DİN VE SOSYAL DEĞİŞME
DİN VE SOSYAL DEĞİŞME
Hemen her toplumun önemli bir karakteristiğinin de, onun değiş- f /me özelliğine sahip olmasında toplandığı, daha ilk bahislerden itibaren belirtilmişti. Hattâ bu anlamda, sosyolojide toplum incelenirken iki şekilde davranmanın mümkün olduğuna işaret edilmiş; bunlardan statik yaklaşım’ da, toplum durgun ve hareketsiz farz olunarak, bir organizmanın ölü vaziyetini teşrih eden ve onun bünyevî vasıflarını öğrenmeye çalışan teşrihçiler gibi davranıldığım ve bu yolla toplumun yapısal özelliklerinin, tabakalaşma durumunun, sosyal teşkilatlanma ve gruplar ve bunların cemiyet bütünü ile fonksiyonel ve kültürel bütünleşme vaziyeti ve şartlarının veya bütünleşmeye engel olan faktörlerin araştırılıp incelendiğini; buna karşılık dinamik yakla- ş/m’ın, toplumda ortaya çıkan değişmeler ve toplumun dinamizmini incelemeyi hedef edindiği ifade edilmişti.
Gerçekte ise, toplumu durgun (statik) farz etmek, aslında inceleme gereği yani metodolojik zaruretlerden doğan itibarî bir zihnî vaziyet alıştan ve doloyısıyla da, sun’i bir varsayımdan başka bir şey değildir. Çünkü aslında hiçbir toplum hareketsiz değildir. Tersine her toplumun kendine has bir dinamizmi mevcuttur ve her toplum daimî sûrette az veya çok bir değişme ile karşı karşıyadır. Toplumdaki bir kısım değişmeler çok hızlı olur. Buna karşılık başka bir kısım değişiklikler yavaş ve birikici bir tempoda seyrederler. Bu bakımdan da değişmenin derecesi zamana göre ve bir toplumdan ötekine farklılık arz eder. Her halükârda değişme, her insan topluluğunun esas karakteristiğidir. Zira, her toplum, aynı zamanda bir tarihtir ve daima bir değişim süreci ile karşı karşıyadır. Bu anlamda toplumu, bir insan topluluğunun zaman içerisindeki hareketliliği ve değişimi şeklinde tanımlamak da mümkündür. Böyle olunca, gerçekte toplumun bizzat kendisi sürekli bir oluş ve hareketi temsil eden bir sosyal süreç olarak karşımıza çıkmaktadır ve buna göre, toplumun statik incelenmesi zamanı hariç tutan dondurulmuş ya da dindirilmiş bir an ve o andaki vaziyetin bir fotoğrafının çekilmesine benzerken, toplumun dinamik incelemesi insanların ve varlıkların hareketlerini ve olayların akışını film bandında yeniden düzenleyen bir sineastm durumuna benzemektedir.
Nitekim sosyologlar, daha sosyoloji tarihinin başlangıçlarından itibaren toplumları, tarihi ve sosyal bir süreç şeklinde ele almak ve zaman içerisinde ortaya çıkan toplumsal değişmeleri incelemek eğilimi göstermişlerdir. Hakikaten, ilk sosyologlar, tarihi bir perspektiften hareketle toplumda ortaya çıkan değişiklikler konusu üzerinde önemle durmuşlardır. Ancak, onların fikirleri üzerinde, esasen sosyoloji biliminin içinden çıktığı felsefenin ve felsefî görüşlerin büyük bir etkisi görülmüş ve onların sosyolojisi bir tür Tarih Felsefesinin derin izlerini taşımaktan kendini kurtaramamıştır. Nitekim meselâ, sosyoloji biliminin İslâm dünyasındaki en büyük temsilcisi ve kurucusu sayılan XIV yüzyılın büyük âlimi İbn Haldûn’un sosyolojisi, devrî toplum anlayışı ile bu tür bir tarih felsefesinin izlerini taşımanın tipik bir örneğini bize sunmaktadır. Öte yandan, sosyoloji biliminin isim babası olan XIX. yüzyılın düşünürü A. Comte’un sosyolojisi de, Üç Hal Kanunu ile, tipik bir tarih felsefesi görünümünü sunmaktan kendini kurtarabilmiş değildir. XIX. yüzyılın özellikle ikinci yarısında kendini sosyoloji alanında çok güçlü bir şekilde hissettiren ve biyolojik evrim teorilerinden ilhâmım alan tekâmülcü dalga, sosyal olayları ve değişmeleri zaman içerisinde ele alan değişme sosyolojilerine damgasını kuvvetle vurdu. Öte yandan, özellikle başta Almanya’da ortaya çıkan birçok sosyoloji akımları olmak üzere çeşitli sosyoloji mektepleri sosyolojiyi tarihin karşılaştırmalı ve açıklayıcı bir bilimi şeklinde anlarlarken hep, zaman içindeki sosyal değişme olaylarının inceleyicileri olarak göründüler. Denebilir ki, XIX. yüzyılda anlaşılan şekliyle tekâmülcü akıma karşı bir hareket şeklinde ortaya çıkan ve özellikle Spencer’in görüşlerini tenkit ederek onları bilimsel bulmayan Fonksiyonalizm akımıdır ki, ilk olarak sosyolojiyi tarihten ve sosyal değişmelerin zaman perspektifi içerisindeki incelenmesi konusundan uzaklaştırmış ve onlar sosyolojiyi sosyal organizasyonun strüktürleri- nin ve işleyişinin tasvir ve tahlili olarak görmek istemişlerdir. Böyle- ce sosyoloji, fonksiyonalist akımla birlikte, toplumları tarihî değişim süreçleri içerisinde inceleme geleneğinden ayrılmış gibi görünmekle birlikte, aslında bu durum pek uzun sürmemiş ve çeyrek asır sonradır ki, daha çok bir tarihten yoksun bulunan arkaik toplumları inceleme eğilimi gösteren antropologlar arasında büyük rağbet gören fonksiyonalizm, zengin tarihe malik bulunan yukarı ve özellikle modern toplumların kültür ve m edeniyetlerinin incelenmesine yöneldiğinde, bizzat fonksiyonalist eğilimli sosyologların bile, zaman içerisinde sosyal değişme süreçlerini incelemekten kendilerini kurtaramadıklarına şahit olunmuştur. Bu cümleden olarak Kroeber, Barnett, R. Merton, Neil Smelser gibi fonksiyonalistlerin çeşitli toplumlardaki sosyal değişme süreçleri üzerine olan araştırmalarının bulunduğunu belirtelim. Meselâ Merton, İlmî ve teknolojik bilgilerin tekâmülünde çeşitli sosyo-kültürel faktörlerin rolünü ortaya koymaya çalışmış ve bu maksatla XVII. yüzyılın Ingiliz toplumu üzerinde değerli incelemeler gerçekleştirmiştir.
