Din Sosyolojisi

DİNÎ KURTULUŞ HAREKETLERİNİN SOSYOLOJİSİ

DİNÎ KURTULUŞ HAREKETLERİNİN SOSYOLOJİSİ

“Kurtuluş” kavramının dinde özel bir yeri bulunmaktadır. Zira, dünya yüzündeki egzistasiyel konumu nedeniyle sonluluk, sınırlılık, hiçlik yahut yoksunluk duygu ve düşüncelerini yaşayan ve sonsuzlu­ğun arayışına yönelen insanın bu tecrübelerinin onun dinî yaşantı ile de doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Öyle ki, hemen bütün büyük din­ler, insanın bu sonlu varoluşsal konumundan kurtuluş ihtiyacına bir cevap oluşturma eğiliminde olmuşlardır. Nitekim, birçok büyük din­lerde, bu ihtiyaca cevap teşkil etmek üzere “kurtuluş” (soteriyoloji) öğretilerine ve “kurtarıcı” şahsiyetlere, aracılara, öncülere, haleflere, muhaliflere, vb. tiplere ve bunlarla ilgili inanç ve olgulara sıklıkla


rastlanmakta oluşu kayda değerdir. İşte bu şekildedir ki, meselâ Gnos- tisizm, Budizm, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet’in bir dizi kurta­rıcı şahsiyetleri ve bunlarla ilişkili inanç ve öğretileri mevcuttur. Esa­sen, evrensel büyük dinlerin dışında, “ilkel” kategorisinde değerlen­dirilen dinlerin de birçok kurtarıcı figürlere sahip olduğu görülmek­tedir. Meselâ Tlingitler, Algonkinler, Perulular ve Polinezyahların bu tür birçok kurtarıcı figürlerinin bulunduğu bilinmektedir. İlkel top- lumlardaki bu kurtarıcılar, mahrumiyet ve talihsizlikten kurtaran bi­rer “liberatör” olabildikleri gibi, ferahlatıcı, yardım edici yahut ölüm­süzlüğe kavuşturucu rollerini de üstlenebilmekte dirler. Bir kısım tari­hî dinler, mitolojik kurtarıcı figürlerine yer veriyorlar. Eski Mısır, Asur ve Hint dinlerinde bunun örnekleri mevcuttur. Böylece, Oziris, Marduk, Temmuz, Adonis, Vişnu, Krişna, Şiva… gibi kutsallıklar, her şeyden önce mitolojik kurtarıcılar çehresi altında karşımıza çıkmakta­dırlar. Öte yandan, büyük din kurucularının hemen herbiri, kendi ümmetleri tarafından, şu veya bu şekil altında, ıstırap, günah ve kö­tülükler dünyasından kurtuluş yolunda, İlâhî lütfün aracıları olarak, birer “kurtarıcı” addedilmişlerdir. Böylece meselâ Zerdüşt, Buda, Mani, Jaina, Hz. Isâ ve hattâ Hz. Muhammed birer kurtarıcıdırlar. Hattâ, bu bağlamda Hıristiyanlık gibi, temelde kurtarıcı Mesih inan­cı etrafında şekillenmiş bulunan bir kısım dinler, “kurtuluş dini” de­nilen özel bir kategoriyi dahi oluşturmaktadırlar. Keza, Budizm de, bu anlamda temelde bir tür ıstırap telâkisi ve bundan kurtuluş düşünce­si ya da inancı etrafında şekillenmiş bulunmakla aynı kategoriye da­hil görünmektedir.

Maamafih, insanın dünyadaki ıstırap ve kötülük tecrübelerinden kaynaklandığı anlaşılan kurtuluş düşüncesi, dinin yanı sıra felsefede de özel bir önem ve yere sahip olmuş ve böylece çok çeşitli kurtuluş telâkkilerine dayalı felsefeler ortaya çıkmıştır. Nitekim, bunun belki de en önemli bir tezahür alanını, orada ruhî eğilimlerden ziyade mad­dî ihtiyaçlar ve toplumsal çelişkilerin çok daha önemli bir rol aldığı ve çoğu zaman ütopik bir veçheye bürünmekten kendini kurtarama­yan toplumsal kurtuluş nazariyeleri oluşturmaktadır. Esasen bu so­nuncular, yalnızca nazarî ve ütopik planda kalmamışlar, birçok du­rumlarda onlar, toplumsal eylem ve hareketlere dönüşümün örnekle­rini sunmaktan da geri durmamışlardır. Kayda değer olan hususlar­dan biri de şudur ki, bütün bu düşünce ve hareketler, şu veya bu şe­kilde az çok dinle de ilişkili olmuşlar ve hattâ bir görüşe göre onlar temelde dinden kaynaklanmışlardır.

