DİNİN DİĞER SOSYAL OLGU VE OLUŞUMLARLA İLİŞKİSİ
DİNİN DİĞER SOSYAL OLGU VE OLUŞUMLARLA İLİŞKİSİ
Genelde topyekûn bir toplumla bütün kurumlar arasında birebir ilişkiden söz edilebileceği gibi özel olarak farklı kurumlar arasındaki ilişki üzerinde de durulabilir. Yani herhangi bir sosyal oluşum din-toplum ilişkisi gibi makro düzeyde ele alınabileceği gibi alt kültürel birimler düzeyinde de ele alınabilir. Mesela dinin ekonomi ile olan etkileşimi bu türden bir ilişkidir.
Burada hatırda tutulması gereken önemli noktalardan birisi, söz konusu ilişkinin karşılıklı olduğudur. Mesela örneğimizdeki din ekonomi ilişkisinde din, ekonomi üzerinde etkili olduğu gibi, ekonomi de din üzerinde etkili olur. Din sosyolojisinin verilerine göre bir diğer önemli nokta, yüksek tipli dinlerin diğer kurumlar üzerinde basit tipli dinlerden daha etkili olduğudur. Çünkü İslam, Hıristiyanlık gibi yüksek tipli dinler doğrudan toplumsal şartların bir ürünü olmadıklarından toplumsal belirleyicilikleri ve tabi kurumlar üzerindeki etkileri daha fazladır (Kurt- kan Bilgiseven, 1985, 138). Dinler tarihi bize bunun açık örneklerini verir.
Esasen ilkece dinin, sosyal-kültürel, bireysel-grupsal, normatif-kognitif hemen her türlü beşerî alanla bir ilişkisinin olduğundan söz edilebilir. Şüphesiz dinlerin, davranış örüntüleriyle daha sıkı bir ilişkisi vardır. Esasen yüksek tipli dinlerin Tan- rı-kul, çocuk-ebeveyn, karı-koca, işçi-işveren ilişkileri üzerinde yoğunlaşması, müntesiplerini söz konusu ilişkiler üzerinden test emesi de bunu göstermektedir.
Sosyolojinin ele aldığı sorun gruplarından birisi, sosyal aktörlerdir. Bunlar sosyal kişiler, gruplar/örgütler ve kurumlar/kuruluşlardır. Burada sosyal kişi, felsefe ve dinin soyut tekil olarak tanımladığı bio/psişik bir varlık olan insandan farklı olarak o toplumun kültürü tarafından inşa edilmiş insandır. Bir başka deyişle kültürün somutlaşmış, dolaşan bir örneğidir. Büyük düşünürler, siyasi liderler gibi bazı kişilerin bir önceliği bulunsa bile toplumdaki herkes bir sosyal kişidir. Bu sosyal kişiliğin oluşumunda fikri birikim, coğrafi şartlar, ekonomik imkânlar, siyasi ortam gibi pek çok faktörün etkisi vardır. Ama bunlar içerisinde en önemlilerinden birisi şüphesiz dindir.
Diğer bir sosyal aktör tipi, gruplar ve örgütlerdir. Gruplar, bir amaç etrafında oluşmuş fiili insan birliktelikleridir. Örgütler ise küçük-büyük grupların amaçlarından birisinin gerçekleştirilmesi için oluşturulmuş, yer, zaman, teknik ve tesisle donatılmış oluşumlardır. Şüphesiz tarih boyunca dinin bu olgu grubuyla da yakından bir ilişkisi vardır. Öncelikle kültürel olması bakımından din, şüphesiz kurumsal olgularla daha bir yakından ilgili olmuştur. Kaldı ki tarihi boyunca dünyevi insan birlikteliklerine etkisinin yanında, cemaat, din adamı sınıfı gibi yalnızca din tarafından oluşturulmuş gruplaşmalar yaşana gelmiştir.
Sosyolojinin sorunları ele alış eksenlerinden bir diğeri değerler, normlar ve kurumlar ağıdır. Yani bireysel ve sosyal davranışlarımız belli aşamalardan geçerek gerçekleşmektedir. Karşılıklı işlemekle birlikte bu sıradüzeni soyuttan somuta, değerler, normlar, kurumlar ve nihayet eylemler zincirinden oluşmaktadır. Değerler, arzu edilen, istenen en temel eğilimleri; normlar, bunların kurallaştırılmış biçimlerini; kurumlar ise belirlenmiş davranış kalıplarını ifade etmektedir. Bundan sonrası artık eyleme kalmış bir iştir.
Değer, bir yargı, olgu veya davranışı değerlendirmeye, yerini ve önemini belirtmeye yarayan ölçüttür. Salt sosyal ve dinî kökenli olabilirler (Aydın, 2010). Ama çoğu kere daha etkin değerler dinî din kaynaklı değerlerdir. Bütün beşerî davranışlarımızın ötesinde bir değerler sistemi bulunur. Bu insani davranış demek olan ahlakın da bir gereğidir. Ahlak, değer yüklenmiş eylem demektir. Gerçi ahlak insanın eylemleriyle bağlantılı olarak bunların iyi veya kötü oluşuna ait verilmiş değer yargılarını ve hatta yerine göre normları da ifade eder. Belki diğer alanlardan daha fazlasıyla din, ahlaki değerler üzerinde etkilidir. Çünkü bir kural ne kadar aşkın dayanaklara sahipse o kadar etkili olur.
