DİNLER TARİHİ
DİNLER TARİHİ
(SBA)
“Dînler
Tarihi” herşeyden önce bir tarihtir. Ancak burada din terimi, inceleme
konusu olarak kendisini tarih terimine bir bakıma kabul ettirmekte,
dolayısıyla dinler tarihinin böyle anlaşılması din kavramının mahiyet ve niteliklerinin
nasıl olduğuna göre bir anlam ve değer kazanmaktadır. Böyle olmakla birlikte
“din” kavramının ve tanımının kolayca yapılacağı sonucuna
varılmaması gerekir, öyle olsaydı dinin tanımını bütün dinleri birleştirici
şekilde yapmak mümkün olabilirdi. Oysa bunun pek kolay olmadığı, bizzat din
kavramının, tarihi süreci ve kaynağı gözönüne alındığında yapılacak tanımın
da farklı olması gerektiği hemen anlaşılır. Ayrıca dinin, fert ve toplumla
İlişkili olmasına rağmen, imkân, tasavvur ve güçlerini aşkın bir mahiyet ve
nitelikte alması, tanımının kolay yapılamamasının önemli nedenlerinden birini,
belki de başlıca-sını oluşturmaktadır. Üstelik din, tarihin hemen bilinen ilk
dönemlerinden itibaren insan ile birlikte olmuştur. Yani insan kendisini dinden
soyutlamamış, istese bile soyutlayamamış ve daima dinin İçinde yaşamıştır.
Din kavramından
hareketle herhangi bir “din”in tanımını yapmak elbette mümkündür.
Fakat böyle bir yaklaşım “din düşüncesi”nin ya da
“duygusu”nun tam karşılığını veremez. Nitekim dini böyle belli bir
yaklaşım içinde tanımlamaya ve anlatmaya çalışan görüşler, öğretiler, felsefi
akımlar ya da değişik bilim dalları gözönüne alındığında söylenilmek istenen
daha açık-seçik ortaya çıkar.
Gerçekten din
kavramını anlatmak üzere hemen her toplumda ya da kültürde farklı kelimelerin
kullanıldığı bilinmektedir. Ancak bu farklı kelimeler din kavramının farklı
anlamlara bürünmesini de sağlamaktadır. Sözgelimi eski Yunan düşüncesinde,
bugünkü anlamında din kavramına rastlanmaktadır. Din kavramını çağrıştırır
şekilde kullanılan “thriohcya” kelimesi “korku İle karışık
saygı” anlamını verdiği gibi, örf, adet, alışkanlık anlamlarına da
gelmekteydi. Batı düşüncesi ve uygarlığı özellikle Rönesanstan sonra Antik
Yunan düşünce ve biliminden etkilenmekle birlikte, “din” terimine bu
kaynaktan, ne de Hıristiyanlığın içinden çıktığı Yahudilikten almamış, tersine,
belli dönemlere kadar Hıristiyanlığın karşısında olup mücadele etmek durumunda
kaldığı putperest Roma kültüründen, yani Latince’den almıştır. Batı dillerinde
“din” terimi karşılığında kutlanılan rctigion Latince kökenlidir.
Ancakreligion teriminin hangi kökten türedi-ği konusu tartışmalıdır. Lucretİus
gibi Romalı düşünürler İle Saİnt Augustinus gibi Hıristiyan düşünürlerine göre
Latince “din” karşılığında kullanılan /vligio kelimesi,
“birlik, yükümlülük, bağlamak” anlamlarına gclcn/vfiga-/e’den;
Ciccro’ya göre İse, “dikkatle veya tekrar tekrar okumak, bakmak, yapmak,
ihmal etmemek” anlamlarına gelen relegaıv kökünden türetilmiştir. Latince
rdigidan türetilen ve çe-şİtlİ Batı dillerine geçen religion kelimesinde iki
anlamın toplandığı ileri sürülmüştür. Böy-lede olsa ıvligîo terimi sadece
törenler, kurallar, ayin usulleri, yasaklar ve buyruklar bütününü ihtiva etse
de, asıl olarak insanın kutsal olan ile, daha açığı yüce varlık Tanrfyla
kııru-lanvcgerçekleştirilmek istenen ilişkileri anku-mumakıaydı.
