Din ve Toplum

Dinî Grupların Seküler Tabakalaşması

Dinî Grupların Seküler Tabakalaşması

Her ne kadar tabakalaşma ile din arasındaki ilişkiyi, dinin toplumda mevcut olan toplumsal katmanları meşrulaştırma işlevi gördüğü tezi ile açıklamak genel olarak kabul görmüş bir durum ise de din ile toplumsal tabakalaşma arasında bundan farklı ilişki biçimlerinin var olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Batı’da di­nin kendi içindeki hiyerarşik yapısına odaklanan klasik tezleri ve klasik sosyolojik tabakalaşma teorilerini bir kenara bırakarak, Batı toplumlarına yeni bir gözle bak­tığımızda, seküler toplumlarda dahi dinin tabakalaşmaya etkilerini gözlemleyebili­riz. Dolayısıyla, Batı toplumlarında tabakalaşmanın ya sınıf temelli ve çatışmacı ya da statü ve benzeri toplumsal konumlardan yola çıkan uzlaşmacı veya bunların bir sentezi biçimindeki temel görüşleri yeniden gözden geçirmek gerekip gerekmedi­ği sorusu ortaya çıkmaktadır. Bunlarla birlikte ve aynı toplumsal mekânda, dinî gruplar da toplumsal tabakalaşmaya katkı sunabilmektedirler.

Nasıl ki Hint toplumu dinin ya da inancın meşruluğunu sağladığı bir kast siste­minin en yetkin örneği ise Hollanda toplumu da seküler bir ortamda kastvari bir katmanlaşmanm dinî grupları da içerecek bir şekilde seküler bir tabakalaşmasının en yetkin örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hollanda’yı seküler bir ortamda böylesi yetkin bir dinî grupları içeren tabaka­laşma örneği kılan mesele, onun “sütunlaşma” (Hollandacada “verzuiling; îngiliz- cede “pillarization”) denilen bir toplumsal katmanlaşmaya sahip olmasıdır. “Sütun­laşma”, aynı zamanda “toplumsal yapı” ve “toplumsal değişme” konuları ile bunla­rın din ile ilişkilerini gösterme anlamında da iyi bir örnektir.

“Sütunlaşma”, Hollanda için, temelde farklı hayat tarzlarının kabulüne dayalı geniş bir uzlaşma olarak tanımlanmaktadır. Farklı hayat tarzları derken kastedilen ise ülkedeki iki büyük dinî grup olan Protestanlar ve Katolikler ile bunların dışm- da, daha çok siyasal anlamlar içeren sosyalist ve liberallerdir.

 

“Sütunlaşma” konusunda çalışan birçok sosyal bilimciye göre sütunlaşmanm başlangıcı, ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar uzanmaktadır. Dolayısıyla sü­tunlaşma, Hollanda’nın modern toplum olma yolunda ilerlerken kendisini nasıl bir yapı içinde yeniden kurduğunu da sunan bir toplumsal tabakalaşma biçimdir. Sü­tunlaşmanm arkasında yatan amiller arasında ise daha fazla taraftar bulan iki ne­den önplana çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi, sütunlaşmanm, Hollanda’nın bö­lünmüşlüğüne karşı bir önlem olarak geliştirildiği fikridir. Buna göre, 7. yüzyılda Katolikleşen ülkede Protestanlığın ortaya çıkışıyla birlikte hatırı sayılır bir kesimin bu mezhebi benimsemeye başlaması, ülkeyi bir bölünmeyle karşı karşıya bırak­mıştır. Çünkü ülke nüfusunun önemli bir biçimde Protestanlaşması, o dönemde idari bünyesi içinde yer aldığı Katolik İspanya’nın tepkisiyle karşılanmıştır. Protes­tan kesimin, İspanya’nın etkisinden kurtulmak için giriştiği bağımsızlık mücadele­si, ülkede “din savaşları” tehlikesini de beraberinde getirmiştir. Ancak, Orangeli William (William van Orange) yönetimindeki Protestanlar, 10 yıllık bir savaştan sonra, “Din Barışı” adı altında imzalanan bir anlaşmayla, Katolikleri de yanlarına çekmiş ve İspanyollara karşı bağımsızlığın ilan edilmesini bu şekilde sağlanmıştır. Hollanda’nın “millî rengi” olan “portakal” (orange), William’a ait olan “orange” sı­fatından kaynaklanmaktadır. William van Orange, hâlen bir kraliyet olan ülkenin, simgesel olarak da olsa başında bulunan kraliyet ailesinin atası olarak da dikkat çekmektedir. William’ın Katolikler ile Protestanları bu şekilde birleştirmesi, sütun­laşmanm ilk nüvesi olarak görülmektedir.