Öte yandan, dinlerdeki kurtuluş düşüncesi ve inancı, her dinde ve her yerde aynı ölçüde gelişmiş ve kurumlaşmış değildir. Anlaşılan bunda tarihî şartların yanı sıra fizikî durum ve ruhanî yeteneğin önemli bir rolü bulunmaktadır. İşte bu şekildedir ki, meselâ Hıristi­yanlıkta kurtuluş düşüncesi ve inancının oldukça gelişmiş, yaygın, et­kin ve kurumlaşmış olmasına karşılık, eski Yunan ve Roma dinlerin­de, Japonların Şinto dininde ve bir bakıma Yahudilik ve İslâmiyet’te onun nispeten talî bir yer işgal ettiği belirtilebilir. Ancak, durum ve şartlara göre, oralarda da kurtuluş düşüncesi ve inancının bazen ön plana çıkma eğilimi gösterdiğine önemle etmeliyiz. Böylece, eski Yu­nanda Orfizm, Yeni Fisagorcu ve Yeni Eflâtunca hareketler; Yahudilik­teki Apokalitik ve Mistik hareketler, Japon Budizmindeki benzeri olu­şumlar ile İslâmiyet’teki tasavvufî, Şîî ve daha talî olarak Sünnî Meh­di yahut müceddid inancı veya ihyâ ya da reform düşüncesi ve bunla­ra bağlı olarak kendini gösteren kurtuluş hareketleri veya eğilimleri, bu din çevrelerinde de olayın yerine göre oldukça aktif bir biçimde kendini gösterdiğini bize öğretmektedirler.

Anlaşılan, kurtuluş ihtiyacı, arayışı, düşüncesi, inancı ve öğretisi yerine göre engin bir enerji kaynağı oluşturduğundan, uygun dinî, toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel ortamlarda, kendilerini “kutsal” bir misyonla görevli addeden “kurtarıcılar”, etraflarına du­ruma göre az veya çok geniş kitleleri cezbetmek sûretiyle, birçok Di­nî Kurtuluş Hareketleri’ni gerçekleştirmişler; üstelik bu hareketler ço­ğu zaman münhasıren dinî yahut ahlâkî veçhenin ötesinde toplumsal ve siyasal karaktere bürünmekten de geri durmamıştır. Hattâ bazı ör­neklerde, dinî yahut ahlâkî saikler kısmen veya tamamen geri plana itilerek veya hattâ büsbütün ortadan silinerek hareketlerin tam anla­mıyla toplumsal, siyasal ve sosyo-ekonomik şekillere ve ütopyalara dönüştükleri de sıklıkla görülmektedir. Bununla birlikte, belirtmek gerekiyor ki, dinî kurtuluş hareketleri daima kurtarıcı bir Mesih veya Mehdi yahut bir başka karizmatik kurtarıcı kişinin önderliği ve ideali etrafında gerçekleşmemiştir. Kurtarıcılar bazen ilâhlar yahut karizma- tik öncüler veya aracılardan ya da haleflerden ibaret olabildikleri gi­bi, kurtuluş bir ihtiyaç veya düşünce, öğreti, ideal ve hattâ ütopya ola­rak yalnızca nazarî düşünce planında kalabilmekte ve ancak uygun şartlarda ve ortamlarda bunların etrafında şekillenen toplumsal ey­lemler ve hareketler biçimine dönüşerek tezahür edebilmektedirler. Esasen onlar, toplumsal bir kurtuluşu amaçlayabildikleri gibi yerine göre ferdî kurtuluş idealine de yönelebiliyorlar.

Bir toplumsal kurtuluş düşüncesi yahut ideali, sosyal yapıyı yeni­den inşaya yönelik olabildiği gibi onu muhafazaya yönelik de olabili­yor. Böylece, bu düşünce ya da ideal, durum ve şartlara göre, “gele­nekçi” (tradisyonalist), “muhafazakâr” (konservasyonist), “ıslahatçı” (restoratif), “devrimci”, “reformcu”, “ihyacı” yahut “yerlici” (nati- vist), “ütopik”, “mesiyanik”, “ayrılıkçı”, vs. bir hâkim karakteri arz edebiliyor. Her halükârda, sosyolojik olarak, toplumsal kurtuluş dü­şüncesi, ideali ve hareketleri, toplumsal değişim olgu ve süreçleri ile doğrudan ilişkili bulunuyor ve esasen kurtuluş düşüncesi anlaşılan özellikle böylesine hızlı değişim ortamlarında daha aktif görünüm ka­zanarak toplumsal bir eyleme dönüşebiliyor.