Yine İbranice’de
önceleri ibadet, kurban, dua eylemlerini tanımlamak ve belirlemek amacıyla
kullanılan “abodath elohim” terimi “din” yerine de
kullanılmaktaydı. Ayrıca din kavramını belirtmek üzere ruhsal anlamları da olan
yir’ah (korku, haşyet), emanath (i-man) kelimeleri de kullanılmıştır. Din
terimini karşılamak üzere dath kelimesi kutsal kitap sonrası kaynaklarda
yaygınlık kazandığı, söz-konusu kelimenin Farsça dadı kelimesinden türetildiği
ve Ezra ve Esler kitaplarında “hüküm, emir veya yasa” anlamlarında
kullanıldığı savunulmuştur.
Öte yandan din
kelimesinin Avesta’da da-ena eski Farsça, yani Pehlcvi dilinde den ve Farsça’da
din ile ifade edildiği, bunların da “yol, mezhep, ayin, üslûp, tarz”
anlamlarına geldiği belirtilmektedir.
Hinduizmin kutsal dili
sayılan Sanskritçe’de dhıi kökünden türetilmiş dhaıma kelimesinin din anlamında
kullanıldığı ve Budİzmin kutsal dili olup Sanskrİtçe’den geliştirilmiş olan
Pali dilinde “öğret i” anlamına gelen âhanna biçimini aldığı ileri
sürülmektedir. Buna göre sözko-nusu terimin din, yasa, yol, görev, düzen, doğru
luk, erdem gibi anlamlan kapsadığı belirtilmektedir. Gerçekten dhaıma
insanların davranışlarını düzenleyen ve belirleyen ilke ya da
“disiplin”i anlatmakta olup, burada dini-ahla-ki olduğu kadar kozmik
düzen de kasdedil-mektedir. Nitekim “dharma” Hinduizmde olduğu
kadar, Budizm ve Cayinizmde “Sonsuz Yasa” (Ebedî Kanun)anlamına
gelmektedir.
Arapça’da
“din” kelimesinin kaynağı konusunda farklı görüşler İleri
sürülmüştür. Kelimenin Arabi-İbrani kaynaklı olduğunu savunanlar olduğu gibi,
orta İrandan alındığını ya da bizzat Arapça olduğunu İleri sürenler de vardır.
“Din” kelimesinin oldukça geniş alanları kapsayan bir anlam
zenginliği bulunmaktadır. Buna göre dîn; ceza, mükafat, hüküm, hesap, itaat,
boyun eğme, ibadet, âdet, hâl, şeriat, kanun, yol, mezhep, millet gibi anlamlara
gelmektedir.
Gerçeklen Ktır’an-ı
Kerim’dc “din” kelimesi köküyle ilgili kelimeler birçok ayette
belirtilen anlamlarda kullanıldığı gibi, bu anlamları bütünlük içinde kapsayan
bir sistem ya da düzen veya dünya görüşü anlayışını da ortaya koyar. Bu
bakımdan Kur’an-ı Kerim ‘de “din” kelimesi, öteki dinlerden ayrı ve
farklı oluşu belirtecek şekilde “hak din” (dimı’l-hak)
“dosdoğru din” (dinen kayyimen) “Allah’ın dini” (dinul-lah)
tarzlarında da kullanılmaktadır. Ayrıca Kıır’an-ı Keıim’de “din” kavramı,
bir tarafta Allah’a nisbet ile hâkim olma, itaati altına alma, hesaba çekme,
cezalandırma, kul olarak insana nisbetle boyun eğme, itaat etme, teslim olma
ve bu iki taraf arasındaki ilişkiyi düzenleyen yasa, kanun, nizam, yol, şeriat
demektir. Kısacası Kur’an-ı Kerim dini yüce bir otoriteye boyun eğme, onun
bildirdiği emir ve yasaklarına uyma, dolayısıyla bu emir ve yasaklara uygun
bir yaşayışı düzenlemek suretiyle mükafata erme, aksi halde cezaya çarptırılacağına
İnanmadır.
