33Sosyoloji Sözlüğü

DİNLER TARİHİ

 

 DİNLER TARİHİ

 

(SBA)

“Dînler
Tarihi” herşeyden önce bir tarihtir. Ancak burada din terimi, inceleme
konusu olarak kendisini tarih terimine bir bakıma ka­bul ettirmekte,
dolayısıyla dinler tarihinin böy­le anlaşılması din kavramının mahiyet ve nite­liklerinin
nasıl olduğuna göre bir anlam ve de­ğer kazanmaktadır. Böyle olmakla birlikte
“din” kavramının ve tanımının kolayca yapıla­cağı sonucuna
varılmaması gerekir, öyle ol­saydı dinin tanımını bütün dinleri birleştirici
şekilde yapmak mümkün olabilirdi. Oysa bu­nun pek kolay olmadığı, bizzat din
kavramı­nın, tarihi süreci ve kaynağı gözönüne alındı­ğında yapılacak tanımın
da farklı olması gerek­tiği hemen anlaşılır. Ayrıca dinin, fert ve top­lumla
İlişkili olmasına rağmen, imkân, tasav­vur ve güçlerini aşkın bir mahiyet ve
nitelikte alması, tanımının kolay yapılamamasının önemli nedenlerinden birini,
belki de başlıca-sını oluşturmaktadır. Üstelik din, tarihin he­men bilinen ilk
dönemlerinden itibaren insan ile birlikte olmuştur. Yani insan kendisini din­den
soyutlamamış, istese bile soyutlayamamış ve daima dinin İçinde yaşamıştır.

Din kavramından
hareketle herhangi bir “din”in tanımını yapmak elbette mümkündür.
Fakat böyle bir yaklaşım “din düşüncesi”nin ya da
“duygusu”nun tam karşılığını veremez. Nitekim dini böyle belli bir
yaklaşım içinde ta­nımlamaya ve anlatmaya çalışan görüşler, öğ­retiler, felsefi
akımlar ya da değişik bilim dal­ları gözönüne alındığında söylenilmek istenen
daha açık-seçik ortaya çıkar.

Gerçekten din
kavramını anlatmak üzere he­men her toplumda ya da kültürde farklı keli­melerin
kullanıldığı bilinmektedir. Ancak bu farklı kelimeler din kavramının farklı
anlamla­ra bürünmesini de sağlamaktadır. Sözgelimi eski Yunan düşüncesinde,
bugünkü anlamın­da din kavramına rastlanmaktadır. Din kavra­mını çağrıştırır
şekilde kullanılan “thriohcya” kelimesi “korku İle karışık
saygı” anlamını ver­diği gibi, örf, adet, alışkanlık anlamlarına da
gelmekteydi. Batı düşüncesi ve uygarlığı özel­likle Rönesanstan sonra Antik
Yunan düşün­ce ve biliminden etkilenmekle birlikte, “din” terimine bu
kaynaktan, ne de Hıristiyanlığın içinden çıktığı Yahudilikten almamış, tersine,
belli dönemlere kadar Hıristiyanlığın karşısın­da olup mücadele etmek durumunda
kaldığı putperest Roma kültüründen, yani Latince’­den almıştır. Batı dillerinde
“din” terimi karşı­lığında kutlanılan rctigion Latince kökenlidir.
Ancakreligion teriminin hangi kökten türedi-ği konusu tartışmalıdır. Lucretİus
gibi Romalı düşünürler İle Saİnt Augustinus gibi Hıristi­yan düşünürlerine göre
Latince “din” karşılı­ğında kullanılan /vligio kelimesi,
“birlik, yü­kümlülük, bağlamak” anlamlarına gclcn/vfiga-/e’den;
Ciccro’ya göre İse, “dikkatle veya tek­rar tekrar okumak, bakmak, yapmak,
ihmal et­memek” anlamlarına gelen relegaıv kökünden türetilmiştir. Latince
rdigidan türetilen ve çe-şİtlİ Batı dillerine geçen religion kelimesinde iki
anlamın toplandığı ileri sürülmüştür. Böy-lede olsa ıvligîo terimi sadece
törenler, kural­lar, ayin usulleri, yasaklar ve buyruklar bütü­nünü ihtiva etse
de, asıl olarak insanın kutsal olan ile, daha açığı yüce varlık Tanrfyla
kııru-lanvcgerçekleştirilmek istenen ilişkileri anku-mumakıaydı.