\ DİKKAT     Avrupa’da Protestan ülkeler hâlen krallıkla yönetilmektedir. Bunun en büyük nedeni, Protestanlığın seküler yönetimleri benimseyen, merkezi olmayan kilise örgütlenmesine sahip olmasıdır.

Ancak sütunlaşmanm şekillenmesinde, özellikle sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni toplum katmanlarının da devreye girmesi rol oynamıştır. Burada amaç, sanayileşen toplum katmanları karşısında bir anlamda kendilerini azınlıkta hisse­den küçük esnafın korunmasıdır. Özellikle Katolikler ile “kleine luyden” (küçük esnaf) adı verilen Protestan kökenli küçük tüccarın, işçinin ve çiftçinin “özgürleş- mesi”nin sağlanması için sütunlaşma elzem olarak görülmüştür. Dolayısıyla bütün bu değişik toplum katmanlarının bir arada yaşaması için toplumsal bir mutabaka­tın devreye sokulması gerekmiştir.

Nihayette, Hollanda “ulus’unun dört ayrı “sütun”dan oluştuğu kabulüne dayalı bu mutabakatta, her bir grup bir diğeriyle ilişkiye girmek zorunda kalmadan ken­di kurumlarını kendi kaynaklarıyla oluşturma hakkını elde etmiş ve toplum içinde ayrı bir tabaka hâline gelmiştir.

Sütunlaşmayı oluşturan temel sütunlar:

Seküler bir tabakalaşma içinde dinî ve din dışı gruplar dört ayrı sütun oluşturur.

Bunlar:

  1. Protestanlar
  2. Katolikler
  3. Liberaller
  4. Sosyalistler ve sosyal demokratlardır.

Ulusu kuran temel direkler olarak benimsenen bu “sütun”lar da iki dinî grup olan Katolikler ve Protestanlar ile iki siyasal grup olan sosyalistler ve liberallerdir.

Ülkenin kuzeyinde yaşayan ve “azınlık” statüsüne sahip olan, dolayısıyla kendi dil­lerini konuşma hakkını ellerinde tutan, bağımsızlaşarak ayrı bir devlet oluşturma talepleri dönem dönem gündeme gelen “Fris” halkı ile ülkede belirli bir nüfusa sa­hip Yahudilere ise bu mutabakatta yer verilmemiştir.

Çeşitli hayat tarzlarının ve inançların birlikte yaşamasına dayalı bu mutabakat­ta, her bir “sütun”un, kendi okulunu, hastanesini, radyosunu-gazetesini-TV’sini, sendikasını, siyasal partisini hatta dükkânlarını kurma hakkında sahip olması nor­mal karşılanmakta hatta teşvik edilmektedir. Böylece ülkede örneğin Katolik ya da Protestan hastaneler kurulabilmiştir. Bir Protestan, yakınında olsa da bir Katolik hastaneye değil, daha uzakta olan Protestan hastaneyi tercih etmekte; hastaneler­de çalışan personel için Katolik ya da Protestan eğitim kurumları oluşturulmakta­dır. Burada amaç, her bir sütunun alt katmanlarının, birbirleriyle ilişkiye girmek zorunda kalmadan ve birbirini rahatsız etmeden ülkede yaşayabilmesini mümkün kılmaktır. Her bir sütunun üst katmanları ya da liderleri ise sütunlar arasındaki mu­tabakatın devam etmesi için sürekli olarak iletişim içinde kalmakta ve bu çerçeve­de bir ilişki ağı oluşturulmaktadır. Böyle bir yapının sürdürülebilmesi için “güçlü liderler”e gereksinim duyulur.