Din kavramının çeşitli
düşünce ve bilgi alanlarına göre sayısız tanımlarının yapıldığını burada
hatırlatmak gerekir. Sözgelimi Rudolf Otto Das Hci/ige (1917) adlı eserinde
dini insanın kutsal kabul ettiği şeylerle olan ilişkisi bağlamında; XIX.
yüzyılda dini evrimci bir yaklaşımla tanımlamaya çalışan E.B.Taylor
(1832-1917), en ilkel din şeklinin “animizm” olduğunu savunarak dini
“ruhsal varlıklara inanç” olarak tanımlar. Max Müllcr’e göre;
“Din, insanın sonsuzu kavramasını sağlayan, akıl ve mantığa tabi olmayan,
zihnî bir meleke veya yeteneğidir.” Alman filozof ve teologu
Schleirmacher’e göre “din”, mutlak itaat duygusundan
ibarettir.” Feucrbach, İse dini dua, kurban ve İnançla kendini gösteren
arzu”; Ed-ward S.Ames, “en yüksek toplumsal bilinci”; Durkheim
ise; “bir topluluğun oluşmasını sağlayan âyin ve İnançlar sislemi”
şeklinde tanımlamışlardır.
Bu ve benzeri tanımlar
ile din; kutsal kavramı, inanç, zihni meleke, muüak itaat duygusu, arzu,
toplumsal bilinç ve değerler ve Tanrı düşüncesi özellikleriyle açıklanmaya
çalışılmaktadır. Fakat bu yaklaşımla yapılan tanımların toplayıcı ve bütünlük
gösterici olmadığı ortadadır.
öte yandan müslüman
düşünür ve bilginlerin de dini tanımlamaya çalıştıklarını görüyoruz. Sözgelimi
Seyyid Şerif Cürcâni’ye göre din; “akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği
Şeyleri kabule çağıran ilahî bir kanundur. Ta-hanevİ ise din akıl sahiplerini
kendi iradeleriyle salaha, ahirete, felaha götüren yol demektir. Kısaca
söylemek gerekirse, müslüman dü-Şünürve bilginlerin din tanımında farklı ifadeler
kullanmış olsalar bile ortak bir mahiyet ve niteliğin ortaya konulduğunu görmek
mümkündür.
İşte Dinler Tarihi
tamlamasında İfadesini bulan bilim dalı, dinleri (veya sadece dini) yer ve
zaman içinde, karşılaştırmalar yapmak suretiyle İncelemeyi amaçlar. Bu
bakımdan dinleri tarihsel süreç içinde incelemeyi temel alan biryaklaşımdan
sözedilebileceği gibi, dinler arasında karşılaştırma yapmayı öngören bir başka
yaklaşım tarzı da bulunmaktadır. Tarihsel süreç içinde dinleri İncelemeye
çalışan dinler tarihi, tarih ve filoloji yöntemini kullanarak dinleri doğuş ve
gelişiminden inanç, ibadet, ayin, ahlak gibikonulara kadar tarihsel süreç
içinde araştırmaya yönelir. Buna karşılık dinler arasında karşılaştırmayı da
temel alan dinler tarihi, dinlerin öteki dinlerle olan ilişkilerini, benzer,
farklı ve ortak Özelliklerini karşılaştırmalı bir şekilde incelemeye çalışır:
Fakat dinler tarihi daima, tarihsel süreç içinde dinin mahiyetini ya da
hakikatini kendisine inceleme alanı seçmiştir.
Bu açıdan tarihin akışı
içinde ortaya çıkmış bütün dinler isterse İncelenen dinin inanmış mensubu
bulunmasın, yani etkinliğini yitirmiş olsun, dinler tarihinin kapsamı İçinde
araştırılır. Öte yandan dinlerin hak, batıl olarak nitelenmesi din 1er
tarihinin o dini inceleme kapsa-mında görmesini engellemez. Keza çok-tanrıh
dinlerin incelendiği gibi tek-tanrılı dinlerin de incelenmesi aynı şekilde
yapılır. Bu anlamda dinler tarihi tasviri (deseriptive) bir yöntem kullanmak
durumunda olduğundan, belli bir dinin tanıtımı, yorumu ve savunmasını üstlenen
ilahiyat, kelam, din felsefesi vb. gibi bazı bilim dallarından farklılık
gösterir, yani dinler tarihi dini nesnel bir açıdan ele almaya çalışır. Elbet
bu tarz bir yöntem izlenirken karşılaştırmalara, dinin fenomenlerine baş vurulması
zorunludur. Üstelik dinler tarihi sadece kendi kapsamına giren bilgi
alanlarıyla değil, tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi birçok bilim
dallarıyla da yakın İlişki içinde olmak durumundadır.
