevresinde toplanan şairlerin bu etki altında eserler kaleme almaya baş­lamasıyla birlikte hikâye anlayışı giderek halk hikâyelerinden ayrılmaya başlamış­tır. Hem halk edebiyatı hem de klasik ede­biyatın içinde aynı konuların ele alınma­sının sebebi, bunların değişik bilgi ve se­viyede insanlar tarafından farklı üslûp­larla yazılmış veya okunmuş olmasıdır. Klasik edebiyatta Hüsrev ve Şîrîn adıyla yazılan mesnevi konusunun halk edebi­yatında Ferhad ile Şîrîn şeklinde anlatıl­ması bu farklılığın örneklerinden biridir. Böylece zamanla yön değiştiren ve daha işlenmiş bir dil ve üslûba bürünen tarih, siyer, menkıbe, efsane, kıssa, latife gibi anlatıma dayalı pek çok klasik eser bazan hikâye genel adıyla anılmış, bazan da hi­kâye denilebilecek bir esere bu isimler­den biri verilmiştir. Olay anlatımına daya­nan manzum veya mensur birçok eser ya hikâye olarak nitelendirilmekte veya söz konusu isimlerden biriyle anılmakta­dır. Bu terim karmaşası adı geçen türle­rin birbirine yakın veya en azından bir­biriyle İlişkili bir durum göstermesinden kaynaklanmaktadır. Yani hikâyeler de tıp­kı destan vb. türlerde olduğu gibi zaman zaman mucize, menkıbe, keramet veya hayal ürünü olaylarla bezenmiş, hatta bu çeşit motiflerle kaynaşmış olabilir. Bu du­rumda söz konusu eserlerin az çok farklı tür adlarıyla anılması tabiidir.

İster nesir ister nazım olsun, klasik hi­kâyelerin çoğunda dil ve ifade divan ede­biyatının diğer metinlerine oranla halk diline daha yakındır. Hatta bazı hikâyeler­de veya aynı hikâyenin varyantları arasın­da kaleme alındığı coğrafyanın sosyal özelliklerini ve dil hususiyetlerini de gör­mek mümkündür. Dildeki bu yalınlık men­sur hikâyelerde biraz daha fazladır. An­cak hikâyelerin arasına serpiştirilen man­zum parçalarda sanat endişesi ön plan­da geldiğinden bu kısımlarda âdeta ede­bî kudretini ve şairliğini göstermeye çalı­şan hikayeci daha ağır bir dil kullanır. Bazan secilere ağırlık veren, çeşitli tamla­malar ve kelime oyunları ile dolu cümle­lerle anlamı ve olayın akışını kaybettiren sanatkârane mensur hikâyeler de yazıl­mıştır. Bu hikâyelerde ise manzum şekil­lerin daha rahat okunduğu söylenebilir. Esasen bu tür hikâyelerde konunun hü­ner göstermek İçin bir araç gibi düşünül­düğü anlaşılmaktadır. Bundan dolayı çok defa akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan olaylar bir masal havası içinde verilir. Hi­kâye kahramanı olarak seçilen yönetici sı­nıfa dahil kişiler (padişah, şehzade vb.) olağan üstü bir güç yanında pek çok hü­nere daha küçükken sahip olurlar. Yer ve zaman kaydından, tabiilikten uzak göste­rilen bu tür kahramanların yaptıkları İş­ler mantık dışı bir atmosferde gerçekle­şir. Bütün klasik edebiyatlarda görüldü­ğü gibi idealize edilmiş olan kahramanlar daima birinci sınıf kişiliğe sahiptir; güzel­leri çok güzel, iyileri çok iyi, kötüleri çok kötüdür. Korkunç olaylar, savaşlar, deniz yolculukları, rüyalar, büyü ve tılsım çe­şitleriyle dolu hikâye örgüsünde genellik­le aşk maceraları anlatılır. Bu hikâyeler­de kader ve tesadüfler büyük rol oynar, abartmalar tabii hadiselere üstünlük sağ­lar. Klasik hikâyelerde sanat gösterme en­dişesiyle daha ziyade nazım tercih edil­miştir.

Anadolu’da klasik edebiyatın başladığı devirlere kadar Türk hikâyeciliği genellik­le halk hikâyesi biçiminde devam eder. Klasik edebiyatın teşekkülü ve İran ede­biyatındaki mesnevi nazım şeklinin be­nimsenmesiyle birlikte özellikle manzum hikâyede önemli bir gelişme görülür. Ni­tekim daha sonraki dönemlerde nesir kü­çümsenen bir anlatım şekli olmuş, hikâ­yeler daha çok mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Klasik manzum hikâ­yelerin aruz vezniyle yazılmasına rağmen çok defa halk diliyle söylenmiş olmaları, bunların geniş halk Kitlelerine hitap etti­ğini ve arka planında halk hikâyesi gele­neğinin bulunduğunu gösterir. Ancak ori­jinal örnekleri Fars edebiyatından seçilen klasik mesnevilerde durum farklıdır ve bu tür eserlerde şairler, örnek alınan mesne­viyi aşma gayesiyle genellikle sanatkâra­ne bir üslûp kullanmışlardır.

