Din Sosyolojisi

Dinin Sosyolojik Manası

Din sosyolojisi, dinin sosyolojik manasıyla ilgili bir sosyal bilim dalıdır.

Dinin sosyolojik manası, dini sosyolojik zaviyeden ele almayı; anlamayı,

tasvir etmeyi, yorumlamayı; dinin toplumsal gerçekliğini; sosyal bir fenomen

olarak dini, din ile toplumun karşılıklı ilişkilerini, olduğu veya gerçekleştiği

gibi, sosyolojik perspektiften, ampirik verilere dayanarak, ama onu büsbütün

sosyal ve sosyolojik olana indirgemeden anlama ve yorumlama çabalarını

ihtiva etmektedir.

Dinin Tanımı

Din üzerine yapılan tanımlardan her biri, dinin belli bir yönüne veya bazı

yönlerine dayanmaktadır. Bazı din tanımlarında dinin bilgi ile ilgili iddiaları

ağır basmakta, konunun psikolojik cephesi ihmal edilmektedir. Bazı

tanımlarda ise ahlak ve duygu konusu ön plana çıkmaktadır. Bazı bilim

adamları dinin kültürel tarafına ağırlık vermekte, bazıları aşkın boyutunu öne

çıkarmaktadır. Bir psikolog dini çok kere yaşanan bir tecrübe; bir sosyolog

sosyal bir kurum; bir kelamcı akıl ve nakille müdafaa edilebilen bir sistem

olarak görür. Bunlara bir de dinin aleyhindeki görüşlere temel teşkil eden

tanımlar, sözgelimi Marks’ın, Freud’un veya Comte’un tanımları katılacak

olunursa, işin içinden çıkmak daha bir zorlaşacaktır.

Örneğin İslam kelamcılarına göre din, Allah tarafından vahiy yoluyla ve

peygamberleri aracılığıyla va’z edilen ve bağlılarını dünya ve ahirette

mutluluk ve kurtuluşa götüren, inanç ve amellerden oluşmuş bir kurumdur.

Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın daha kısa ifadesiyle din, “zevi’lukulu, hüsni

ihtiyarlariyle bizzat hayırlara sevkeden bir vaz’ı İlâhîdir.” Bu tanımlarda

İslam dinine özgü bir tanımlama çabası olduğu açıktır.

Din, E. B. Tylor’a göre ruhsal varlıklara inanç; R. Otto’ya göre insanın

kutsalla ilişkisi; M. Müller’e göre duygular ve aklın nüfuz edemediği şeylerle

ilgili bir takım inanç ve uygulamalardan meydana gelen bir sistem; G.

Mensching’e göre ise insanın kutsalla hayatî ilişkisi ve kutsalla çevrilmiş

insanın cevabî davranışlarıdır.

Din, C. Geertz’in tanımında, “insanlarda, genel bir varlık düzenine ilişkin

kavramlar formüle ederek ve bu kavramları bir gerçeklik atmosferiyle

kaplayarak, o gerçeklik atmosferi içinde eşsiz derecede gerçekçi görünen

güçlü, geniş kapsamlı ve uzun süreli ruhsal durum ve motivasyonlar tesis

etmeye çalışan bir semboller sistemi”; E. Durkheim’ın tanımında kutsal

şeylerle ilgili ve kendilerini kabul edenleri kilise denen manevi bir topluluk

halinde bir yere toplayan inanç ve eylemlerden meydana gelen dayanışmalı

bir sistemdir.

J. Frazer’in tanımında; tabiatın ve beşer hayatının akışına yön verdiğine

ve onu idare ettiğine inanılan üstün güçlerin insan için elverişli hale

getirilmesi; M. Yinger’in tanımında ise bir grup insanın, insan hayatının nihai

problemleriyle mücadele vasıtası olarak kullandığı inanç ve uygulamalar

sistemidir.

Din; bir tanımda ampirik olmayan değer koyucu bir inanç sistemi (T.