Dinler tarihi alanında
ilk çalışmaların Antik Yunan ve Roma düşünürleri ve bilginleri tarafından
başlatıldıkları bilinmektedir. Herodot ünlü tarihinde anlattığı topluluk veya
milletlerin dinleri, inanışları, ibadet şekilleri, ahlakları konusunda da
bilgiler vermekten geri kalmaz. İyonyalı Ksenofanes çoktanrıcılığı ve tanrıların
insana benzetilmesini (antropomar-fizm) şiddetle eleştirirken tektanrıcılığı
mantıksal bakımdan savunmuş oluyordu ki bu, Özellikle Hıristiyanlıkta
Tanrı’nın varlığının ispatlanmasında etkide bulunacaktır. Fakat Ksenofanes
doğrudan ve açıktan dinin kaynağı, mahiyeti ve niteliği gibi hususlarda
belirli bir görüş ileri sürmemiştir. Dinin kaynağı, dinlerin belli bir süreç
içinde gelişimi konusunu tartışmaya başlayan Sofist Kcoslu Krİtias (MÖ.
V.yüzyıl) olacaktır. Ona göre dini ve ahlaki kurallar, toplumda iktidarı
elinde tutanların toplum üyelerini kendilerine boyun
eğdir-mekvebuyruklarınıkabul ettirmek için uydurdukları şeylerden ibarettir.
Batıda çağdaş
anlamında dinler tarihi, ayrıca din olgusu konularında araştırmalar XIX. yüzyılın
sonlarına doğru bağımsız bir alan oluşturmaya başladı. Özellikle Max Müller’in
karşılaştırmalı yönteme dayalı çalışmaları bu alanda etkili olmuştur. Gerçekten
Müller’in Karşılastınnah Mitoloji (1856) ve Dinlerin Esası ve Gelişmesine Ait
Ders Notlan (1870) adlı eserinde dinleri karşılaştırmalı olarak inceleme
çığırını başlatmakla dinler tarihi alanında geniş bir ilgi uyandırmıştır.
Oxford Üniversitesinden dinler tarihi dersleri okutmuş olan Max Müller Doğu,
özellikle Hint dinlerinin kutsal sayılan metinlerinin çevirilerini yapma
yanında “dinbilimleri” kavramını da tcmellcn-dirmeye çalışmıştır.
Müller ve onun yönienıİ-nî benimseyerek izleyenler dinlerin bilimsel olarak
karşılaştırmalı incelenmesinde filolojiyi temel alan bir yaklaşıma bağlı
kalarak dinin
özünün ancak “dil
araştırmalarıyla” kavranacağını savunmuşlardır. Müller ve izleyicilerinin
katkılarıyla 1897’de Stockholm’de ilk Din Bilimi (Religionswissenschaft)
kongresi toplanacaktır. Sonraki yıllarda Paris, Brüksel, Roma gibi önemli
kültür merkezlerinde dinler tarihi üniversitelerin ders programları içinde yer
alacaktır. Öte yandan din olgusunun İncelenmesi ve gelişmesinde Alınan teolog
Rudolf Otto (1869-1937), “kutsallık” kavramını ortaya atarak
tartışmakla önemli bir açılım getirmiştir. Aslında Friedrİch Scheİcrmachcr,
Edmund Husserl ve Jakob Frİes gibi düşünürlerin bu alanda yaptıkları
tartışmaların ışığında kutsallığı ele alan R.Otto’ya göre, akvramm temeli
aşkın varlığın İnsanı korkutan ve aynı zamanda kendinden geçirerek coşturan bir
csrarhlık şeklinde tezahür etmesidir. Buna karşılık Ot-to’dan sonra en dikkat
çekici ve etkili araştırmacılardan biri olan gerardus van der Leeuw
(1890-1950) ise, dini tecrübenin ya da yaşantının Özünü “iktidar”
veya “hakimiyet” kavramıyla Özdeşledi. XX. yüzyılda Joachİm Wach
(1898-1955) ile Mircca Eliade, Frithjof Scha-un, İnsanın Dinleri adlı kitabıyla
Huston Smith din İncelemelerine katkılarda bulunarak, kutsal ve profan
varlıklar arasında ayrım yapmayı dini düşüncenin temeli olarak yorumladılar. Nitekim
Eliade, zamanı çevrimsel bir anlayışla kavrayan eski dinler, yani Asya, avru-pa
ve Amerika’da İlk çağlarda ortaya çıkan dinler ile, vahiye dayalı ve aynı
zamanda tarihsel boyutlu dinler, yani Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam
arasında gözardı edilmeyecek temel ayrımı belirledi.