Yine İbranice’de
önceleri ibadet, kurban, dua eylemlerini tanımlamak ve belirlemek amacıyla
kullanılan “abodath elohim” terimi “din” yerine de
kullanılmaktaydı. Ayrıca din kavramını belirtmek üzere ruhsal anlamları da olan
yir’ah (korku, haşyet), emanath (i-man) kelimeleri de kullanılmıştır. Din
terimi­ni karşılamak üzere dath kelimesi kutsal kitap sonrası kaynaklarda
yaygınlık kazandığı, söz-konusu kelimenin Farsça dadı kelimesinden türetildiği
ve Ezra ve Esler kitaplarında “hü­küm, emir veya yasa” anlamlarında
kullanıldı­ğı savunulmuştur.

Öte yandan din
kelimesinin Avesta’da da-ena eski Farsça, yani Pehlcvi dilinde den ve Farsça’da
din ile ifade edildiği, bunların da “yol, mezhep, ayin, üslûp, tarz”
anlamlarına geldiği belirtilmektedir.

Hinduizmin kutsal dili
sayılan Sanskritçe’de dhıi kökünden türetilmiş dhaıma kelimesinin din anlamında
kullanıldığı ve Budİzmin kutsal dili olup Sanskrİtçe’den geliştirilmiş olan
Pali dilinde “öğret i” anlamına gelen âhanna biçimi­ni aldığı ileri
sürülmektedir. Buna göre sözko-nusu terimin din, yasa, yol, görev, düzen, doğ­ru
luk, erdem gibi anlamlan kapsadığı belirtil­mektedir. Gerçekten dhaıma
insanların davra­nışlarını düzenleyen ve belirleyen ilke ya da
“disiplin”i anlatmakta olup, burada dini-ahla-ki olduğu kadar kozmik
düzen de kasdedil-mektedir. Nitekim “dharma” Hinduizmde ol­duğu
kadar, Budizm ve Cayinizmde “Sonsuz Yasa” (Ebedî Kanun)anlamına
gelmektedir.

Arapça’da
“din” kelimesinin kaynağı konu­sunda farklı görüşler İleri
sürülmüştür. Keli­menin Arabi-İbrani kaynaklı olduğunu savu­nanlar olduğu gibi,
orta İrandan alındığını ya da bizzat Arapça olduğunu İleri sürenler de vardır.
“Din” kelimesinin oldukça geniş alanla­rı kapsayan bir anlam
zenginliği bulunmakta­dır. Buna göre dîn; ceza, mükafat, hüküm, he­sap, itaat,
boyun eğme, ibadet, âdet, hâl, şeri­at, kanun, yol, mezhep, millet gibi anlamlara
gelmektedir.

Gerçeklen Ktır’an-ı
Kerim’dc “din” kelimesi köküyle ilgili kelimeler birçok ayette
belirti­len anlamlarda kullanıldığı gibi, bu anlamları bütünlük içinde kapsayan
bir sistem ya da dü­zen veya dünya görüşü anlayışını da ortaya ko­yar. Bu
bakımdan Kur’an-ı Kerim ‘de “din” keli­mesi, öteki dinlerden ayrı ve
farklı oluşu belir­tecek şekilde “hak din” (dimı’l-hak)
“dosdoğru din” (dinen kayyimen) “Allah’ın dini” (dinul-lah)
tarzlarında da kullanılmaktadır. Ayrıca Kıır’an-ı Keıim’de “din” kavramı,
bir tarafta Allah’a nisbet ile hâkim olma, itaati altına al­ma, hesaba çekme,
cezalandırma, kul olarak insana nisbetle boyun eğme, itaat etme, tes­lim olma
ve bu iki taraf arasındaki ilişkiyi dü­zenleyen yasa, kanun, nizam, yol, şeriat
de­mektir. Kısacası Kur’an-ı Kerim dini yüce bir otoriteye boyun eğme, onun
bildirdiği emir ve yasaklarına uyma, dolayısıyla bu emir ve ya­saklara uygun
bir yaşayışı düzenlemek suretiy­le mükafata erme, aksi halde cezaya çarptırıla­cağına
İnanmadır.

