Felsefe Yazıları

Dinlerde Tanrı İnancı, Çin, Hint, Eski Mısır, Yunan, Türk, Zerdüşt, Araplarda

B) Çeşitli Dinlerde Allah İnancı.

Allah inancı ilkel dinlerde ve diğer inanç sis­temlerinin hemen hepsinde vardır. İlkel din araştırmaları için uygun bir alan ol­duğu kabul edilen Avustralya’da sürdü­rülen araştırmalar sonunda ilk inanışlar için fetişizm, totemizm ve animizme da­yalı olarak yapılagelen antropolojik açık­lamalara bir yenisi ilâve edilmiştir. Ya­şayan en düşük kültür seviyesine, dü­şünce şekillerinin en uzak eskiye daya­nan kalıplarına ve beşerî hayatın en ka­ba şekline rastlanan Avustralya’nın gü­neydoğusundaki ilkel kabileler üzerinde yapılan son çalışmalar, onların yüce bir varlığa inandıklarını ortaya koymuştur.

Eski antropolojik teorilerle açıklanması­na imkân bulunmayan bir inanışa göre ölüm öncesinden itibaren var olan yüce tanrı (kamunun babası) göklerin üzerin­de varlığını hâlâ sürdürmekte, insanla­rı ve davranışlarını gözlemektedir. Orta Avustralya’daki Atnatular’ın İnancına gö­re ise varlığı kendinden olan, göklerde ikamet eden, lutufkâr ve ezelî bir tanrı mevcuttur. Dinler tarihi alanında yapı­lan bu tür yeni araştırmalar, ilkel inanış­larda Allah’ın birliğine dayalı bir telak­kinin bulunduğunu, politeizmin bir sap­ma olarak sonradan ortaya çıktığını belgeler durumdadır. Bu sonuç semavî kitapların beyanına da uygun düşmektedir.

Asur-Bâbil dininde çok tanrıcı bir inanç sistemi tesbit edilmekle birlikte özellik­le Asurlular’ın inanışına göre küçük tan­rılar, yüce tann Asur’un karşısında ger­çek birer varlık olmayıp sanki onun fark­lı isimler almış görünümlerinden iba­rettir.

Budizm’de tanrı inancının bulunmadı­ğı söylenirse de aslında konu o kadar açık ve kesin değildir. Gerçi mevcut bilgi ve belgelere bakılırsa Buddha’nın kendisi duyular ötesi âlem, vahiy ve âhiret gibi teolojik konulara iltifat etmemiş, eski Hint Sankhya felsefesine uyarak kâinat­ta ilâhî müdahalenin bulunmadığı izleni­mini vermiştir. Fakat Budizm metinleri­nin Buddha’nın yaşadığı dönemden asır­larca sonra redakte edildiği unutulmama­lıdır. Aynca onun bu tutumundan ate­izm sonucu çıkarılmasının doğru olma­dığı ve talebelerinin de böyle bir sonuca varmadığı bilinen bir gerçektir. Sonraki gelişmelerde Budizm’in tann anlayışına yer verdiğini, hatta Buddha’nın kendisi­nin bile tanrılaştırıldığım belirtmeliyiz.

Çin dinlerinde önceleri monoteizmi an­dıran bir tanrı inancı hâkim iken son­raları Shangti adlı semavî tanrının yanı sıra gök ve yer ruhlarının mevcudiyeti kabul edilip bu ruhlar tannlaştırılmış ve böylece çok tanrıcı anlayışa kaymalar ol­muştur. Bununla birlikte Çin’de tek tan­rı inancının dejenere edilmesine karşı sık sık tepkiler de meydana gelmiştir.