Değişimle ilişkisi bakımından ise, bir kurtuluş hareketi, değişime bir tepki3nin anlatımı olabildiği gibi, onunla uzlaşma ve hattâ uygun­luk içerisinde olan yahut onu meşrûlaştıran bir karaktere de bürüne- bilmektedir. Bu bakımdan da, tipolojik açıdan, dinî kurtuluş hareket­lerini çok çeşitli tiplerde ele almak ve tasnif etmek mümkün görün­mektedir. Meselâ H. Desroche onları, şiddet unsuruna yer verip ver­memelerine göre, “şiddetli” ve “pasifist” hareketler şeklindeki iki farklı kategoride değerlendiriyor. Öte yandan Desroche, mesiyanik bir hareketin kişiler, modeller ve bunları birbirine bağlamaya yarayan araçlar olmak üzere üç temel unsura sahip bulunduğunu ifade etmek­te ve sonra da kişileri; tarihî olarak mevcut olanlar, tarihen mevcut ol­mayanlar, ve kişileri yahut kurtarıcıları temsil eden halifeler, öncüler, naipler ve öteki aracı tipler şeklindeki bir kategorileştirmede tipleşti- riyor. Mesiyanik hareketler belli bir modele göre şekillenen yeni bir projeyi içermeleri sebebiyle dinî veya kilisevî, siyasal, sosyo-ekono- mik, ailevî ve cinsiyete müteallik, natürist ve kozmik tiplere bürüne­


biliyorlar. Aynı şeklide onlar, toplumun tamamını veya onunun belli bir bölümünü yeniden şekillendirmeyi amaçlamış olmalarına göre de “makro-milenarizm” ve “mikro-milenarizm” şekillerini alabiliyorlar.[1]

Her halükârda, bir kere kurtuluş geleneği Ibrahimî dinlerde ol­dukça köklü ve yerine göre aktif görünüyor. Bu dünyanın sonunun yakın olduğu şeklindeki kötümser bir “Ahir Zaman” telâkkisi, Kıya­met ve Ahiret inaçları ile sıkı bir biçimde ilişkili olarak, bu “kötü” dünyayı takiben bereket, huzur ve adaletin dopdolu olduğu “yeni bir Dünya” nm yahut bir “altın Çağ”m geleceğine olan inanç ve beklen­tiye imkân vermiş ve böylece orada Mehdîcilik, Mesihçilik yahut La­tince kökten gelme bir terimle “Milenarizm” veya Yunanca bir adlan­dırma ile “Chiliasm” yani “Bin yılcılık” denilen ve Kıyametten önce bin yıl boyunca devam edecek olan bir mutluluk dönemi ümit ve bek­lentisinde şekillenen köklü bir eskatolojik geleneğin kurumlaşmasına tanık olunmuştur.

İşte bu şekildedir ki, Eski Ahid’in peygamberi ve apokalitik ede­biyatında anlatımını bulan ve İsrail kavminin tarihî ve toplumsal tec­rübeleriyle yakından ilişkili olan bir “Yahudi Milenarizmi” geleneği mevcuttur. Esasen, bu gelenek, sadece yazılı dinî litaretüre sıkışıp kal­mamış fakat aynı zamanda tarih içerisinde birçok kurtarıcı figürlerin etrafında oluşan kurtuluş hareketlerine de imkân vermiştir. Öyle ki, Yahudi tarihi, Bar Koşba’da Ze/of’larm şiddet içeren veya Essem lerin pasifist mesihçilik hareketlerinden, Y. yüzyılda Giritli Musa veya VI-

  1. yüzyıldaki Suriyeli Seren yahut İsfahanlı Ebu İsa, yüzyılda Ye- men’de ve İran’da, XIII. yüzyılda Sicilya’da, XVI. yüzyılda Galile’de zuhur eden Yahudi Mesih’lerine ve özellikle de Osmanlı döneminin meşhur Sabatay Sevi’sı veya XIX. yüzyılda Siyonizm ütopyasının for­müle edicisi olan Teodor Herzl veya benzeri bir toplumsal ütopyanın temsilcisi olarak Yeni Kudüs’ün habercisi Moses Hess’e varıncaya ka­dar birçok kurtuluş olgu ve hareketlerini bize sunmaktan geri durma­maktadır. Anlaşılan, Hz. Mûsâ’mn Mısır’dan Çıkış’Yahudi kurtuluş hareketleri için önemli bir temel modeli teşkil ettiğinden, Yahudi Kut­sal Toprağındaki her istilâ yahut karışıklık orada yeni bir düzenin te­sisi beklentisi ile bu tür kurtuluş hareketlerinin zuhuru için uygun bir fırsat ve ortam oluşturmuştur.