İslam düşüncesinde ve
kaynaklarında dinler tarihî alanında daha başlangıçtan itibaren önemli
çalışmaların ortaya konulduğu bilinmektedir. Çünkü İslam’ın temel kaynağı olan
Kıır’an-ı Kerim din ve dinler hakkında karşılaştırmalı ve kapsayıcı tanımlar
ve bilgiler verir. Gerçekten “Ehl-i Kitap” kavramıyla Yahudilik ve
Hıristiyanlık çeşitli yönleriyle açıklanırken, Hamilik, Sabİilik, Mecusilik ve
Putperestlik konuları da sozkonusu edilmektedir.
Ayrıca dini konuların
tartışılması dolayısıyla Makale ya da Makakıt adı verilen eserler yanında,
öteki dinleri tanıtan ve tartışan “reddiye” niteliğinde eserler
yazılmıştır. Daha sonraları dinler tarihi konularını ele alan ve “fırkalar”
(el-J’ırak), “reddiyeler” (er-rcdd), “dinler” (ed-diyanat,
el-edyan) ve “milletler” el-mİlel) biçiminde eserler ortaya
konulmuştur. Nitekim daha sonra genel bir kavram olarak el— Millet ve’n Nihal
kavramı oluşmuştur. “Mile!” hak dinler, “nihai” dinler,
mezhepler, batıl dinler karşılığında kullanıla gelmiştir.
Sözgelimi Abdulkadir
cl-Bağdadİ’nin el–Fark beyne’l-Fıızık’i el-Mi/el ve’n Nihal’ı Ebu-bekir
et-BakıIlani’nin Ei-Milel ve’n Nihal’ı; ibn Hazırı”in Kitabıı’l-Fasl
jil-nıilel vc’I-Ahva-ni ve’n Nihal’ı; Şehristani’nİn el-MUel ve’n-Ni-hal’i çeşitli
dinleri tamtan önemli eserlerdir. Keza Musa en-Nevbahti’nin el-Arau
ve’d-Di-yanat’ı; Ebu’l Maali Muhammed b.Ubcydul-lah’ın Bcyımu’l-Edyan”\
İslam düşüncesinde ilk dinler tarihi araştırmaları olarak kabul cdi-lir. Öte
yandan İslam öncesi Arap toplumundaki inançları anlatan İbn Kelbi’nin Kitaba
Esnam ‘ı ayrıca önemlidir.
Bugün bile önemini
koruyan ve dinler tarihi alanında karşılaştırmalı bilgileri kapsayan eserlerin
başında Biruni’nin el-Asant’t-Baki-ve’sİylc Kitabu’t-Tahkik Ma/i-i Hind’i
gelmekledir. Ayrıca İbn Nedim’in “Fihrist’I, Muhammed b. cl-Huzcyl’in
Kitabu’l-Mecus ve Kİla-bu’s Seneviyye’&i Scrahsi’nin Risaleti Vasfı
Me-zahibi’s Sabün’ı Abdullah b.Mukaffa’nın eski İran dinleriyle ilgili
çevirileri de anılmalıdırlar.
Ülkemizde dinler
tarihi Osmanlı döneminin XIX. yüzyıla gelinceye kadarki evresinde İslam
düşüncesinde yerleşmiş gelenek korunmuş ve sürdürülmüştür. Ancak Darülfünun
Edebiyat Fakültcsi’nin IS74 yılı ders programında ‘Tarih-İ Umumî ve Din-i
Esatiri’] Evvelin” dersine rastlanmaktadır. II.Meşrutİyct döneminde 1911
yılında “Ulum-ı Şcr’iyye” dersleri arasında 6 saat ‘Tarih-İ Din-i
İslam ve Ta-rih-i Edyân” dersleri programa sokulmuştur. “Ulum-ı
Şcr’iyye Şubcsi”niıı “Medresetu’I Mütehassisin” seki İne
dönüştürülmesi üzerine (1914) “Kelam, Tasavvuf ve Felsefe Şubesi”-nin
ders programında da “Tarih-i EdyâıV’a yer
verilmiştir.