Eski Mısır dininde güçlü bir tann inan­cının bulunduğu şüphesiz olmakla birlik­te bunun tek tannya mı, yoksa bir nevi çok tann (henotheisme her kavim için bir tann inancı) esasına mı dayalı olduğu hu­susu araştırmacılar arasında tartışma konusudur. Mısır metinlerinde nitelendi­rilen tanrı, “Her şeyi yaratan, ezelî, dehrin sahibi, ilmi sınırsız, görünmeyen ama dualan kabul eden” ulu bir varlıktır. Ancak bu vasıflar birden fazla tannya da yöneltilmiştir. Bu ikinci derecede tanrılar, tek tanrının çeşitli isimleri ve te­cellileri olarak da kabul edilebilir.

Nitekim Kur’an’da Hz. Yû­suf un Mısır hapishanesindeki mahkûm­lara hitaben söylediği.

“Allah’tan başka taptıklarınız sizin ve atalanmzın taktığı kuru isimlerden başka bir şey değildir” mealindeki sözü de bu son görüşü destekler mahiyettedir.

Eski Yunan tanrı anlayışına politeizm hâkimdir. Bu inanışın çeşitli kavim ve milletlerin tesiri altında oluştuğu kabul edilebilir. Homeros’un şiirlerinde tanrılar “Ölümsüz, acı ve üzüntüden uzak, ölüm­süzlük sağlayan gıdalarla beslenen, ken­di hallerinin dışındaki kılıklarla görünen. İyilikle davranan, ancak yeminini bozan ve yabancılara eziyet eden kötü kimse­leri de cezalandıran” varlıklar olarak ni­telendirilir. Sokrat öncesi düşünce sis­temlerinde tann anlayışında mücerrede doğru gelişmeler kaydedilir. Sokrat tanrılara ahlâksızlık yakıştırmalarını (isnat­larını) tenkit etmiştir. Eflâtun ise gele­neksel Yunan tanrılarına atıflarda bu­lunmuşsa da felsefesinde yer verdiği se­mavî varlıkların mahiyeti bu tannlarla uyum göstermemektedir. Onun asıl te­olojisinde tann aşkın ve üstün özellikler taşır. Bu teolojisinin ise gerçek bir mo­noteizmin işaretlerini taşıdığını belirt­meliyiz. Aristo’nun sisteminde tanrı ha­reketin sebebi ise de kendisi hareket et­mez. Tabiat bilkuvve ilâhî olup varlık to­humunu tanrıdan alır ve kendini yük­sek formlarla gerçekleştirir. Bu nokta­da Grek dini geleneksel dinden sapar ve yeni bir özellik kazanır.

Hint dininin en eski metinlerinde ilkel bir tabiata tapınma karakteri göze çar­par. Bütün tabii güçler şahıslaştırılmıştır; gök tannsı, fırtına tannsı. ateş tanrısı gibi. Sonraki dönemlerde bu inanış daha mücerred ve mistik bir karakter kazanarak felsefî ve panteist bir şekle bürünür. Kutsal kitaplarından Rig-Veda’da en yüce ve en yetkin sıfatlar, eşi ve benzeri olmayan tek bir tannya ait­tir. Fakat başka tannlara da eşi ve ben­zeri olmama özelliğinin sık sık izafe edil­diği görülür. Milâttan önce Vll-Vl. yüz­yıldan itibaren Hint dinine rahiplere bağ­lı katı merasimcilik girmiş, Veda’lardaki maneviyat geri planda kalmıştır. Bunun sonucunda şekilciliğe karşı isyan biçiminde gelişen tepkiler Hİnduizm’de in­karcı ve materyalist akımların oluşma­sına yol açmıştır. Daha sonra Upanişadlar’ın etkisiyle Brahmanlar şekilcilikten sıyrılıp aşkın hakikatler üzerinde düşü­nebilmiş, ibadetlerini de buna paralel olarak geliştirmişlerdir. Bugün Hindis­tan’ın çoğunluğunu oluşturan muhtelif unsurlann çok farklı inançlara sahip ol­ması, halkın genel olarak bir konuda meselâ Allah’ın varlığı konusunda ne düşündüğünü tesbit etmeyi güçleştir­mektedir. Bununla birlikte halkın yüce bir tanrı hakkında ve onun sıfatları ko­nusunda umumi bir kanaate sahip ol­duğunu söylemek mümkündür.