Parsons); bir tanımda tek başına bireyin kendisini ilahi kabul ettiği şeyle

münasebet halinde mülahaza ettiği durumdaki duyguları, hal ve hareketleri ve

tecrübelerinden ibaret (W. James); bir tanımda insanı aşan ve insanın

kendilerine bağlı olduğunu hissettiği güç veya güçlere inanıp bağlanma (M.

Jastovs); bir tanımda insanı varlığının nihâî şartlarına bağlayan sembolik bir

form ve davranışlar bütünü (R. Bellah); bir tanımda bizim dışımızda olan

manevi veya ahlaki güç diyebileceğimiz bir güce karşı bir bağlılık

duygusunun şu veya bu biçimdeki bir anlatımından ibaret (R. Brown); bir

başka tanımda ise başka türlü açıklanması mümkün olmayan izah etme

girişimi, umutsuzluk sahiline inşa edilmiş bir ümit kalesidir (R. Niebuhr).

Görüldüğü gibi din, farklı biçimlerde tanımlanmaktadır; ama anlaşılmaktadır

ki, sonuçta dinin tanımı konusu, karmaşık ve problematik bir

konudur. Dini tanımlamak kolay bir iş değildir. Birden fazla din olduğu ve

hatta bir dinin farklı yorumlara dayalı farklı uygulama biçimleri olduğu

düşünüldüğünde, herkesin üzerinde uzlaşma sağlayacağı bir din tanımından

söz etmenin mümkün olmadığı anlaşılır. Buna bir de sosyologun hangi

perspektiften baktığı, hangi strateji ile yaklaştığı hususu ilave edildiğinde,

durumun ne kadar zor olduğu ortaya çıkar. Bu bağlamda denilebilir ki

sosyolojik tanımlara ‘hakikatler’ olarak yaklaşmaktan ziyade ‘stratejiler’

 

olarak yaklaşmak faydalıdır. Tanımsal bir strateji, tanımlanan şeyi mütalaa

altına almamızı ve tanımlanan şey hakkında düşünme yollarını bulmamızı

temin eder.

Din sosyolojisi literatüründe din tanımlarının genel olarak iki kategoride

toplandığı, din tanımlama işinde din sosyologları tarafından iki ana strateji

izlendiği söylenebilir. Bunlardan biri, substantif tanımlar, diğeri ise fonksiyonel

tanımlardır.

Dinin dar tanımları denilebilecek substantif (özsel) tanımlar, dinin ne

olduğunu, dinin geniş tanımları denilebilecek fonksiyonel (işlevsel) tanımlar

ise, dinin ne yaptığını tespit ve tasvir etmeye çalışırlar.

Substantif (substantiyel, özsel) tanımlarda din, içerik olarak sahip olduğu

kutsal, aşkın, ilahî, sır, tanrı, hakikat, tabiat-üstü veya fizik ötesi anlam ve

değer muhtevalarına bağlı olarak tanımlanır. Bu yaklaşımı benimseyenler,

dinin özü veya esasını eksene alıp belirlemeye çalışırlar. Başka bir ifadeyle

substantif tanımlar, dinin ne olduğunu tespit etmeye çalışırlar. Bu tanımlar,

din olarak nitelenen dini içeriğin kategorilerini ve din-olmayan olarak

belirlenen diğer kategorileri tespit etmeye çabalar. Substantif tanımlarda, din

tanımlanırken genellikle insan-dışı failler, doğaüstü dünya, deney-dışı

gerçeklik, aşkın gerçeklik, kutsal kozmoz gibi ifadeler kullanılmaktadır.

R. Otto, dini “kutsalın tecrübesi” olarak tanımlamıştır. Otto’ya göre din,

insanın kutsalla ilişkisidir. Kutsal olarak bilinen veya kabul edilen şey,

öncelikle sadece dini alanda kendini gösteren özel bir değerlendirmedir.

