Din Sosyolojisi

Din Sosyolojisinde Dini Grup Tipolojileri

 

Tip, İdeal Tip ve Tipoloji Bağlamında Dini Gruplar

Sosyal bilimlerde tip; kişi, grup ya da kültürlere ait ayırıcı özellikleri ifade etmektedir ki, bu özellikler sayesinde onları diğer kişi, grup ya da kültür- lerden ayırt edebiliriz. Tipler bizlere sosyal analizlerde çok faydalı olan sı- nıflama imkânı da vermektedir. Bir sosyal grup tarafından paylaşılan sosyal tipler, her zaman rasyonel olmayabilir. Sosyal tiplerin benimsenmesi kişi- lere, sosyal sistemle bütünleşme imkânı da vermektedir. Orrin E. Klapp’a göre sosyal tipler, ikincil ilişkilerin hâkim olduğu modern topluma etkili bir katılım için mutlaka gereklidir (Theodorson & Theodorson: 1979: 444,445).

“Örnekçeleme” de denilen tipoloji; bir olgu ya da süreci ayırıcı özellikle- rine dayanarak soyut bir kalıp içinde biçimlendirme olarak tanımlanmak- tadır. Tipoloji bir sınıflayıcı şemadır. Tipoloji ve ideal tip arasında sıkı bir ilişki vardır. Tipoloji iki veya daha fazla ideal tipin birleşmesinden olu- şur. İdeal tipler birey ve grup fenomenlerini çözümleme hususunda soyut kategoriler sağlar (Kızılçekik & Erjem, 1994: 415). İdeal tipler arasındaki kavramlaştırmalar kökten ya da dereceli farklılıklar gösterebilir. Örneğin psikolojideki içe dönük-dışa dönük, sosyolojideki; cemaat-cemiyet, kutsal toplum-seküler toplum, din sosyolojisindeki dörtlü; ´ecclesia`, ´demomi- nation`, ´sect` ve ´cult` sınıflaması gibi (Theodorson & Theodorson, 1979: 445). Tip ve ideal tip kavramlarını sosyolojiye başarıyla uygulayan M. Weber’e göre bu durum sosyolojiyi tarihten ayıran temel noktalardan bi risidir. Ona göre ideal tip; mükemmel tip anlamına gelmemektedir. İdeal tip, onu diğerlerinden ayıran soyut bir modeldir (Freyer, 1968: 177,180).

Batı’daki sosyoloji ve din sosyolojisi çalışmalarında dini grupların tipolo- jiler şeklinde sınıflandırılması oldukça yaygındır. Bizde ise, böylesi güçlü bir gelenek yoktur. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, dini grupların birçok Batı’lı devlet tarafından resmen tanınması ya da onların sosyal ha- yatın bir gerçeği olarak algılanmasıdır. Bu durum onların bilimsel olarak incelenmesini de kolaylaştırmaktadır.

Batı dünyasında Tönnies tarafından geliştirilen cemaat-cemiyet dikotomi- sinde, onun yer yer cemaat yapısını öne çıkarması, kilise (church) ve din adamlarının ticaret hayatındaki yıkıcı etkilerle mücadele etmesi (Tönnies, 1998:64) gibi, yorumlara bakıldığında orada; dini grupların olumlu yönle- rinin de öne çıkabildiği görülmektedir. Oysa Osmanlı ve Türk toplumunun cemaatsel yapılanmasına çoğu zaman olumsuz bakılmıştır. Cemaat yapısı, geri kalmışlığın Avrupalı ve Batılı gibi olamamanın temel ve uğursuz bir nedeni gibi görülmüştür (Orçan, 2004: 82,83). Bu noktada, Batı’daki dini gruplarla Türkiye ya da İslam dünyasındaki dini grupların birbirinden bir- çok yönlerden farklılıklar gösterdiği gerçeğine de işaret etmek gerekir.

Hıristiyanlıktaki mezhepler ile İslam’dakiler, farklılık içeren yapılanmalar- dır. Hıristiyanlıktaki mezhepler hem örgütlenme hem de bilgi temelleri ba- kımından birbirlerinin hakikatlerini inkâr üzerine kurulu iken, İslam’daki mezhepler kilise şeklinde yapılanmadığı gibi, bilgisel anlamda hakikatin birliği üzerinde ittifak ederler. Üstelik Hıristiyanlık içinde oluşan her mez- hep Batı’da ayrı bir din gibi algılanmış ve öyle kabul edilmiştir (Arabacı, 2006: 90,91). İslam’daki cemaat kavramının cahiliye dönemi Arap toplu- muna kadar uzanan birçok tarihi ve siyasi sebepleri vardır. Bunlar bü- yük oranda Batı’lı dini gruplardan farklılık göstermektedir (Bkz. Seyyid, 1991). Batı din sosyolojisinde, dini grup tiplerinin belirlenmesi aslında, Batı kilise tarihi malzemesi temel alınarak yapılmıştır. Tabii bu arada, ilkel toplulukların ve Hıristiyan olmayan yüksek kültürlerin de dini teşkilat- larının eskiden var olduğu gibi bugün de mevcut olduğu görmezlikten gelinmiştir (Kehrer, 1992: 55).