Divan edebiyatında mesnevi tarzında yazılan ve daha çok ünlü aşk maceraları­nı konu alan klasik hikâyelerin en önem­lileri şöylece sıralanabilir: XIV. yüzyıl: Yû­suf u Züleyhâ {Şeyyad Hamza), Hüsrev ü Şîrîn (Kutb. Fahrî), Hurşidnâme (Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd ü Ferahşâd], Sü­heyl ü Nevbahâr (Hoca Mesud). Varka
vü Gülşah (Yûsuf Meddah). Işknâme (Mehmed), Gül ü Hüsrev (Tutmacı). XV. yüzyıl: Leylâ vü Mecnûn (Edirneli Şâ-hidî, Ali Şîr Nevâî). Yûsuf u Züîeyhâ (Hamdullah Hamdi), Cemşîd ü Huişîd (Ahmedî, Cem Sultan), Hüsrev ü Şîrîn (Şeyhî). Hümâ vü Hümâyun (Cemâlî), Mihr ü Müşteri (Münîrî İbrahim), Mihr ü Vefa (Ümmîîsâ). Gül ü Sabâ (Necâtî Bey). Hüsn ü Nigâr (Bihiştî). XVI. yüz­yıl: Leylâ vü Mecnûn (Bihiştî. Hâmidî-zâde Celîlî, Fuzûlî), Ahmed ü Mahmûd (Zatî), Şem’ ü Pervane (Zatî, Lâmiî Çe­lebi). Yûsuf u Züleyhâ (Kemalpaşazâde, Hâmidîzâde Celîlî, Taşlıcalı Yahya), Hüs­rev ü Şîrîn (Ahmed Rıdvan, Hâmidîzâde Celîlî, Ferhâd ü Şîrîn adıyla Lâmiî Çele­bi), Gûy u Çevgân (Lâmiî Çelebi), Vâ-mık u Azrâ (Lâmiî Çelebi, Kalkandelen-li Muîdî), Gül ü Nevruz (Kalkandelenlİ Muîdî), Veys u Râmîn (Lâmiî Çelebi), Edhem ü Hümâ (LâmiîÇelebi), Cemşîd ü Hurşîd (Abdî}, Şâh u Gedâ (Taşlıcalı Yahya), Mihr ü Mân (Kıyâsî, Âlî Mus­tafa Efendi, Zarîfî), Gül ü Bülbül (Kara Fazlî; II. Gazi Giray, Bekâyî), Mihr ü Vefa (Bursalı Hâşimî. Âlî Mustafa Efendi). Niyaznâme-i Sa’d ü Hümâ (Abdî), Ferruh u Gülruh (Na’tî), Cemşâh u Alemşâh (Bihiştî Ramazan). Şâhid ü Ma’nâ (Vücû-dî). Haydi ü Yâr (Vücûdî). Behrâm u Zühre (Fikrî Derviş). Hurşîd ü Mihr (Fik­rî Derviş), Mihr ü Nâhid (Fikrî Derviş), Hüsn ü Dil (VâlîAhmed). XVII. yüzyıl: Yûsuf u Züleyhâ (Bursalı Hevâî Musta­fa), Hüsrev ü Şîrîn (Nev’îzâde Atâî, Hit-yetü’l-efkâradıyla, Fasih Ahmed Dede), Celâl ü Cemâl (Safî Mustafa). XVIII. yüz­yıl: Yûsuf u Züleyhâ (Hevâî Abdurrahman), Hayrâbâd (Nâbî), Leylâ vü Mec­nûn (Örfî Mehmed), Edhem ü Hümâ (Sabit, Na’tî Mustafa), Hüsn ü Aşk (Şeyh Galib), Cân u Cânân (Refî-i Âmidî).

Klasik hikâyeler yapılarına, konularına, kahramanlarına ve kaynaklarına göre sı­nıflandırılmıştır (Levend, TDAYBelleten 1967, s. 72; Mazıoğlu, s. 19-20; Boratav, Halk Hikâyeleri, s. 34 vd.). Yapılarına göre manzum, mensur ve manzum-mensur olmak üzere üç gruba ayrılmış; man­zum olanlar romanesk mesneviler ve kü­çük hikâyeler, mensur olanlar da müsta­kil büyük hikâyeler, çerçeve hikâyeler ve küçük hikâyeler şeklinde tasnif edilmiş­tir. Konulanna göre ise gerçek hayattan ve tarihî olaylardan almanlar, aşk mace­rasını anlatanlar yahut ahlâkî, dinî, tasav­vuf! konulan ihtiva edenler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kahramanlarına göre de gerçek ve efsanevî kişilerin, hayvanların ve cansız varlıkların yer aldığı hikâye grup­ları düşünülebilir. Hikâyelerin en yaygın ve benimsenmiş tasnif şeklinde ise kay­nakları dikkate alınır. Buna göre hikâye­ler tercüme, telif ve adaptasyon özelliği gösterir. Mesnevilerin dışında kalan kla­sik mensur hikâyeler bu son tasnif siste­mine göre şöyle gruplandınlabilir:

Tercüme Hikâyeler

İlgili Makaleler