Kutsallık noktası, dinin bütünüyle kendine özgülüğünü ifade eder ve aynı

zamanda bütün dinlerde ortaktır. Bu durumda din sosyolojisinin görevi, bu

genel din kavramından hareketle, insanın kutsalla ilişkisinin ifadesi olan

somut sosyal fenomenleri tespit ve tasvir etmek olmalıdır. Esasen bu tanım

ilk etapta sosyolojik anlamda kapalı imiş gibi görünse de biraz yakından

bakıldığında dinin sosyal boyutlarını da ifade ettiği anlaşılır. Önce bireyin

kutsal olanı yaşayabilme kabiliyetinin varlığını ve hatta bu deneyimin onun

varlığının gereği olduğunu ifade eder. Diğer yandan böylece dinin, daima

önce tek tek bireylerin bilincinde yerleştiği hakikati anlatılmış olmaktadır. Bu

tanımıyla Otto, dinsel deneyimin başkalığını bugün de geçerli bir form

halinde betimlemeyi denemektedir. J. Wach’a göre bu tanım dinin objektif

yönüne hakkını vermektedir; bu özet tanım, dini ne yalnızca basit bir tecrübeye,

ne inanç, amel, ritüel, tören veya sembollere, ne de bilgi, duygu, içgüdü

ve düşünceye vs. indirgemekte, belki de dinin yerine göre pek çok boyutlarda

gerçekleşebileceğine işaret etmektedir.

Din sosyolojisini din bilimleri içinde ele alan J. Wach, din hakkında

yapılmış olan tanımların incelenmesiyle kendisinin işi olmadığını, ama en

zengin, en kısa ve en basit tanımın da Otto’nun “Din kutsalın tecrübesidir”

tanımı olduğunu söylemektedir. Wach’a göre dinin bu şekilde anlaşılması dini

tecrübenin objektif özelliği üzerinde ısrar etmekte ve onun yalnızca sübjektif

tabiatı üzerinde ısrar eden psikolojik teorilere karşı çıkmaktadır. Otto’nun

“korkutucu ve büyüleyici sır” olarak karakterize ettiği tecrübe, onu tasvir

etmek, analize tâbî tutmak ve anlamını bilimsel bir biçimde kavramak için

yapılacak her girişime kesin olarak meydan okumaktadır. Dinsel deneyim, ilk

planda açık ve seçik bir biçimde anlatımını bulmamaktadır, ama öte yandan

ancak bu deneyimin büründüğü biçimler sayesindedir ki onun özelliğini tam

olarak betimlemek ve anlamak mümkün olmaktadır. Sübjektif dini analiz

etmeye çalışanların tümü bu fâsit daireye çarpmışlardır. Derûnî tecrübenin

anlaşılması, ancak onun objektif anlatımının açıklanmasıyla mümkün olur.

 

Melford Spiro’nun din tanımı da temelde substantif tanımlara dahil

edilebilecek özellikler taşımaktadır. Spiro’ya göre (1966: 96) din “kültürel

olarak talep edilen insanüstü varlıklarla kültürel olarak kalıplaşmış

etkileşimden oluşan bir kurumdur”. Bu tanım, kurumla sosyal olarak

paylaşılmış inanç ve davranış kalıplarına işaret etmektedir. Bütün kurumlar,

inançları, eylem kalıplarını, değer sistemlerini içerirler; dinin son tahlilde

özelliğidir ki inançlar, eylem kalıpları ve değerler “insanüstü varlıklar”a

gönderme yapar.

Spiro’nun din tanımı, sosyolojik bir tanımsal stratejinin iyi bir örneğidir,

zira tanımdaki kategorilerin hepsi -”kurum”, “kültürel olarak kalıplaşmış”,

“kültürel olarak talep edilen”-, sosyolojik olarak uygundurlar. Spiro’nun

“insanüstü varlıklar” kavramıyla ilgili tasviri de sosyolojik düzlemde

önemlidir; zira bu kavram, güç duygusuna vurgu yapmaktadır. “İnsanüstü

varlıklar”, insanoğlundan daha güçlü varlıklar, insanlara yardım eden veya

acı veren ve fakat insan eylemleri tarafından etki altına alınamayan varlıklar

olarak tanımlanırlar.