Bununla birlikte, İbrahimî dinler arasından özellikle Hıristiyanlık­ta bu gelenek çok daha güçlü ve yaygındır. Bu bakımdan da Hıristi­yanlık, tarihi boyunca çok çeşitli kurtuluş hareketlerinin oluşumuna imkân vermiş bulunmaktadır. Anlaşılan ilk dönemin Hıristiyanları arasında Hz. Isâ’nın yeniden dönüşü inancının önemli bir yeri mev­cuttur. Bu inanç takip eden dönemlerde birçok mesianik ve milenarist Hıristiyan hareketler için dinamik ve yaratıcı bir kaynak oluşturmuş­tur. Böylece zamanla yerleşip oturan Kilise düzeninin içinden onu güçlendirmek veya ona karşı ayrılıkçı veya reformcu tavırlar sergile­yen çok çeşitli mesiyanik ve milenarist hareketler ve oluşumlara tanık olunmuştur. Meselâ Orta Çağda onun “imparatorluk”, “haçlı” ve “popüler” tiplerine rastlanmaktadır. Şarlman efsanesi ve kültü, dün­yanın sonunda ideal bir imparator paradigmasının hükümranlığı bek­lentisini modellendirmiş bulunmaktadır. Haçlı Seferlerinin bir ölçüde eskatolojik faktörlerden kaynaklandığı görülmektedir. Nihayet Orta Çağ Hıristiyanlık tarihi halk düzeyinde çok çeşitli dinî kurtuluş hare­ketlerinin oluşumuna imkân vermiş bulunmaktadır. Anlaşılan bu olaylar ile, Orta Çağ boyunca Batıda hakim olan sosyal, ekonomik, si­yasal, kültürel ve dinî durum ve değişimlerin veya beklentilerin önemli ilişkisi bulunmaktadır.

İngiltere, hem zelot ve hem de pasifist milenarizm hareketlerine tanık olmuştur. Beşinci Monarşinin Adamları (Fifth Monarchy Men) Püritanizmin zelotlarınm en tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Dig- gers hareketi ise İngiltere’deki pasifist dinî kurtuluşun en tipik bir temsilcisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan, Katolik Kilisesi­nin kendi mesiyanik geleneği mevcuttur. Bu gelenek özellikle Latin Amerika’da tipik temsilcilerini bulmuştur. Orada birçok durumlarda Katolik inanç ve idealler yahut modeller ile yerlilerin birbirine karış­mış olması kayda değerdir. XVII-XIX. yüzyıllar, Protestan Kuzey Amerika’da, birçok mesiyanik ve millenarist hareketlere tanık oldu­lar. Bunlardan bir bölümü Avrupanın sömürgeleştirme eğilimlerine karşı yerli kabilelerin tepkilerini yansıtıyorlar. Ötekiler, Avrupalı göç­menlerin arasından çıkmış oluşumlardır. Böylece, meselâ Adventist- ler, Mormonlar, Quakef lar gibi Protestan cemâatin arasından birçok messianik kurtarıcılar çıktılar ve önemli milenarist hareket ve olu­şumlara imkân verdiler. Slavlar ve özellikle de Ruslar ve PolonyalIla­rın arasında da kayda değer mesiyanik ve milenarist hareketler göz­lendi. Keza Fransız Devrimi de önemli mesiyanik eğilim ve oluşumla­ra kaynaklık yahut modellik yapmış bulunuyor. Devrim sonrası Fran­sa’sı başta olmak üzere ve ünlü St. Simon’un mesiyanik Yeni Hıristi­yanlık hareketinde gözlendiği üzere Modern dönem, birçok yarı dinî yarı lâik mesiyanik proje ve ütopyalar ve bunlara göre oluşan akım ve hareketlerin zuhuruna tanık oldu. Radikal Jansenizm ise Jüdeo-Kreti- yen (Yahudi-Hıristiyan) mesiyanik oluşumlara imkân verdi. Böylece, Hıristiyan Batı tarihi, başlangıçlarından günümüze kadar sayıları bin­leri bulan mesiyanik ve milenarist hareketlere tanık oldu ve hattâ za­manımızda olmaya devam ediyor.

Modern dönemde Üçüncü Dünya (Tiers Monde) olarak adlandırı­lan bölgelerde de önemli mesiyanik hareketler kendini göstermiş bu­lunmaktadır. Bunlardan Okaynusya bölgesi, dinî kurtuluş hareketleri içerisinde “Kargo Kültler” adh altında özel bir yer işgal eden bir tipin zuhuruna imkân vermiş bulunmaktadır. Bu isim altında, Okyanus­ya’nın muhtelif yerlerinde yerli kurtarıcı önderler öncülüğünde orta­ya çıkan ve Avrupalı sömürgecilere karşı yerli ataların onları sömür­geci beyazlardan kurtarmak üzere uçaklar ve gemilerle kargolar gön­derdikleri ve bir gün onları kurtarmak üzere geri dönecekleri inancı ve bu amaçla Avrupalılara karşı ortaya koymaya çağrıldıkları ve içeri­sinde bir dizi yerli inanç ve ibadet unsurlarını bulunduran tepkisel inanış ve davranış etrafında oluşan mahallî yeni kurtuluş kültleri kast edilmektedir. Anlaşılan yüzyılımızda II. Dünya Savaşı, yörede bu ha­reketlerin yeni bir canlanışına imkân vermiş bulunmaktadır. Öyle ki, Japon istilâsı, Amerikalıların karşı hücûmu ve bu arada birçok askerî birliklerin adalara şevki ve yerli halkla teması, modern Batı teknolo­jisinin oralara ulaşması gibi faktörler, kargo kültlerin tüm Okyanusya adalarında yayılmalarına ortam hazırlamış bulunmaktadır. Kargo kültlerin en eskilerinden biri Hollanda Yeni Gine’sinde XIX. yüzyılın ortalarında zuhur eden Mansren hareketidir. Hareket aslında Yeni Gi­ne’nin çok eski bir ulûhiyetinin kültünün bir tür yeniden canlanışını temsil etmektedir. Bu ulûhiyet adına, kendilerine “Konor” denilen el­çiler yahut kurtarıcılar birçok kurtuluş hareketinin oluşumuna önder­lik ettiler. XX. yüzyılda bunlara yenileri eklendiler. Meselâ, yarı ger­çek yarı efsanevî bir şahsiyet olan John Frum’ün hareketi bunun en ti­pik bir örneğini teşkil etmektedir.[2]