Zerdüştîlik öncesi İranlılar Ari ırk ola­rak Hindûlar’la temelde aynı inancı pay­laştılar. Zerdüşt’ün getirdiği anlayışa göre ise tann (Ahura Mazda) yüce ve bir tek olup cevheri maddî değildir; rahîm ve alîm. her yerde hâzır ve nazırdır; de­ğişmeye tâbi değildir. Ancak Ahura Maz­da’nın kudreti bir anlamda sınırlıdır. Çünkü mahiyeti bakımından ona tama­men zıt bir ruhanî güç daha vardır ki belli bir süre içinde Ahura Mazda’nın iş­lerine karşı gelip kötülüklere yol açabi­lir. Daha sonra kaleme alınan dinî me­tinlerde Ahura Mazda yüceliğini koru­makla birlikte mutlak birliğini kaybet­miştir. Klasik anlayışta tanrının sıfatları olarak geçen özellikler şahıslaştırılmış ve tapınma konusu haline getiril­miş, ateş de tanrının oğlu olarak tarif edilerek ona tapınılmıştır. Aynca Zer­düştîlik öncesi tanrılara benzeyen tabiat tannlarına Yazatalar adı verilerek Ahu­ra Mazda ve onun başmelekleriyle bir­likte bunlara da tapınılmıştır. Bu ise Zerdüştîliğin temelde tevhidci olan anlayı­şından bir sapmadan ibarettir.

Eski Türkler’in millî geleneğinde sem­bolik anlamlar taşıyan kurt ve kartal gibi hayvanlara gösterilen ihtimamdan hareket eden bazı araştırmacılar onla­rın dininde totemcilik unsurlan aramışlarsa da Türkler’in içtimaî, hukukî ve ik­tisadî hayatlarının totemciliğin öngör­düğü kalıplara uymadığı bilinmektedir. Ayrıca bozkır Türk inançları ile Saman­lık arasında bağlantı kurulması hususu da yerleşmiş fekat eksik bir yaklaşım­dır. Zira Samanlık din olmaktan çok si­hir karakteri taşıyan bir vecd tekniği olarak tarif edilmektedir. Şifacılık. ölü ruhlanyla temasa geçme ve onların za­rarlarını giderme, cin ve perilerle ilişki kurma gibi gayelere yönelik bu tür tek­niklerin, çoğu ilkel dinler gibi bozkır Türk inançlarında da yer aldığı bilinmektedir. Ancak yine de eski Türkler’de Samanlık, onların dinlerini temsil edecek kadar şü­mullü bir fonksiyona sahip görünmemektedir. Aynı durum, atalarına ait hâtıralan aziz sayan eski Türkler’in bu özel­likleriyle bir tür atalar ibadetine mensup olduktan şeklindeki yorumlar için de söz konusudur. Nitekim Ölen ataları yarı-tanrı sayma, onlara insan kurban etme, ölen atanın yanına karısının ve maiye­tinden birinin gömülmesi gibi atalar kül­tünün karakteristik inanç ve uygulama, lan eski Türkler’de bulunmamıştır.

Bozkır Türk topluluğunun asıl dini Gök Tanrı inana ve ona ibadettir. Bu inanç sisteminde “Tengri” (tanrı) yaratıcı ve mutlak kudret sahibi bir varlık olarak düşünülmüş, yüceliğini belirtmek mak­sadıyla “Semavî” olarak nitelendirilmiş ve genellikle Gök Tanrı diye anılagelmiştir. İnsanların mukadderatını tayin eden. hayata doğrudan müdahale eden. emreden ve emrine uymayanı cezalan­dıran tanrı hayatın ilkesi olup ölüm de onun iradesine bağlıdır. Tanrı kanun­dur, hakikattir; insanlar fâni, o ise ezelî ve ebedîdir. Bütün bu vasıfların yanında tanrı birdir. Eski Türk dinine ait bütün veriler, araştırmacı lan bu inanç sistemi­nin tek tanrı esasına bağlı olduğu yö­nünde düşünmeye âdeta mecbur et­mektedir. Nitekim Türkler’in İslâm dini­ni kısa zamanda ve kitleler halinde benimsemelerinde, öteki âmiller yanında, onların eski İnançları İle İslâm’daki tan­rının birliği ilkesi arasında bir uygunluk veya yakınlık görmelerinin de etkili ol­duğunu söylemek mümkündür.