Medresetu’I Mütehassisin, Medre-se-i Süleymaniye adım aldığında dinler tarihi
“Hikmet ve Kelam Şubesi” içinde okutulmuş-tur. Tevhid-i Tedrisat
kanunuyla kurulan İlk İlahiyat fakültesinde ‘Türk Tarih-i Dinisi” ve
‘Tarih-i Edyân” adı altında dinler tarihi yer almıştır. 1933 tarihindeki
reform ile İlahiyat Fa-kültesi’nin kapatılmasıyla dinler tarihi ‘Türk Dinleri
ve Mezhepleri Tarihi” ve “Umumi Dinler Tarihi” adıyla İslam
Tetkikleri Enstitüsünde bulunmaktaydı. Buranın 1936’da kapatılıp 1949’da
Ankara İlahiyat Fakültesi oluşturulunca dinler tarihi ders olarak yine
programda gösterilmiştir. Bundan sonra İmam-Hatip Liselerinde, Yüksek İslam
Enstitülerinde ve nihayet 1982’den sonra kurulan bütün İlahiyat Fakültelerinde
dinler tarihine yer verilmiştir.
Dînler tarihi üzerinde
araştırma yapan tarihçiler, dinleri çok değişik sınıflamalara tabi tutmuşlardır
ki, bunların en ünlüsü dinlerin semavi (İlahi) ve İlkel dinler diye ikiye
ayrılanıdır. Fakat bu sınıflama XVIII. ve XIX. yüzyıllara ait modası geçmiş
birsmıflamadır. Çağdaş anlayışa uygun yeni tasnifler yapmak gerekmektedir.
Bunu yaparken de, İlk önce din kavramından başlamak gerekir. Öncelikle şu
hususun belirtilmesinde yarar var: Batı, yani Hıristiyan kültürüne ait olan ve
dini tanımlayan religion kavramı ile İslam inancındaki din kavramları
birbirlerinden tamamen farklı şeylerdir.
Mesela E.B.Taylor
“din, ruhi varlıklara inanmaktır” tanımını verir. Bu tanını Budacılığı
veya Hıristiyanlığı olduğu kadar, putperestliği de kapsayan bir tanımdır.
Bira/, da bunun
etkisiyle olacak ki, geçtiğimiz yüzyılın Hıristiyan teolog ve filzofları dini,
bir ahlak sistemi olarak görmeye başladılar. Yalnız bu ahlak çerçevesini o kadar
geniş tuttular ki, Antik Yuııan’dan Haçlı ahlakına, oradan Rousscau’nıın ahlak
anlayışına ve nihayet dinli-dinsiz çeşitli filozofların değişik ahlak
anlayışlarına temel olan bir kurguya dayalı din anlayışı ortaya çıktı. Nitekim
yeni çağda “doğal din”, “yaradancılık” (dei/m) gibi anlayışlar
bunun çarpıcı örnekclri sayılmalıdır.
İslam’a göre din,
sadece ölüm ötesi ile ilgili bir “mezarlık dini” olmayıp, insan
hayatının bütün yönlerini kapsayan, onun ruhsal olduğu kadar, sosyal ve siyasal
yönden de Kur’an ve Hz.Muhammed (s)’in sünnetine göre düzenlemeler Öngören bir
hayat anlayışı, bîr dünya görüşüdür. Gerçekten dinin, yani İslam’ın nasıl
uygulanacağını öngören ve buyuran Kur’an, MüsHimanın bütün iç ve dış dünyasını,
maddi ve manevi hayatını düzenleyecek ilkeleri de içermektedir. Bu anlamda dîn,
Allah’ın rızasına uygun gelecek biçimde düzenlenmiş bir toplumsal bütün ya da
sistemdir ki, beşeri olan diğer sistemler İçerisinde, Allah’ın kabul ettiği tek
sistem olarak kabul edilebilmektedir. Öyleyse genel bir değerlendirmeyle İslam’a
göre din, insanın bu dünyadaki hayatını bir bütün olarak kapsama yanında, ölüm
sonrası hayatını da anlamlı kılan temel İlkeler ortaya koymaktadır. Ayrıca
İnsanın eşyayla ilişkisini, evrene bakış tarzını kuran özü de vermektedir.
İhsan Süreyya SIRMA
Bk.Dm.