  1. Barrett, Aşağı Sahra Afrika’sında, çoğu mesiyanik ve milenarist bir karakter arz eden 6000’den fazla dinî hareketin varlığından söz et­mektedir. Bunların pek çoğu orada Avrupalılarm giriştikleri sömürge­ci ve misyoner hareketlere paralel olarak gelişmişlerdir ve genellikle Hıristiyan mesiyanik ve milenarist temalara sahiptirler. Ancak onlar aynı zamanda Avrupa’nın sömürgeciliği ve misyoner faaliyetlerine karşı bir tepkiyi de tipik bir biçimde dile getirmektedirler. Kongo, Ro­dezya, Angola gibi ülkeler XIX. ve XX. yüzyıllarda bu tür birçok “Si­yah Mesih”lere tanık oldu. Meselâ 1921 ’de Mesihliğini ilân eden ve 1951 yılında hapiste ölen Simon Kimbangu veya Nkatnba’nın hare­ketleri bunun tipik örneklerini oluşturmaktadır. Bu hareketler, onla­rın tilmizleri tarafından sürdürülmektedir.

Latin Amerika ve özellikle de Kuzey-Doğu Brezilya mesiyanik ve milenarist kurtuluş hareketleri İçin âdeta bir rezervuar oluşturmuş bu­lunmaktadır. Canudos hareketi belki de bunların en spektaküler ola­nıdır ve XX. yüzyılın hemen başlarında kendini göstermiştir. Şiddeti seçen bu hareketin aksine Parde Cicero’nun mesiyanizmi başlangıçta yetkililerle barışçıl ilişkilere dayalı pasifist bir kurtuluş hareketi ol­muştur. Maria de Queiroz’un mesiyanizmi ise şiddete dayalı bir kutsal Savaş’ın en tipik bir başka örneğini teşkil etmektedir. Sadece Brezil­ya’da yahut bütün bir Latin Amerika’da değil fakat Kuzey Amerika’da da önemli mesiyanik oluşumlar kendini göstermiş bulunmaktadır. Meselâ, XIX. yüzyılın sonunda Kanada’da ortaya çıkan melez Louis Riel’m mesiyanizmi buna tipik bir örnek oluşturmaktadır. Eskimo’la- rın arasında da en azından yarım düzine mesianik hareketin zuhur et­tiği bilinmektedir.

Burada Hintli, Çinli, Tibetli, Moğol, Koreli, vs. mesiyanik hare­ketler üzerinde duracak değiliz. Ancak, insanlığın dinî tarihinin çok eski dönemlerinden itibaren dinî kurtuluş hareketlerinin örneklerine rastladığımızı önemle belirtmeliyiz. Hakikaten, Sümer ve Babil din ta­rihi bunun ilk örneklerini bize vermektedir ve hattâ bir görüşe göre bu inanç M. Ö. 2000 yıllarında oradan Mısır’a geçmiştir. Ancak ya­yılma nazariyesinin yanı sıra türeme nazariyesi bu olayların her top­lum, kültür ve medeniyetin kendi şartlarında ortaya çıkıp geliştiğini varsayıyor. İşte bu şekildedir ki, meselâ meşhur İslâm bilgini İbn Haldûn, İslâm dünyasındaki Mehdî hareketlerinin başlangıcını Dört Halife Döneminin sonundaki iç savaşın doğurduğu bunalımlı karma­şık ortama bağlıyor. Hinduizm kendi kurtarıcı “kalki” tasavvuru ve kurtuluş düşüncesi ve geleneğine sahip bulunuyor. Keza Budizm de kendi zaman tasavvuru çerçevesine “avatar” kavramında şekillenen kurtarıcı “Maitreya” geleneğini bize sunuyor. Anlaşılan bir kısım kül­türler kurtarıcının zuhurunu devrî zaman telâkkisi çerçevesinde algı­larken ötekiler meseleyi doğrusal zaman telâkisinde formüle etmişler­dir. Böylece Zerdüştlük, Taoizm, Kofüçyanizm, vd. kendi kurtarıcı te­lâkilerini ortaya koydular. Anlaşılan bütün bu ve benzeri şekilleri al­tında kurtuluş kavramı ve onun fenomenolojik tezahürleri evrensel bir mahiyeti haizdir.