Esasen sosyoloji, özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyal değişme konusunun incelenmesine özel bir önem atfetmiştir ve bu bakımdan da son 30-40 yılın sosyoloji literatürü içerisinde sosyal değişme süreçlerinin incelenmesi konusu çok büyük bir yer tutmuştur ve tutmaya devam etmektedir. Zira, insan topluluklarının son birkaç yüzyıl içerisinde ve özellikle de XX. yüzyılın ikinci yarısından bu yana karşı karşıya kaldıkları hızlı sosyal, kültürel, politik, ekonomik, demografik, teknolojik, sınaî, vb. gelişme ve değişmeler göz önüne alınırsa, toplumlardaki bu değişmeleri bilimsel olarak incelemeyi
amaçlamış bulunan sosyoloji biliminin sosyal değişme konularına öncelik ve üstünlük tanımasından daha tabiî bir şey olamayacağı da kolayca anlaşılabilir.
Sosyoloji bilimi alanında, toplumdan tarihî-sosyal gerçeklikler ve süreçler olarak görmek suretiyle sosyal değişme konularının incelenmesine tanınan bu öncelik ve üstünlük, Din Sosyolojisi alanında yapılan çalışmalar üzerinde de yankılar uyandırmaktan geri durmamıştır. Nitekim, Din Sosyolojisi alanında son yarım yüzyıldan bu yana yapılan çalışmalar ve yayınlara göz atıldığında bu durumu açıkça görmek mümkündür. Maamafih din sosyologları ve özellikle onlardan tarihî ve karşılaştırmalı metodu Din Sosyolojisinin temeline yerleştirmiş bulunan Weber, Troeltsch, Wach, Mensching ve Le Bras gibi büyük din sosyologları, dinî ve sosyal değişme süreçlerini inceleme konusuna daha önceki dönemde yönelmiş bulunmaktaydılar. Denebilir ki, tarihi içerisinde, ilk planda ilkel ve arkaik toplumların dinlerinin incelenmesine öncelik tanıyan Din Sosyolojisi, ikinci bir merhalede bakışlarını tarihî büyük dinlerin incelenmesine yönelttiği andan itibaren, sosyal değişme ve din ilişkilerinin incelenmesi din sosyologlarının giderek en başta gelen bir ilgi odağı haline gelme yolunu tutmuş; İkinci Dünya Savaşını müteakip, Din Sosyolojisi günümüz toplumlarında din konusunu incelemeyi ilk ve temel hedefi haline getirmeye başladığı andan itibaren de, günümüzün toplumlarımn dünya ölçüsünde karşı karşıya bulundukları hızlı sosyal değişmeler ve bunların dinî yaşayış alanında uyandırdıkları yankılar, ister istemez din sosyologlarını dinin sosyal değişme ile ilişkilerini bilimsel ölçüler içerisinde ele almaya mecbur etmiştir.
Hakikaten meselâ çok hızlı sosyal ve kültürel değişme süreçleri ile karşı karşıya bulunan Ülkemizde din ile sosyal değişme olayının karşılıklı ve karmaşık ilişkilerinin Din Sosyolojisinin bakış açıları ve yaklaşım yollarından hareketle bilimsel ve sosyolojik incelenmesi çok büyük bir önem taşımaktadır ve gerçeği söylemek gerekirse, Din Sosyolojisi biliminin henüz Türkiye’de bir araştırma geleneğine sahip olmayışı sebebiyledir ki, bu konuda yapılmış ciddî araştırmalara rastlamak pek mümkün görünmemektedir. Söz konusu alanda bu araştırma alışkanlığının yerleşmesine paralel olarak bu tür çalışmaların da Ülkemizde giderek artmasını beklemek veya en azından bu temenni içerisinde olmak kanaatimizce uygun olacaktır.
Burada biz, Din Sosyolojisi derslerinin genel çerçevesi içerisinde sosyal değişmenin din ile olan karşılıklı ilişkilerini en genel hatları ile ele almak durumundayız. Ancak buna geçmeden önce, sosyal değişme kavrammı biraz daha derinliğine ele almak süreriyle bu kavrama açıkhk getirmemiz yerinde olacaktır.