Bir diğer subtantif din tanımı da Peter L. Berger’e aittir. Berger, R. Otto

ve M. Eliade’dan yararlanarak dini şöyle tarif eder: “Din, kendisiyle kutsal

bir kozmozun tesis edildiği beşerî girişimdir.” Berger’in bu tanımında vurgu,

insanoğlunun özel bir dünya türü, yani kutsalla ilişkili aktivitesi üzerinedir.

Bu kutsal dünya, gündelik dünyadan her halükarda farklıdır. O halde burada

dinin özü ve en önemli tanım noktası, kutsal olarak ifade edilen bir şeyle

ilgili olmasıdır.

Fonksiyonel (işlevsel) tanımlara gelince; bir ölçüde formel ve geniş

tanımlar olarak da isimlendirilebilecek olan işlevsel tanımlarda din, birey ve

toplum hayatında hangi işlevi yerine getirdiğine bağlı olarak

tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımı benimseyenler, dinin özde ve temelde ne

olduğu ile değil, ne yaptığı ve insan ve toplumu nasıl etkilediği ile

ilgilenmektedirler.

Din kavramını işlevsel olarak ele alan ve tanımlayan Durkheim’a göre

(1923: 94) “Bir din, kutsal şeyler, yani ayrı tutulan ve yasak kabul edilen

şeylerle ilgili inanç ve pratiklerden ibaret birleşik bir sistemdir. Bu inanç ve

pratikler, onları kabul eden kimseleri kilise denen manevi bir topluluk

halinde bir yere toplar. Tarifimizde yer alan ikinci unsur, birincisinden daha

az önemli değildir. Çünkü din fikrinin, kilise fikrinden ayrılamayacağını

göstermekle dinin gayet ortak bir şey olduğunu hissettirir.”

Dinî fenomenlere oldukça ilgi gösteren ve dini davranışı, toplumsal hayatın

yapısal elementlerinden biri olarak yorumlayan Durkheim’in din tanımı,

kutsala işaret etmesi nedeniyle kısmen substantiyel özelliğe de sahiptir, ancak

daha çok işlevsellik içermektedir; çünkü daha çok dinin sosyolojik düzlemde

işlevsel yönüne vurguda bulunmaktadır; hatta bu tanımda kutsalın da

işlevsellikle izah edildiği söylenebilir. Durkheim’de kutsal daha ziyade dikey,

aşkın bir kategoriye oranla yatay, dünyevî bir kategori olarak nitelenmiştir.

Bu kategori, özellikle kutsal cemaat olarak profan topluma karşı, dinin kendini

sınırlaması biçiminde ortaya çıkar. Tanımdan anlaşıldığı kadarıyla Durkheim,

profan ile kutsal arasındaki ayrımdan hareket etmekte ve dini sosyal

işlevleri açısından ele almaktadır.

Ayrıca Durkheim’ın din tanımı veya anlayışına göre kutsal olan, son

tahlilde toplumsal olanın ifadesinden başka bir şey değildir. Din, bireye değil

gruba ve topluma ait bir özelliktir. Tüm kutsal sembollerin en temel işlevi,

 

toplumun değişik üyeleri arasındaki dayanışma ve bütünleşmeyi güçlendirmektir.

Bu tahlile göre din, sosyal dayanışmanın incelmiş bir anlatımı olmaktadır.

Durkheim’in din kavramı öyle geniş tutulmuştur ki, o tanıma göre son

tahlilde ulusal ve politik ideolojiler de din olarak anlaşılabilir.

Durkheim’in dışında M. Yinger, K. Marks, T. Parsons, G. Lenski, T.

Luckmann ve C. Geertz gibi sosyologlar da dine işlevselci bir tanım getirmeye

çalışmışlardır. Bunlardan örneğin J. M. Yinger’in “Din, bir halk grubunun,

onun vasıtasıyla insan hayatının nihaî problemlerini çözmek için uğraşıp

mücadele ettiği bir inanç ve pratikler sistemidir” biçimindeki din tanımı,

işlevsel din tanımları kapsamında değerlendirilebilir.