İslâm öncesinde Araplar’m puta tap­tıkları bilinmektedir. Kur’an’da bu ko­nuya sık sık temas edilmekte, bazı âyet­lerde putların isimlerinden de söz edil­mektedir. Bununla birlikte onların, muhtelif kabi­lelere ait olmak üzere sayısı yüzlerle ifa­de edilen putların üstünde bir yüce tanrı­nın bulunduğu inancını taşıdıkları da an­laşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm, onların de­yişiyle “Allah”, “Aziz” ve “Alîm” diye ad­landırdığı bu yüce tanrının kendilerini ve bütün kâinatı yarattığına, güneşi ve ayı belli bir nizama bağladığına, yağmur yağdırmak suretiyle yeryüzünü canlıla­rın beslenmesine elverişli hale getirdi­ğine inandıklarını haber vermekte, ayrıca onların bu Allah adına ye­min ettiklerini, hayatlarının sıkıntılı ve tehlike­li dönemlerinde O’na sığındıklarını ve O’nu Kabe’nin rabbi kabul ettiklerini ifade etmektedir. Yine Kur’an, Câhiliye Arapları’nın bu yüce tanrı (Allah) inancının yanında putlara tapmalarının, putların kendilerini Allah’a yaklaştıracağı ve Onun nezdinde şefaatçi olacağı ka­naatine bağlı olduğunu haber verir. Diğer bazı âyetler, Câhiliye Araplan’nın “Yüce tanrı” anlamındaki Allah inancının başka be­lirtilerine de temas eder.

İslâm öncesi Araplar’ı bazı duaların­da, deyim, atasözü ve özellikle şiirlerin­de Allah kelimesini oldukça fazla kullanmışlardır. Ya­bancı yazarların bir kısmı bu gerçeği kabul ederken diğer bir kısmı ya Câhili­ye şiirini kökünden reddedip bu şiirle­rin İslâm’ın doğuşundan sonra düzen­lendiğini ve Câhiliye dönemine nisbet edildiğini ileri sürmekte, yahut da bu şiiri orijinal kabul etmekle birlikte için­de bulunan Lât ve benzeri put isimleri­nin sonradan müslümanlarca ayıklanıp yerlerine Allah kelimesinin yerleştirildi­ğini iddia etmektedirler. Halbuki bugün elimizde bulunan İslâm öncesi edebî me­tinler içinde Allah lafzının yanında azımsanmayacak derecede put isimleri de yer almaktadır. Aslında Câhiliye şiirin­den put adlarının çıkarılıp yerlerine Allah kelimesinin yerleştirilmesinin lafız ve mâna ahengi bakımından çok zor olma­sının yanında sağlayacağı önemli bir fay­da da yoktur. Çünkü İslâm öncesi Arap­lar’ inin puta taptığı zaten bilinmekte, kabul edilmekte ve İslâmiyet’in inanç atanında meydana getirdiği yenilik bu temele dayandırılmaktadır. Bazı yazar­lar da Câhiliye Arapları’nda tesbit edi­len yüce tanrı inancının yahudi ve hıristiyanlann tesiriyle oluştuğunu, en azın­dan bu tesirin söz konusu inancın oluş­masında önemli rol oynadığını öne sü­rerler.Temelde tek tann inancına dayanan Yahudilik ile Hı­ristiyanlığın bu tür tesirleri teorik ola­rak mümkün görünmekle birlikte. İs­lâm öncesi Araplar’ının yabancı etkilere açık olabilecek bir din arayışı duygusun­dan uzak bulunmalan ve gerek yahudi gerekse hıristiyanlarla olan olumsuz ve­ya ilgisiz münasebetleri, ileri sürülen bu görüşün doğruluğuna fazla şans tanıma­maktadır. Bilindiği gibi Araplar’m ken­di ülkelerinde hıristiyanlar yok denecek kadar azdı. Yesrib (Medine) civannda yer­leşen yahudi kabileleri de o bölgenin Araplar’ı tarafından etkileri altında ka­lınacak ölçüde sıcak karşılanmış değildi.