Din kavramının çeşitli
düşünce ve bilgi alan­larına göre sayısız tanımlarının yapıldığını bu­rada
hatırlatmak gerekir. Sözgelimi Rudolf Otto Das Hci/ige (1917) adlı eserinde
dini in­sanın kutsal kabul ettiği şeylerle olan ilişkisi bağlamında; XIX.
yüzyılda dini evrimci bir yaklaşımla tanımlamaya çalışan E.B.Taylor
(1832-1917), en ilkel din şeklinin “animizm” ol­duğunu savunarak dini
“ruhsal varlıklara inanç” olarak tanımlar. Max Müllcr’e göre;
“Din, insanın sonsuzu kavramasını sağlayan, akıl ve mantığa tabi olmayan,
zihnî bir meleke veya yeteneğidir.” Alman filozof ve teologu
Schleirmacher’e göre “din”, mutlak itaat duy­gusundan
ibarettir.” Feucrbach, İse dini dua, kurban ve İnançla kendini gösteren
arzu”; Ed-ward S.Ames, “en yüksek toplumsal bilinci”; Durkheim
ise; “bir topluluğun oluşmasını sağ­layan âyin ve İnançlar sislemi”
şeklinde tanım­lamışlardır.

Bu ve benzeri tanımlar
ile din; kutsal kavra­mı, inanç, zihni meleke, muüak itaat duygusu, arzu,
toplumsal bilinç ve değerler ve Tanrı dü­şüncesi özellikleriyle açıklanmaya
çalışılmak­tadır. Fakat bu yaklaşımla yapılan tanımların toplayıcı ve bütünlük
gösterici olmadığı orta­dadır.

öte yandan müslüman
düşünür ve bilginlerin de dini tanımlamaya çalıştıklarını görüyo­ruz. Sözgelimi
Seyyid Şerif Cürcâni’ye göre din; “akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği
Şeyleri kabule çağıran ilahî bir kanundur. Ta-hanevİ ise din akıl sahiplerini
kendi iradeleriy­le salaha, ahirete, felaha götüren yol demek­tir. Kısaca
söylemek gerekirse, müslüman dü-Şünürve bilginlerin din tanımında farklı ifade­ler
kullanmış olsalar bile ortak bir mahiyet ve niteliğin ortaya konulduğunu görmek
müm­kündür.

İşte Dinler Tarihi
tamlamasında İfadesini bulan bilim dalı, dinleri (veya sadece dini) yer ve
zaman içinde, karşılaştırmalar yapmak su­retiyle İncelemeyi amaçlar. Bu
bakımdan din­leri tarihsel süreç içinde incelemeyi temel alan biryaklaşımdan
sözedilebileceği gibi, din­ler arasında karşılaştırma yapmayı öngören bir başka
yaklaşım tarzı da bulunmaktadır. Ta­rihsel süreç içinde dinleri İncelemeye
çalışan dinler tarihi, tarih ve filoloji yöntemini kulla­narak dinleri doğuş ve
gelişiminden inanç, iba­det, ayin, ahlak gibikonulara kadar tarihsel sü­reç
içinde araştırmaya yönelir. Buna karşılık dinler arasında karşılaştırmayı da
temel alan dinler tarihi, dinlerin öteki dinlerle olan ilişki­lerini, benzer,
farklı ve ortak Özelliklerini kar­şılaştırmalı bir şekilde incelemeye çalışır:
Fa­kat dinler tarihi daima, tarihsel süreç içinde di­nin mahiyetini ya da
hakikatini kendisine ince­leme alanı seçmiştir.

Bu açıdan tarihin akışı
içinde ortaya çıkmış bütün dinler isterse İncelenen dinin inanmış mensubu
bulunmasın, yani etkinliğini yitirmiş olsun, dinler tarihinin kapsamı İçinde
araştırı­lır. Öte yandan dinlerin hak, batıl olarak nite­lenmesi din 1er
tarihinin o dini inceleme kapsa-mında görmesini engellemez. Keza çok-tanrıh
dinlerin incelendiği gibi tek-tanrılı dinlerin de incelenmesi aynı şekilde
yapılır. Bu anlamda dinler tarihi tasviri (deseriptive) bir yöntem kullanmak
durumunda olduğundan, belli bir dinin tanıtımı, yorumu ve savunmasını üstle­nen
ilahiyat, kelam, din felsefesi vb. gibi bazı bilim dallarından farklılık
gösterir, yani dinler tarihi dini nesnel bir açıdan ele almaya çalışır. Elbet
bu tarz bir yöntem izlenirken karşılaştırmalara, dinin fenomenlerine baş vurulması
zo­runludur. Üstelik dinler tarihi sadece kendi kapsamına giren bilgi
alanlarıyla değil, tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi birçok bilim
dallarıyla da yakın İlişki içinde olmak duru­mundadır.