Nitekim, İbrahimî dinlerin önemli bir örneğini oluşturan İslâmi­yet’in de bu tür oluşumlara sahne olmaktan geri durmadığını ve böy­lece İslâm dünyasının da başlangıç dönemlerinden itibaren tipik kur­tuluş hareketlerine tanık olduğunu önemle ve ısrarla belirtmeliyiz. Böylece, İslâmiyet’te Mehdi inancı ve buna bağlı olarak ortaya çıkmış bulunan oluşumlar, bu tür kurtuluş hareketlerinin tipik örneklerini bize sunmaktadırlar. İslâm dünyasında bugüne kadar ortaya çıkmış bulunan Mehdî’lerin tam bir listesini vermek belki de imkânsızdır. Ancak Mehdî’nin zuhuruna dair hadisler bunun İslâm’ın ilk dönem­lerine uzandığını göstermektedir. Meselâ bir hadiste Hz. Peygamber, “kendisinden sonra halifeler, emirler ve sultanların geleceğini, sonra da kendi soyundan bir Mehdi’nin zuhur edeceğini, bu esnada dünya­nın zulüm ve adaletsizlikle dolu olacağını ve Mehdî’nin orada tekrar adaleti hâkim kılacağını” haber veriyor. Anlaşılan İslâm dünyasında

Sünnîliğe karşı iki temel tepkisel oluşumu temsil eden Şiîlik ve Tasav­vuf, dünyanın sonunda ortaya çıkarak Allah’ı tanımayanların karşısı­na dikileceği, dünyayı adaletle dolduracağı ve İslâm’ın üstünlüğünü yeniden kuracağı inançlarına yer veren Mehdî beklentilerinin gelişip kurumlaşması için en uygun ortamı oluşturmuşlardır. Fazlurrahman, özellikle Şîîlik’teki Mehdî nazariyesi üzerinde Hıristiyanî etkilerden söz ediyor Anlaşılan, İslâm’ın siyasî hayatını kontrolde başarısızlığa uğrayan Şîîlik, daha VII. yüzyılın sonunda Mebdî-i Muntazar fikrini geliştirmiştir. Şîî telâkkilerle beslenen Mehdî inancı tasavvufta da ge­niş bir yer tutmuş, Sünnî Kelâm kitaplarında resmen yer almamakla birlikte, anlaşılan zamanla Hz. İsâ’nm dünyanın sonuna doğru ikinci gelişi inancı ile karışarak, halk katlarında daima canlı bir yer edinme­yi başarmıştır.[3] Öyle ki, Mehdî öncesi devir ve bunun belirtileri, Mehdî’nin alâmetleri, zuhuru ve faaliyetleri, ondan sonraki dönem ile ilgili inanç ve tasavvurlar halk kültürünün yanı sıra literatürde de za­manla geniş bir yer tutmayı başarmışlardır. Anlaşılan başta Şîîler ol­mak üzere İslâm dünyasında zaman içerisinde birçok kişiler Mehdî unvanını alarak faaliyetlerde bulundular veya onun öncüsü, vekili, halefi, vs. addedildiler.