Yine işlevsel bir din tanımına sahip olan T. Parsons’un din sosyolojisinde

din, “ampirik olmayan normatif bir inanç sistemidir.” T. Parsons’a göre dinin

sosyolojik imkanı, hayal kırıklığında, çatışmayı yaşamada ve baskı altında

tutup engellenmede kendini gösteren toplumun eksik kalmış yönlerinde ifadesini

bulur. Bunların yıkıcı sonuçları dinin sosyalleştirme, meşrûlaştırma ve

anlamlandırma gibi spesifik bütünleştirici işlevi sayesinde esnekleştirilir. Bu

bağlamda din, bir toplumun kültürel inanç sistemi olarak toplumun temel

bütünleşme faktörüdür.

T. Luckmann da dini işlevselliğiyle tanımlamaya çalışmaktadır. Ona göre

din, insan organizmasının bir yeteneği olduğundan dolayı, insanî olan aynı

zamanda dinîdir de. İnsanın biyolojik doğası, ahlakî ve nesnel bağlantılı ve

her şeyi kapsayan anlam dünyaları kurarak onu aşkınlaştırır. Böylece Luckmann’a

göre beşerî olan her şey, aynı zamanda bilfiil dini de olmuş olur ve

beşerî düzlemde dini olmayan fenomen, yalnızca insanın hayvani tabiatında

veya daha doğrusu diğer hayvanlarla ortak olduğu biyolojik yapılarında yer

alanlardan ibaret olur. Dinin genel toplumsal temel formu, insan toplumunda

evrensel olup sosyal düzenin anlam alanından, yani bir toplumun dünya

görüşünün iç formundan başka bir şey değildir.

C. Geertz’in din tanımında da işlevselliğin belirleyici olduğu söylenebilir.

Hatırlanacağı üzere Geertz’e göre din, “insanlarda, genel bir varlık düzenine

ilişkin kavramlar formüle ederek ve bu kavramları bir gerçeklik atmosferiyle

kaplayarak, o gerçeklik atmosferi içinde eşsiz derecede gerçekçi görünen

güçlü, geniş kapsamlı ve uzun süreli ruhsal durum ve motivasyonlar tesis

etmeye çalışan bir semboller sistemidir.” Geertz, tanımında sonuçta dinin ne

yaptığı üzerinde odaklaştığı için onun tanımını işlevsel tanımlar içinde

mütalaa etmek uygundur.

Burada verilen ve verilmeyen işlevselci din tanımlamalarına bakıldığında,

onlarda, Tanrı kavramına atıfta bulunmayarak sosyal bütünleşmeyi sağlayan,

bireysel davranış yönelimini belirleyen veya değer kategorisi olarak görev

yapan; kısacası bir anlam sistemi olan bütün düşünce ve davranış tarzları da

din olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede faşizm, marksizm, komünizm,

laisizm, nasyonalizm, maoizm, hümanizm, psikolojizm, ruhçuluk, ateizm gibi

ideolojiler, başka bir ifadeyle teistik olmayan inanç sistemleri veya seküler

ideoloji ve ayinler de din olarak görülmektedir.

İşlevselci din tanımlarına bakıldığında, onlardan bir kısmının, daha çok

dine bir tür savunma mekanizması, telafi ve bütünleşme unsuru olarak

baktıkları görülür. Bu bağlamda savunma mekanizmacı din kuramı ve bütünleşmeci

din kuramı gibi iki kuramdan söz etmek mümkündür. Birincisine

yukarıdaki tanımlardan Niebuhr’unkini, ikincisine de Durkheim’inkini örnek

olarak vermek mümkündür.

Bu iki tanımsal yaklaşımdan biri tercih edileceği gibi, ikisinden sentez

yapılarak sub-fonksiyonel, yani öz-işlevsel tanım stratejisi de geliştirilebilir.

Bu tanımlarda hem özsel hem de işlevsel tanımların unsurları birlikte yer alır.

Sonuçta din sosyolojisi açısından bütün bu tanımların dinin sosyolojik

manasını anlamaya ve ortaya koymaya katkıda bulundukları ölçüde anlamlı

ve yararlı oldukları söylenebilir.

İlgili Makaleler