Dinler tarihi alanında
ilk çalışmaların Antik Yunan ve Roma düşünürleri ve bilginleri tara­fından
başlatıldıkları bilinmektedir. Herodot ünlü tarihinde anlattığı topluluk veya
milletle­rin dinleri, inanışları, ibadet şekilleri, ahlakla­rı konusunda da
bilgiler vermekten geri kal­maz. İyonyalı Ksenofanes çoktanrıcılığı ve tan­rıların
insana benzetilmesini (antropomar-fizm) şiddetle eleştirirken tektanrıcılığı
man­tıksal bakımdan savunmuş oluyordu ki bu, Özellikle Hıristiyanlıkta
Tanrı’nın varlığının is­patlanmasında etkide bulunacaktır. Fakat Ksenofanes
doğrudan ve açıktan dinin kayna­ğı, mahiyeti ve niteliği gibi hususlarda
belirli bir görüş ileri sürmemiştir. Dinin kaynağı, din­lerin belli bir süreç
içinde gelişimi konusunu tartışmaya başlayan Sofist Kcoslu Krİtias (MÖ.
V.yüzyıl) olacaktır. Ona göre dini ve ah­laki kurallar, toplumda iktidarı
elinde tutanla­rın toplum üyelerini kendilerine boyun
eğdir-mekvebuyruklarınıkabul ettirmek için uydur­dukları şeylerden ibarettir.

Batıda çağdaş
anlamında dinler tarihi, ayrı­ca din olgusu konularında araştırmalar XIX. yüzyılın
sonlarına doğru bağımsız bir alan oluşturmaya başladı. Özellikle Max Müller’in
karşılaştırmalı yönteme dayalı çalışmaları bu alanda etkili olmuştur. Gerçekten
Müller’in Karşılastınnah Mitoloji (1856) ve Dinlerin Esa­sı ve Gelişmesine Ait
Ders Notlan (1870) adlı eserinde dinleri karşılaştırmalı olarak incele­me
çığırını başlatmakla dinler tarihi alanında geniş bir ilgi uyandırmıştır.
Oxford Üniversite­sinden dinler tarihi dersleri okutmuş olan Max Müller Doğu,
özellikle Hint dinlerinin kutsal sayılan metinlerinin çevirilerini yapma
yanında “dinbilimleri” kavramını da tcmellcn-dirmeye çalışmıştır.
Müller ve onun yönienıİ-nî benimseyerek izleyenler dinlerin bilimsel olarak
karşılaştırmalı incelenmesinde filoloji­yi temel alan bir yaklaşıma bağlı
kalarak dinin

özünün ancak “dil
araştırmalarıyla” kavranaca­ğını savunmuşlardır. Müller ve izleyicilerinin
katkılarıyla 1897’de Stockholm’de ilk Din Bili­mi (Religionswissenschaft)
kongresi toplana­caktır. Sonraki yıllarda Paris, Brüksel, Roma gibi önemli
kültür merkezlerinde dinler tarihi üniversitelerin ders programları içinde yer
ala­caktır. Öte yandan din olgusunun İncelenmesi ve gelişmesinde Alınan teolog
Rudolf Otto (1869-1937), “kutsallık” kavramını ortaya ata­rak
tartışmakla önemli bir açılım getirmiştir. Aslında Friedrİch Scheİcrmachcr,
Edmund Husserl ve Jakob Frİes gibi düşünürlerin bu alanda yaptıkları
tartışmaların ışığında kutsal­lığı ele alan R.Otto’ya göre, akvramm temeli
aşkın varlığın İnsanı korkutan ve aynı zaman­da kendinden geçirerek coşturan bir
csrarhlık şeklinde tezahür etmesidir. Buna karşılık Ot-to’dan sonra en dikkat
çekici ve etkili araştır­macılardan biri olan gerardus van der Leeuw
(1890-1950) ise, dini tecrübenin ya da yaşantı­nın Özünü “iktidar”
veya “hakimiyet” kavramıy­la Özdeşledi. XX. yüzyılda Joachİm Wach
(1898-1955) ile Mircca Eliade, Frithjof Scha-un, İnsanın Dinleri adlı kitabıyla
Huston Smith din İncelemelerine katkılarda buluna­rak, kutsal ve profan
varlıklar arasında ayrım yapmayı dini düşüncenin temeli olarak yorum­ladılar. Nitekim
Eliade, zamanı çevrimsel bir anlayışla kavrayan eski dinler, yani Asya, avru-pa
ve Amerika’da İlk çağlarda ortaya çıkan dinler ile, vahiye dayalı ve aynı
zamanda tarih­sel boyutlu dinler, yani Musevilik, Hıristiyan­lık ve İslam
arasında gözardı edilmeyecek te­mel ayrımı belirledi.

