DİN VE SOSYAL BÜTÜNLEŞME
sosyoloji tarihi ile meşgul olanların dikkatini çeken önemli hususlardan biri, toplumla ilgili en orijinal görüşlerin, sosyal olayların realitesinin insanlar üzerindeki nüfuzunu en güçlü bir şekilde hissettirdiği toplumsal çalkantı ve kriz dönemlerinde ortaya atıldığı vakıasıdır.[1] Hakikaten bu devrelerde insan düşüncesi ve hassasiyeti sosyal problemler ve özellikle bunlardan hayatî önemi haiz olanlar üzerinde daha da çok güçlü bir biçimde temerküz etmektedir.
Beşer hayatının, bilim ve teknik alanındaki büyük ilerlemeler, sanayileşme ve şehirleşmenin beraberinde sürüklediği hızlı sosyal, ekonomik ve kültürel değişmelere sahne olduğu çağımızda ise, toplumla- rın karşı karşıya bulundukları en önemli meselelerden biri, hiç şüphesiz sosyal bütünleşme problemidir. Gerçekten de, sanayi ihtilalinin geleneksel toplumlarm yaşayışında ve sosyal yapılarında meydana getirdiği büyük değişiklikler ve bunları müteakip ortaya çıkan toplumsal istikrarsızlık, çalkantılar ve çözülmeler, kendilerini toplumlarm bilimsel incelemesine vermiş bulunan sosyologların dikkatini bütünleşme konusu üzerine çekmiş olup, Fransız Sosyoloji Ekolünün kurucusu E. Durkheim modern sosyologlar arasında sosyal bütünleşme konusu üzerine eğilme geleneğinin öncüsü olmuştur. Durkheim’den sonra pek çok sosyolog bütünleşme konusu üzerinde durmuştur ve halâ da durmaya devam etmektedir.
Maamafih, sosyal bütünleşme konusu, gerçekte hemen her devirde toplumsal istikrar ve ahengin devamı açısından her toplum için önemli bir sorun olmuş ve bu bakımdan da düşünürlerin dikkatini üzerine çekmiştir. Nitekim, meselâ sosyoloji ilminin İslâm dünyasındaki büyük öncüsü ve hattâ adını koymamakla birlikte gerçek kurucusu sayılabilecek olan XIV yüzyılın büyük mütefekkiri İbn Haldûn,[2] İçtimaî hayatın teşekkülü ve dinamizminin enerji kaynağı olarak telâkki ettiği “asabiyet” üzerinde önemle durmakla, sosyal bütünleşme problemine el atmada da öncülük etmiş bulunmaktadır.
Çeşitli faktörlerin rol aldığı karmaşık bir olay olan sosyal bütünleşmenin din ile olan münasebetleri konusu ise, din ve toplumun karşılıklı ilişkileri, etki ve tepkilerini incelemeyi kendilerine konu edinmiş bulunan din sosyologlarının üzerinde önemle durdukları bir mevzudur. Öyle ki, XX. yüzyılın başlarında bağımsız bir bilim dalı olma imkânına kavuşmuş bulunan din sosyolojisi, ilk dönemlerde kendini felsefî spekülasyonlar ve sosyografik tespitlerden tam anlamıyla kurtara- mamış olmakla birlikte, giderek sosyolojik problemlerle el atmaya yönelmiş ve işte bu meyanda din sosyologlarının üzerinde önemle durdukları meselelerden biri sosyal bütünleşmenin dinle İlişkileri konusu olmuştur. Nitekim, din sosyologlarının bu konunun araştırılmasına verdikleri önem, Polonya’da 5-6 Eylül 1959 da 130 kişinin iştirâkiyle düzenlenen 6. Milletlerarası Din Sosyolojisi Konferansının “Sosyal Bütünleşme ve Din” münasebetlerine tahsisi ile sonuçlanmıştır. Ülkemizde ise, din sosyolojisi biliminin ilk ciddi temsilcisi olan Ziya Gö- kalp, sosyal bütünleşme ve din münasebetleri çerçevesinde özellikle milli bütünleşmede dinin rolü konusuna el atmada öncülük etmiştir.
Bununla birlikte, Din Sosyolojisi bakımından sosyal bütünleşme ve din münasebetleri konusunun tam anlamıyla halledilmiş olduğunu düşünmek de hatalı olacaktır. Meselâ, konu İslâmiyet ve özellikle bizim toplumumuz açısından, ampirik bir yaklaşımla ele alınmak üzere pek çok bakımlardan el değmemiş olarak ortada durmaktadır. Bu tür deneysel ve objektif Din Sosyolojisi çalışmalarını beklerken, burada konuyu, genel hatları ve temel meseleleri itibariyle göz önüne sermek istiyoruz. Ancak buna geçmeden önce sosyal bütünleşmeden ne anlaşıldığını açıklamamız gerekecektir.
[1] Bk.: G. Bouthoul, Historie de la Sociologie, Paris: PUF, 1967, s.5.
[2] Bu konuda daha geniş bilgi için bk.: Ü. Günay, “İslâm Dünyasnda Bir Din Sosyolojisi Öncüsü. İbn Haldûn”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi,
- 6, 1986, s. 63-104.