Dolayısıyla Hollanda’nın sergilediği model, bir “kaynaşma”yı içermeyen, süreç içinde her bir “sütun”un kendi “elit”ini ve “network”unu kurduğu bir “uluslaşma” ve “modernleşme” sürecidir. Sütunlaşma, toplum katmanlarının “birlikte ama te­mas etmeden yaşama” modelidir.

Bu modelde “din” ya da “dinî gruplar”ın bir biçimde belirli bir önemi de haiz­dir. Her şeyden önce Reformasyondan beri devlet kilisesine bağlı olmayan dinî grupların siyasal bağlılığıyla ilgili bir problem vardı. Bu problem, dinî kimliğin de­ğil millî kimliğin siyasal bağlılığın temeli olduğu ulus-devlette, büyük oranda çö­züldü. Sekülerleşme teorileri, bunun dinin özelleşmesini de içereceğini varsaydı ancak bu öngörü gerçekleşmedi. Din, toplumsal ve siyasal örgütlenme için önem­li kalmayı sürdürdü. Hollanda “sütunlaşma” örneğinde, dinî ve ideolojik karşıtlık­ların pasifleştirilmesini ama ayrıca çoğulcu bir topluma katılım modelini buluruz. Burada “sütunlaşma”yla birlikte öngörülen başka bir hedefin varlığı dikkatimizi çekmektedir. O da dinî grupların öncelikle “pasifleştirilmesi”, bu yolla “demokra­tikleştirilmesi” ve sonuçta “özgürleştirilmesi”dir (emansipasyon).

Sütunlaşmada, kast sisteminde olduğu gibi, birtakım kurallar veya sütunlar ara­sı sınırlar fazla keskin değildir. Asıl mesele, seküler ve çoğulcu bir toplumda, çe­şitli siyasal gruplar yanında dinî grupların da Hollanda toplumunun “yapı”sını boz­mayacak şekilde birbirleriyle birlikte yaşamasının sağlanmasıdır. Birbirleriyle ge­çinmesi zor olan Katolikler ve Protestanlar (liberaller ve sosyalistlerle birlikte), böylece, aynı toplum altında ama kendi özel ilişkilerini de sürdürebilecekleri bir şekilde bir arada bulunabilmektedir. Her grup kendi toplumsal mekanizmalarına sahip olsalar da, aynı toplumda yaşadıklarını bilerek yaşamaktadırlar.

Sütunlaşma sisteminin özellikle 1960’lı yıllardan itibaren çözülmeye başladığı iddia edilse de esas çözülmenin özellikle 90’larla birlikte başladığını ileri süren si­yaset bilimciler de bulunuyor. 1960’lar Hollanda toplumunun göç almaya başladı­ğı bir dönem iken 1990’lar ise göçmenlerin Hollanda toplumuna entegre edilmele­ri sorununun ortaya çıktığı bir dönemdir. Dolayısıyla göçmenlerle birlikte toplum­sal yapıda da değişmeler olmuştur. Ancak aynı dönem aynı zamanda Hollanda toplumunda toplumsal hareketliliğin de arttığı bir dönemdir.

Göçmenlerin toplum içinde tartışılmaya başlanması, özellikle Müslüman köken­li göçmenlerin ayrı bir “sütun” oluşturup oluşturamayacakları tartışmasını da bera­
berinde getirmiştir. Ancak bu tartışmalar, Hollanda’da sütunlaşmanm etkileri azal­dıktan ve genelde büyük kentlerde (evlilik; kendi sütunundan olmayanla toplum­sal ya da özel ilişkiler kurma; hastane ve okul gibi kamu hizmeti yapan kurumların sadece kendi sütununa değil, genele hizmet verir hâle gelmesi gibi) sütunlararası ilişkilerin artmasıyla ortaya çıkan yeni toplumsal duruma da bir nevi tepkiydi. Her ne kadar bu tepkilerde sütunların tarihten gelen etkiler şöyle ya da böyle hissedile- biliyorduysa da asıl önemli olan taraf, bir bakıma sütunların içinin boşalmış oldu­ğunun da fark edilmesi oldu. Hollanda toplumu değişirken göçmenler yoluyla ken­disini yeniden tanımlama ve yeni bir kimlik edinme sorunuyla yüz yüze geldi. Böy­lece din bir kez daha toplumdaki katmanlaşmaların kurucu bir unsuru gibi görül­dü. Katolikler ve Protestanlar yanında Müslümanlar da dinin toplum üzerindeki et­kilerinin hissedilmesine böylece katkıda bulunmuş oldular. Ancak Hollanda toplu­mu kendisini daha fazla Hristiyani değerler etrafında tanımlamaya da başladı.