İslam düşüncesinde ve
kaynaklarında dinler tarihî alanında daha başlangıçtan itibaren önemli
çalışmaların ortaya konulduğu bilin­mektedir. Çünkü İslam’ın temel kaynağı olan
Kıır’an-ı Kerim din ve dinler hakkında karşı­laştırmalı ve kapsayıcı tanımlar
ve bilgiler ve­rir. Gerçekten “Ehl-i Kitap” kavramıyla Yahu­dilik ve
Hıristiyanlık çeşitli yönleriyle açıkla­nırken, Hamilik, Sabİilik, Mecusilik ve
Putpe­restlik konuları da sozkonusu edilmektedir.

Ayrıca dini konuların
tartışılması dolayısıyla Makale ya da Makakıt adı verilen eserler yanında,
öteki dinleri tanıtan ve tartışan “reddi­ye” niteliğinde eserler
yazılmıştır. Daha sonra­ları dinler tarihi konularını ele alan ve “fırka­lar”
(el-J’ırak), “reddiyeler” (er-rcdd), “dinler” (ed-diyanat,
el-edyan) ve “milletler” el-mİlel) biçiminde eserler ortaya
konulmuştur. Nite­kim daha sonra genel bir kavram olarak el— Millet ve’n Nihal
kavramı oluşmuştur. “Mile!” hak dinler, “nihai” dinler,
mezhepler, batıl din­ler karşılığında kullanıla gelmiştir.

Sözgelimi Abdulkadir
cl-Bağdadİ’nin el–Fark beyne’l-Fıızık’i el-Mi/el ve’n Nihal’ı Ebu-bekir
et-BakıIlani’nin Ei-Milel ve’n Nihal’ı; ibn Hazırı”in Kitabıı’l-Fasl
jil-nıilel vc’I-Ahva-ni ve’n Nihal’ı; Şehristani’nİn el-MUel ve’n-Ni-hal’i çeşitli
dinleri tamtan önemli eserlerdir. Keza Musa en-Nevbahti’nin el-Arau
ve’d-Di-yanat’ı; Ebu’l Maali Muhammed b.Ubcydul-lah’ın Bcyımu’l-Edyan”\
İslam düşüncesinde ilk dinler tarihi araştırmaları olarak kabul cdi-lir. Öte
yandan İslam öncesi Arap toplumun­daki inançları anlatan İbn Kelbi’nin Kitaba
Es­nam ‘ı ayrıca önemlidir.

Bugün bile önemini
koruyan ve dinler tarihi alanında karşılaştırmalı bilgileri kapsayan eserlerin
başında Biruni’nin el-Asant’t-Baki-ve’sİylc Kitabu’t-Tahkik Ma/i-i Hind’i
gelmek­ledir. Ayrıca İbn Nedim’in “Fihrist’I, Muham­med b. cl-Huzcyl’in
Kitabu’l-Mecus ve Kİla-bu’s Seneviyye’&i Scrahsi’nin Risaleti Vasfı
Me-zahibi’s Sabün’ı Abdullah b.Mukaffa’nın eski İran dinleriyle ilgili
çevirileri de anılmalıdırlar.

Ülkemizde dinler
tarihi Osmanlı döneminin XIX. yüzyıla gelinceye kadarki evresinde İs­lam
düşüncesinde yerleşmiş gelenek korun­muş ve sürdürülmüştür. Ancak Darülfünun
Edebiyat Fakültcsi’nin IS74 yılı ders progra­mında ‘Tarih-İ Umumî ve Din-i
Esatiri’] Evve­lin” dersine rastlanmaktadır. II.Meşrutİyct dö­neminde 1911
yılında “Ulum-ı Şcr’iyye” dersle­ri arasında 6 saat ‘Tarih-İ Din-i
İslam ve Ta-rih-i Edyân” dersleri programa sokulmuştur. “Ulum-ı
Şcr’iyye Şubcsi”niıı “Medresetu’I Mü­tehassisin” seki İne
dönüştürülmesi üzerine (1914) “Kelam, Tasavvuf ve Felsefe Şubesi”-nin
ders programında da “Tarih-i EdyâıV’a yer