Ayrıca Araplar’ın puta tapıcılığı ve yüce tanrı anlayışı içinde ne yahudi antropo­morfizminin ne de hıristiyan teslis inan­cının izlerini görmek mümkündür. Buna göre İslâm öncesi Araplar’ının dinî ha­yatında görülen yüce tanrı inancını Hz. İbrahim’den kalan Hanîf dinine dayan­dırmak daha isabetli olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in ve daha birçok Arap kabilesinin soyu İbrahim’in oğlu İsmail’e ulaşmaktadır. Muhtelif âyetlerin beya­nından anlaşılacağı üzere Hz. Muhammed, ebedî kurtuluşu gaye edinen ev­rensel çağrısıyla ortaya çıkarken bu çağ­rısını, hitap ettiği kitle nezdinde kabul görmüş bulunan ve kısaca Hanîf diye adlandırılan inanç üzerine oturtmuştur. Bunun karşısında müşrikler ve özellikle yahudi ve hıristiyanlar İbrahim’in dinine (millet) sadık kaldıklarını iddia etmişler; Kur’ân-ı Kerîm ise İbrahim’in yahudi, hıristiyan veya müşrik değil Allah’ı bir tanıyan bir müslüman (hanîf-müslim) ol­duğunu kesin bir dille ifade etmiş, hidayet ve kurtuluşun an­cak İbrahim’in dinine uymakla gerçek­leşebileceğini bildirmiş, hem Hz. Peygamber’e hem de yahudî, hıristiyan ve müşriklere bu dine uymalannı emret­miştir. Hz. Peygamber de tebliğ ettiği dinin Yahudilik veya Hı­ristiyanlık değil müsamahakâr bir tek tanrıcı din (el-Hanîfiyye es-semha) oldu­ğunu ve Al­lah nezdinde makbul sayılacak dinin bu özelliklere sahip bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Bü­tün semavî dinlerin değerlendirmesine göre peygamberler İçinde önemli bir ye­ri olan Hz. İbrahim’in dinine sadık kalan tek din, son peygamberin tebliğ ettiği İslâmiyet’tir. Hz. Muhammed’in peygam­ber olmadan önceki dinî hayatı ve ilk muhataplarının gönüllerinin derinlikle­rinde yatan inanç da bu dine yakındı. O evrensel çağrısını bu inanç temeli üzeri­ne oturtmuş ve bundan dolayı muvaffak olmuştur.

  • Allah İslam Hat Sanatında Allah Lafzı Kullanımı
  • Allah, Türk Dini Musikisinde Allah İsmi Kullanımı
  • Allah, Türk-İslam Edebiyatında Allah İsmi Kullanımı
  • Allah Varlığı, Birliği, İsimleri, Sıfatları Literatürü Hakkında Bilgi
  • Allah’ın Sıfatları, Tenzihi, Subuti, Fiili Sıfatları
  • Allah’ın İsimleri, Allah İsimleri, Zati, Kainatı ve İnsanı İlgilendiren İsimleri
  • Allah Varlığı Delilleri, Hudus, İmkan, Nizam, Fıtrat Delilleri, Tasavvuf Metodu
  • Allah Nedir, Ne Demek, Ne Anlama Gelir, Etimolojisi
  • Allah’ın Birliğine İnanmak, Allah’ın Birliğinin Delilleri, Hakkında Bilgi

Diyanet İslam Ansiklopedisi