İslâm dünyasında, ilk olarak 701 de vefat eden Muhammed b. el- Hanefiye’ye Mehdî unvanının verildiği anlaşılmaktadır. Ondan sonra Muhammed el-Bâkır, Muhammed b. Abdullah, Abdullah b. Muâviye, Ca‘fer es-Sâdık, Ebû Müslim, İsmail b. Cajer es-Sâdtk, Muhammed b. İsmail, Mûsâ Kâzım, Muhammed b. Ebu’l-Hasan el-Askerî… Mehdî addedildiler. 1023 de vefat eden Fatımî halifesi el-Hakim, hulûl inan­cına dayalı Mehdîlik anlayışı ile bu konuda en tipik bir örnektir. Onun tilmizlerinden Hamza, el-Ahrem, vd. Mısır’da halk arasında bu yolda faaliyetlerde bulundular. Şiî ve tasavvufî çevrelerin yanı sıra Sünnî çevrelerden de bu unvanla faaliyet gösteren veya öyle addedi­len yahut onun vekili ya da halifesi sayılanların örneklerini modern dönemde dahi görmekteyiz. Meselâ, XII. yüzyılda Kuzey Afrika’da Mehdî İbn Tumert (Ölm. 1130) şüphesiz bu çizgide en kayda değer tipik bir örneği oluşturmaktadır. Napolyon’un Mısır seferi sırasında onun top güllerinden etkilenmediğini öne süren bir Mehdî’nin faali­yet gösterdiğini gözlemekteyiz. XIX. yüzyılda, Kuzey Afrika’da Kâbi- lîler arasında Fransız işgaline karşı direnmek üzere faaliyet icra eden bir Mehdî örneğine tanık olunmuştur. Aynı yüzyılda Sudan Mehdisi olarak anılan Muhammed b. Abdullah’ın İngiliz işgal kuvvetlerine karşı direnci meşhurdur. Hollanda’nın Cava’daki sömürgeci faaliyet­lerine karşı XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Mehdî veya onun halifesi un­vanı ile bir mukavemet hareketlerine tanık olunmuştur. Kuzey Hin­distan, Endonezya ve hattâ Anadolu, dünyayı yenileyecek bir Mehdî veya her yüz yılda bir dini ihya edecek bir Müceddid beklentilerine yer veren inanç ve olgular için, tarihleri boyunca çok uygun ortamlar oluşturdular. Meselâ Hindistan’da İmam Rabbanf nin Müceddid-i El- fi Sanî {İkinci Bin Yılın Yenileyicisi) unvanını aldığı ve oradan bu ge­leneğin Müceddidî Nakşibendîliği aracılığı ile İslâm dünyasının her ta­rafına ve bu arada Türkiye’ye uzandığı ve köklü bir biçimde yer tut­tuğu bilinmektedir. İslâm dünyasında dinî kurtuluşun diğer önemli bir tezahürü olarak “ihya” hareketlerinin varlığına da işaret etmek ge­rekir. Dinî yenileştirme bağlamında Gazâlî bu adla anılan meşhur ese­ri nedeniyle “Müceddid” unvanına lâyık görülmüştür. Bir bakıma mo­dern dönemdeki modernist, reformist, yeni modernist, Selefiyyeci ve hattâ fundamentalist hareketleri de aynı çizgide değerlendirmek uy­gun düşebilir.

Her halükârda, Selçuklular döneminde Moğol istilâsının hemen öncesindeki meşhur Babaîler Kıyamı, dinî-toplumsal-siyasal nitelikli bir kurtuluş hareketinin Anadolu’daki ilk ve en tipik bir örneğidir. Osmanlı dönemi de bu konuda bize çok çeşitli örnekler sunuyor. Şüphesiz bu çerçevede “Şeyh Bedreddin olayı” kayda değerdir ve an­laşılan gerçekte o Babailer olayının Anadolu’daki tipik bir uzantısı veya en azından benzeridir. Osmanlı dönemi ile ilgili bir çalışmadan orada yetmişi aşkın benzeri olayın vukû bulduğunu öğrenmekteyiz.[4] Şüphesiz derinliğine araştırmalar aslında sırf bu dönemde dahi ger­çekte onların sayısının çok daha fazla olduğunu gösterecektir. Esasen olgusal planda süreç bugün de bir şekilde varlığını sürdürmektedir ve biz maalesef meselâ tarihî perspektiften konunun İslâm dünyasında­ki yahut münhasıren Türk dünyası ve hattâ Anadolu’daki memnuni­yet verici “olgusal” (fenomenolojik) bir tespitine henüz sahip değiliz. Bu yapıldıktan sonra, belki olay dinî, tarihî, psikolojik, sosyolojik, si­yasal, ekonomik, kültürel, vb. çok çeşitli yönleri ile araştırılabilecek ve daha sonra da o, bütün dünyadaki benzerleri ile karşılaştırılmak sûretiyle derinliğine ve sistematik bilimsel çözümlemelere tâbi tutu­labilecektir.