verilmiştir.
Medresetu’I Mütehassisin, Medre-se-i Süleymaniye adım aldığında dinler tarihi
“Hikmet ve Kelam Şubesi” içinde okutulmuş-tur. Tevhid-i Tedrisat
kanunuyla kurulan İlk İlahiyat fakültesinde ‘Türk Tarih-i Dinisi” ve
‘Tarih-i Edyân” adı altında dinler tarihi yer al­mıştır. 1933 tarihindeki
reform ile İlahiyat Fa-kültesi’nin kapatılmasıyla dinler tarihi ‘Türk Dinleri
ve Mezhepleri Tarihi” ve “Umumi Din­ler Tarihi” adıyla İslam
Tetkikleri Enstitüsün­de bulunmaktaydı. Buranın 1936’da kapatılıp 1949’da
Ankara İlahiyat Fakültesi oluşturu­lunca dinler tarihi ders olarak yine
programda gösterilmiştir. Bundan sonra İmam-Hatip Li­selerinde, Yüksek İslam
Enstitülerinde ve ni­hayet 1982’den sonra kurulan bütün İlahiyat Fakültelerinde
dinler tarihine yer verilmiştir.

Dînler tarihi üzerinde
araştırma yapan tarih­çiler, dinleri çok değişik sınıflamalara tabi tut­muşlardır
ki, bunların en ünlüsü dinlerin se­mavi (İlahi) ve İlkel dinler diye ikiye
ayrılanı­dır. Fakat bu sınıflama XVIII. ve XIX. yüzyıl­lara ait modası geçmiş
birsmıflamadır. Çağ­daş anlayışa uygun yeni tasnifler yapmak ge­rekmektedir.
Bunu yaparken de, İlk önce din kavramından başlamak gerekir. Öncelikle şu
hususun belirtilmesinde yarar var: Batı, yani Hıristiyan kültürüne ait olan ve
dini tanımla­yan religion kavramı ile İslam inancındaki din kavramları
birbirlerinden tamamen farklı şey­lerdir.

Mesela E.B.Taylor
“din, ruhi varlıklara inan­maktır” tanımını verir. Bu tanını Budacılığı
ve­ya Hıristiyanlığı olduğu kadar, putperestliği de kapsayan bir tanımdır.

Bira/, da bunun
etkisiyle olacak ki, geçtiği­miz yüzyılın Hıristiyan teolog ve filzofları di­ni,
bir ahlak sistemi olarak görmeye başladı­lar. Yalnız bu ahlak çerçevesini o kadar
geniş tuttular ki, Antik Yuııan’dan Haçlı ahlakına, oradan Rousscau’nıın ahlak
anlayışına ve ni­hayet dinli-dinsiz çeşitli filozofların değişik ah­lak
anlayışlarına temel olan bir kurguya dayalı din anlayışı ortaya çıktı. Nitekim
yeni çağda “doğal din”, “yaradancılık” (dei/m) gibi anla­yışlar
bunun çarpıcı örnekclri sayılmalıdır.

İslam’a göre din,
sadece ölüm ötesi ile ilgili bir “mezarlık dini” olmayıp, insan
hayatının bütün yönlerini kapsayan, onun ruhsal olduğu kadar, sosyal ve siyasal
yönden de Kur’an ve Hz.Muhammed (s)’in sünnetine göre düzenle­meler Öngören bir
hayat anlayışı, bîr dünya gö­rüşüdür. Gerçekten dinin, yani İslam’ın nasıl
uygulanacağını öngören ve buyuran Kur’an, MüsHimanın bütün iç ve dış dünyasını,
maddi ve manevi hayatını düzenleyecek ilkeleri de içermektedir. Bu anlamda dîn,
Allah’ın rızası­na uygun gelecek biçimde düzenlenmiş bir toplumsal bütün ya da
sistemdir ki, beşeri olan diğer sistemler İçerisinde, Allah’ın kabul ettiği tek
sistem olarak kabul edilebilmekte­dir. Öyleyse genel bir değerlendirmeyle İs­lam’a
göre din, insanın bu dünyadaki hayatını bir bütün olarak kapsama yanında, ölüm
son­rası hayatını da anlamlı kılan temel İlkeler or­taya koymaktadır. Ayrıca
İnsanın eşyayla ilişki­sini, evrene bakış tarzını kuran özü de vermek­tedir.

İhsan Süreyya SIRMA
Bk.Dm.