Aşkınlık, normların kişisel ve yer yer toplumsal sınırları aşabilmesini sağlar. Sıkça sözünü ettiğimiz evrensel değerler bir toplumla sınırlı olmayan ahlaki değerlerdir. “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” ahlak ilkesi Konfüç- yüs, Buda, Hz. Isa ve Hz. Muhammed’de (kimin kimden aldığına ilişkin bir otan- tiklik sorunu olmaksızın) aynı anda yer alır.
Din bunların hemen hepsiyle yakından ilgilidir. Bu çerçevede bir toplumun dini, değerlerinin önemli kaynaklarından birisidir. Din, kendisinden kaynaklanmayan diğer sosyal değerler üzerinde de etkilidir. Beşer üstü aşkın niteliğiyle, onayladığı değerler arasında bir hiyerarşi kurar ve onları etkinleştirir. Dinin onaylamadığı davranışlar peşinen meşruiyet dişiliği ifade ettiği için etkinlik kazanmaz ve toplumda yaygmlaşmaz. Mesela köşe dönmecilik insan çıkarını sağlayan bir araç/değer sayılabilir ama meşruiyetin en önemli kaynağı olan din bunu onaylamadığı için, birileri ihlal etse bile toplumda yaygmlaşmaz ve bir ahlaksızlık olarak algılanır.
Hak, adalet, sevgi, gibi değerler hiyerarşisinin en üst noktalarında yer alan Tek Tanrı inancı, vicdana etki ederek bütün sosyal olguların içselleştirilmesine katkıda bulunur. Hiçbir kurum dinin meşruiyet sağlayıp içselleştirme işlevini yerine getiremez. Çünkü bu alan çıkar üstülüktür ve herkesin anlaştığı bir noktadır. Mesela Tek Tanrı inancı, hiçbir ferdin veya topluluğun aleyhine bir değer taşımaz. Eğer taşıyorsa o gerçek bir tek Tanrı inancı değildir veya en azından doğasına uygun olarak algılanmıyor demektir. Sosyoloji dilinde istismar, din dilinde riya (gösteriş) denen davranış da budur. Ama buna karşılık mesela ekonomik değerler, araçsal yapılarıyla bir başkasının aleyhine işleyebilirler.
Dinin ilgili bulunduğu olgulardan birisi de normlardır. Bireysel ve toplumsal hayatın yürümesi için gerekli bu kurallar, hem ortaya çıkışları hem de işleyiş biçimleri bakımından dinden uzakta düşünülemezler. Sosyolojik olarak normlar, sosyal aktörlerin içinde bulundukları statülerini, üstlendikleri rolleri ve bunların nasıl eyleme dökülebileceğini gösterirler. Sonucun olumlu veya olumsuz oluşuna göre de mükâfat ve ceza belirler. Toplumsal hayat içinde normal olan ve olmayan davranışları gösterir. Güncel dilde kullandığımız normal ve anormal kelimeleri de bunu ifade eder. Buna göre anormal, toplum bakımından kuraldışı demek olur. Normlar, sosyal şartlar gereği ortaya çıkarlar ancak bunların kaynak, oluşum ve işleyişlerinde dinin önemli bir yeri vardır.
Yukarıda genel olarak dinin, sosyal hayatın değişik kesitleriyle ilişkisine değinmeye çalıştık. Onun hemen her alanla yoğun veya gevşek bir ilişkisinin olduğundan söz ettik. Şüphesiz bunların her biri üzerinde özel olarak durulmaya değer konulardır. Ancak bundan sonra biz burada dinin temel kurumlarla ilişkisi üzerinde durmakla yetineceğiz. Bir örneklem olarak bunun da yeterince açıklayıcı olacağı kanaatindeyiz.Dinin normsal alanla ilişkisinin en önemli görünümlerinden birisi şüphesiz hukuktur. Bilindiği üzere hukuk fiziki yaptırımlı (ahlaki) kurallardır. Modern kültürde hukukun dünyevi nitelikli olduğu kabul edilir. Ancak bu kural ilgili olduğu alan bakımından doğru ise de en dünyevi hukuklar bile dini-manevi bir arka plan üzerinde olup biterler. Eylemler niyetlere göre değerlendirilirler. Esasen ahlaki ve hukuksal, normların önemli bir kısmı bizzat dinden doğmuş veya ondan ilham almıştır. Yani din-hukuk arasında ciddi kurumsal ilişkiler var ola gelmiştir.
İnsanlık tarihi boyunca dinlere dayanan, İslam hukuku (Fıkıh), Hristiyan hukuku (Credo), Yahudi hukuku (Talmut) gibi sırf dinî hukuklar var olagelmiştir. Günümüzde toplumların karmaşıklaşması, fiziki yaptırımlı normatif yapılara (hukuka) ihtiyaç göstermiştir. Ama bu, dinlerin bu alanda etkinliklerini yitirdikleri anlamına gelmemektedir. Doğrudan fiili katkılarının yanında bir arka plan olgusu olarak etkinliklerini sürdürmektedir. Şüphesiz hukuk nesnel dünya ile ilgisi bakımından daha dünyevi bir olgudur. Ama hukukun da dinin de aynı sosyal yapının iki unsuru oldukları göz önüne getirilirse dinden soyutlanmış, her hâliyle seküler bir hukuktan söz edilemez. Böylesi bir kabul sosyal gerçeklikle bağdaştırılamaz.