 

Yine de sütunlaşmanm tartışılmasında ve çözülmeye başladığının iddia edilme­sinde ortaya çıkan yeni aşırı sağ akımların payını da göz ardı etmemek gerek. Bu akımların önemli liderleri, toplumu oluşturan ve çeşitli katmanlara bölen dört sü­tundan birine dayanmadan, Hollanda toplumunun göçmenlerle birlikteki yeni ger­çekliğinden hareketle ortaya çıkmış kimselerdi. Dolayısıyla Hollandalı bir sosyal bilimcinin tanımlamasıyla bunlar “hiç bir yerden gelmiyorlardı”; ya sütunsuzdular ya da sütunları dikkate almıyorlar; göçmenler ya da Müslümanlar haricindeki kit­leyi tek bir sütun olarak görüyorlardı.

nu, üstelik kendi içlerinde çeşitli bölünmeler yaşadığını ileri sürdüler. Ayrıca, gele­neksel sütunlaşma sisteminin toplumsal olduğu kadar coğrafi bir dağılımının oldu­ğu ancak göçmenlerin bu dağılımda yer alamayacak kadar şehirli bölgelerde yo­ğunlaştıkları da göçmen sütununa karşı çıkanların başka bir gerekçesiydi.

Sütunlaşmanm aşağı katmanlarda gruplar arasında ayrım, üst, elit tabakada ise mutabakat içerdiği; elit tabakaları olmayan göçmenlerin bir sütun olarak kabul edilmesi durumunda onların Hollanda toplumuna entegre olmalarının güçleşeceği de göçmen sütununa karşı çıkanların ileri sürdüğü gerekçeler arasındaydı.

Dolayısıyla Müslümanların da toplumda ayrı bir sütun oluşturup oluşturamaya­cağı yönündeki tartışmalar, Hollanda toplumunda sütunlaşmanm çeşitli veçheleri­ni de gösteren bir hüviyeti haizdi. Toplumun bu özelliği, Batı’da artan îslamofobi- yi anlamak için de bir neden sunmaktadır çünkü Müslümanlar karşısında toplum, kendisini bütüncül bir kimlik arayışına girmekte ve seküler bir toplumda dinî kim­likler ve değerler ağırlık kazanmaya başlamaktadır. Neticede Müslümanların ayrı bir sütun oluşturmalarının yolu açılmadı. Ancak göçmen Müslümanlarla çeşitli ka­demelerdeki ilişkilerin sanki ayrı bir sütun oluşturmuşlar gibi kurulması sağlanma­ya çalışıldı. Ne var ki bu çabalar, aşırı ve ırkçı sağın yükselişiyle, başka bir ifadey­le geleneksel sütunlaşma katmanlarının dışından gelen yeni bir toplumsal hareket­lenmeyle, bu durumun fazla başarılı olduğu söylenemez.

Ancak bu tartışmaların, dinin seküler bir toplumda bile toplumsal tabakalaşma­ya etkilerini göstermesi açısından da bir önemi olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Açıkçası, Hollanda örneği, geleneksel tabakalaşma teorilerinde dinin ya kendisinin kast sisteminde olduğu gibi bir tabakalaşma oluşturduğunu veya zaten mevcut olan tabakalaşmayı meşrulaştırdığını ileri süren görüşlerin yeniden gözden geçiril­mesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü dinin toplumsal tabakalaşma üzerindeki etkisi­nin seküler bir ortamda dahi yapıcı bir etki oluşturabildiğini göstermektedir. Dola­yısıyla din toplumsal yapının oluşmasında, değişmesinde ve tabakalaşmasında mu­hafazakâr ya da meşrulaştırıcı etkiler dışında da etkilerde bulunabilir.

İlgili Makaleler