Gerçi, aslında bu konuya şimdiye kadar birçok yönlerden yakla­şılmıştır. Böylece konu tarihî, psikolojik ve hattâ psiko-analitik bakış açılarından incelemeye tâbi tutulmuştur. Keza, sosyolojik bakımdan da konuya birçok yönlerden yaklaşılmış bulunuluyor. Ancak bunların yeterli olmadıkları da açıktır. Her hâlükârda biz şimdilik meselenin iki temel nazariye çerçevesinde sosyolojik açıklamaya sahne olduğu­nu belirterek bu konuyu tamamlayabiliriz. Bunlardan birisi, yukarıda birkaç defa temas ve işaret edilmiş bulunan “yoksunluk nazariye- sf’dir. Buna göre dinî kurtuluş hareketleri sosyo-ekonomik statü, ser­vet, güvenlik, onur gibi mahrumiyetlerin ve toplumsal çelişkilerin do­ruğa ulaştığı “toplumsal bunalım dönemlerinde ortaya çıkmaktadır­lar. Bu çerçevede anlaşılan “kültür ve medeniyet değişiklikleri” bu tür bunalımlar için çok uygun ortamlar yaratmaktadırlar. Nitekim konu ile ilgili olarak geliştirilmiş bulunan ikinci teori böylesine bir “değişim ortamındaki kültürel temaslar ve medeniyet değişmeleri” üzerine odaklanmış bulunmaktadır. Hakîm bir kültür yahut medeniyet kendi­sinden daha az güçlü ve pasif bir medeniyetle temasa gelince, orada kendisine benzetme yolunda önemli değişimi de başlatmaktadır. Ni­tekim, modern dönemde Batı kültürü ve medeniyetinin gittiği her yerde bu sürecin ortaya çıkışına tanık olunmaktadır. Zaten olay, bu çalışmada birçok defalar işaret edildiği üzere, dünya ölçüsündeki bo­yutlara ulaşmış bulunmaktadır. Böylece, tüm dünya çapında son bir­kaç yüzyıl içerisinde önemli değişimler ve tabiidir ki bunlara tepkiler de ortaya çıkmıştır. Nitekim, anlaşılan dinî kurtuluş hareketlerinin önemli bir bölümü, Kargo Kültler örneğinde görüldüğü üzere böyle- sine bir temas ve değişim bağlamındaki bir toplumsal, kültürel ve ma­nevî tepki hareketinin ürünüdürler.

Bununla birlikte, bu tür temas, değişim yahut toplumsal çelişki ve bunalımların ortaya çıktığı her ortamda kurtuluş hareketlerinin de zorunlu olarak zuhur edeceği kesin sonucunu çıkarmak da her zaman için mümkün olmamaktadır. Anlaşılan böylesine çelişki ve kriz ortam­larının yanı sıra olaya başka birçok dinî ve kültürel etkenler de olum­lu veya olumsuz yönde karışmaktadır. Böylece, anlaşılan belli dinî, kültürel ve toplumsal yapılar ötekilere nispetle olaya daha müsait gö­rünmektedirler. Şüphesiz karizmatik bir şahsiyetin varlığı ve önderli­ği de çok büyük önem arz etmektedir. Cinsiyet bakımından kadınla­rın arasından bu tür tiplerin zuhuru daha nadirdir. Öte yandan kast sistemi gibi oldukça katı toplumsal yapılar da bu tür olaylara pek uy­gun görünmüyorlar. Buna karşılık seyyal ve toplumsal hareketliliğin çok hızlı olduğu toplumlar yahut çevreler anlaşılan olaya daha duyar- lıdır. Şüphesiz konu ile ilgili dinî ve kültürel köklü bir inanış ve gele­neğin var olup olmaması da çok önem taşımaktadır. Her hâlükârda olayda durum ve şartlara göre çok çeşitli etmenler rol almaktadır. Bu bakımdan da, olguları, genel birtakım nazariyelere oturtarak çözüm­lemek yerine bir ölçüde kendi özel durum ve şartları çerçevesinde de­ğerlendirmek yerinde olacaktır. Bu konuda yeterince çaba gösterdik­ten sonra, belki de onları daha geniş ve sistematik yeni çerçevelere oturtmak ve sonra da “disiplinlerarası” yaklaşımla daha sağlıklı ve sis­tematik çözümlemeye almak mümkün olabilecektir.[5]


[1]  Bk.: H. Desroche, Sociologie de l’Esperence, Paris: Calman-Levi, 1973, s. 116- 130.

[2]  Kargo kültler konusunda özellikle bk.: K. Burridge, New Haven New Earth. AStudy of Millenarian Activities, Oxford: Basıl Blackwell, 1971.

[3]  Fazlurrahman, İslâm, (Çev. M. Aydın, M. Dağ), Ankara, Selçuk Yay., 1992, s. 185-186.

[4]   A. Coşkun, Osmanlı Dönemi Dinî Kurtuluş Hareketleri Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, İstanbul, 1996 (Basılmamış Doktora Tezi).

[5]    Dinî kurtuluş hareketleri konusunda çok geniş bir literatür mevcuttur. Ancak bunların çoğu yabancı dilde kaleme alınmış bulunmaktadır. Burada sadece bel­li başlı birkaç çalışmaya işaret etmekle yetinilecektir: E. Sarıkçıoğlu, Dinlerde . Mehdî Tasavvurları, Samsun, 1997; H. Desroche, Socologie de l’Esperance; Dieux d’Hommes. Dictionnaire des Messianisismes et Millenarism de l’Ere Cbretienne, La haye, Paris: Mouton, 1969.H. Schvvartz, “MillenarianismÇ Encyclopedia of Religion, C. IX, New York, 1987, s. 521-532 den (Çev. A. Coşkun), 19s.; J. Wach, “Dinde ve Felsefede Kurtuluş Düşüncesi”, întroducti- on to tbe History of Religions, s. 169-187 den (Çev. A. Coşkun), lOs; G. Du- veau, Sociologie de VUtopie, Paris: PUF, 1961.

İlgili Makaleler