DİN SOSYOLOJİSİNİN KISA TARİHİ
Auguste Comte’den sonra Fransız sosyolojisinin en önemli temsilcisi E.
Durkheim’dır. Daha önce de belirttiğimiz gibi “din sosyolojisi” terimini ilk
defa kullanan da odur. Onun sosyolojisini en geniş anlamı ile bir din
sosyolojisi olarak görmekte bir sakınca yoktur. Çünkü, onun sosyolojisinin
esasını kolektif bilinç anlayışı oluşturur. Kolektif bilinç, kolektif düşüncelerin
toplamından ibarettir. Toplumun kolektif düşüncelerinin temelini de dini
inanç ve düşünceler oluştururlar.
Sosyoloji anlayışı itibariyle A. Comte’nin pozitivist felsefesinin etkisi
altında kalan Durkheim, dinin toplumsallığı üzerinde durmakta, dinin özünü
ve başlangıcını tamamen sosyal şartlardan hareketle açıklamaktadır. Comte
gibi o da, dinin öznesi ile muhtevasını birbirine karıştırarak onu toplumun bir
fonksiyonuna indirgemektedir.
Durkheim “İntihar” (1897) adlı eserinde intiharı psikolojik olmaktan
çıkararak, toplumsal bir olay olarak incelemekte, birçok etmenin yanı sıra,
intiharlarla dini inanç ve hayat arasındaki ilişkiler üzerinde durmaktadır.
Buna göre; dine bağlılıkla intiharların azlık çokluğu arasında ilişkiler vardı.
Durkheim, istatistiklerden hareketle intiharların en çok sanayileşmiş, çözülmüş
toplumlarda baş gösterdiğini, Protestan toplumlarda, Katolik toplumlara
göre intihar oranlarının daha yüksek olduğunu, zira Katolik Kilisesi’nin,
insanı ve toplumu daha sıkı bir şekilde sararak kişileri birbirine bağlayıp
bütünleştirip bir cemaat halinde tutabildiğini göstermeye çalışmıştır.
E. Durkheim’ın “Dini Hayatın Başlangıç Şekilleri” (1912) adlı eseri, din
sosyolojisinin ilk klasiklerindendir. Ona göre insanın kendisiyle dünya hakkında
edindiği ilk düşüncelerinin kaynağı dindir. Dünya ve Tanrı üzerine bir
görüşe sahip olmayan bir din yoktur. Felsefe de bilim de dinden doğmuştur.
Aynı şekilde, hukuk, ahlak, iktisat, sanat gibi hemen hemen bütün kurumlar
din kaynaklıdır. Bütün sosyal kurumların dinden doğması doğaldır. Çünkü,
toplum dinin özüdür, ruhudur. Din her çağda toplumsal dayanışmayı güçlendirmek
gibi çok iyi bir iş görmüştür. Onun için toplumlar var oldukça din de
çeşitli biçimlere bürünerek daima yaşayacaktır.
Durkheim, dinlerin evriminden daha çok, dinin kökeni (origine, menşei)
sorununu araştırır. Kendinden önce dinin kökeni üzerine ileri sürülen en dikkate
değer kuramları (animizm, naturizm) eleştirdikten sonra kendi kuramını
ortaya koyar. Ona göre din, toteme tapınma (totemizm) şeklinde başlamıştır.
Onun kaynağını da toplumun kolektif vicdanından aldığını iddia etmektedir.
Yani dinin kaynağı topluluğun kendisidir. Başka bir deyimle, topluluk heyecanı,
topluluk ruhudur.
Durkheim, dinin toplumun kolektif bilincinden doğduğunu öne sürerek,
din gibi özünde insan ve toplumu aşan, aşkın bir gerçekliği tekrar insan ve
topluma dönüştürmekle dinin öznesi ile nesnesini, tapanla tapılanı birbirine
karıştırmakta ve hataya düşmektedir.
Max Weber (1864–1920)