M. Weber, dini grup incelemelerinde bir tipoloji geliştiren ilk sosyologdur. Bu; farklı şekillerde tanımlanabilen ´church` (kilise) ve ´sect` (mezhep)tir. Weber, daha çok Musa, İsa, Buda ya da Muhammed gibi karizmatik kişi- lerin peygamberi sezgileri sonucu oluşan dinlerin incelenerek işe başlan- masını teklif etti. Çünkü bu dinler, mevcut sosyal ve dini yapılarda önemli kırılmalar meydana getirdiler. Onlar karizmatik yenilikleri doğurdular bu da, mevcut dinlerden uzaklaşan mezhepleri oluşturdu. Bu yeni dinler baskın sosyal uygulamalarla, değerlerle uzlaşmayı reddederek; eski din ile ve eski sosyal dünya ile çatışma içinde yaşadılar. Zamanla karizmatik yenilikler ve yeni dinler eskilerinin yerine mirasa konarak kanıksandılar. Ayrıca, sosyal ve dini yapıların içine daha fazla yerleşerek yeni muamele, yeni davranış modelleri oluşturdular. Aynı zamanda onlar; tedrici olarak ana kültürel uygulamalara daha çok uyum sağladılar ve sonunda yerleş- miş dini tezahürler olarak benimsendiler (Northcott, 1999: 209).

Alman sosyolog ve teolog Ernst Troeltsch, Weber’in kilise-mezhep tipo- lojisini daha fazla derinleştirerek geliştirdi. Onun çalışmaları geniş ölçü- de Hıristiyan tarihi incelemeleri üzerine oturdu. Mezheplerle (sects) ilgili sosyolojik anlayış, genel olarak kullanılan ´sect` kavramından tamamen farklıdır. Çünkü popüler kullanımda ´sect`; rezalet anlamında kullanıl- maktadır. Troeltsch’un ´sect` (mezhep) tabiri ise, kilise tipi dini gruplar- daki kırılmalar sonucu oluşan bir dini organizasyon şekline işaret etmek- tedir. Kiliselerdeki bu kırılmalar bazen doktrinal bazen de ritüel düzeyde meydana gelmektedir ki, onların üyeleri bir zamanlar kimlik ve amaç bir- liği içerisinde bulunuyorlardı. Troeltsch, mezhepleri kiliseye oranla ikinci derecede görmemektedir. Bilakis, mezheplerin dâhili çürüklüklerden ya da kilise tipi dini yapıların idealizmlerini kaybetmelerinden dolayı doğ- duklarını tartışmaktadır. Troeltsch, kilisenin karşısında olan mezheplerin bazı temel özelliklerini tanımlamıştır. Bu özellikler sonraki sosyologlar ta- rafından geliştirilmiş ve aşağıdaki tipler ortaya çıkmıştır: 1- Onların üye- leri aşağı sınıf kaynaklıdır, siyasi ve sosyal eşitliğe inanırlar ya da papazlık karşıtı bir eğilime sahiptirler. 2- Mezhep kurucuları tarafından anlatılan farklı bir doktrin ya da bir öğreti ortaya koymuşlardır. 3- Kurucu dini li- derlere, dogma ve sosyal uygulamalara karşı protesto ya da muhalefet ederler. 4- Üyelik veraset ile değil, tercih iledir. 5- Aralarında güçlü bağlar vardır ve teslim olma istenir. 6- Alternatif ahlaki değerleri ve hayat stilleri vardır. 7- Yerleşmiş olanla, ana sosyal stillerle ya da törelerle uzlaşma hu- susunda isteksizdirler (Northcott, 1999:209, 210).

E. Troeltsch’a göre kilise (church); büyük toplumla en iyi şekilde bütünleşen dini bir örgütlenmedir. Kilise benzeri dini örgütler asırlardan beri hep varol- muştur. Onun kökleşmiş kural ve düzenlemeleri vardır. Mezhep (sect) ise, büyük toplumdan ayrı olan dini örgütlenmeleri ifade eder. Mezhep üyele- ri kendi dini kanaatlerini katı bir şekilde uygularlar. Bazı durumlarda dini inançlarını tamamen uygulamak için büyük toplumun dışına da çıkabilirler. Amerika’daki Amish’ler buna bir örnektir (Macionis, 1999: 487). Troeltsch, kurulu kilisenin mezhepleri doğru Hıristiyanlıktan bir ayrılış olarak dam- galamasına rağmen, onların aslında ilk dönem Hıristiyanlığı ve İncillere ait birçok ideali taşıdığını kabul etmektedir. Ona göre mezhepler; kilisenin devleti desteklemesine, baskın sınıflara destek vermesine karşı çıkmışlar, adaletsizliklere saldırmışlardır. Buna göre Troeltsch, mezhepleri daha çok protestocu hareketler çerçevesinde ele almaktadır (Hamilton, 1995: 194).

Kilise ve mezhep arasındaki bu çatışmanın dışında üçüncü tip bir dini grup daha vardır ki, Troeltsch’a göre bu mistik gruptur. Burada doktrin ve ibadet yerini tamamen kişisel iç tecrübe ve kanaatlere bırakmıştır. O, bu mistisizmin Ortaçağ şehirlerindeki bireyselciliği geliştirdiğini de söy- lemektedir. Bu grubun üyeleri daha çok orta ve üst sınıfın temsilcileridir (Hamilton, 1995: 195). Troeltsch, Hıristiyan kiliselerini İncil Hıristiyanlığı, Aziz Paulus Hıristiyanlığı, İptidai Katoliklik, Orta Çağ Katolikliği, Protes- tanlık, Kalvinizm gibi sınıflara ayırmaktadır (Günay, 2005: 175,176).

Çağdaş sosyologlar, Troeltsch’ün yaptığı kilise-mezhep tipolojisinden çok daha fazla dini teşekkül olduğunu kabul etmektedir. Çünkü onun tipolo- jisi Hırisitiyanlık dini ve Avrupa din tarihi ile sınırlıdır. Richard Niebuhr, Amerika’da ´denomination` tarzı dini grupların kilise tipi dini gruplardan çok daha fazla önem taşıdığını savunmaktadır. Mesela, ilişkilerinde yerleşik Avrupa kiliselerinin dini tekelciliğini kabul etmeyen Hacı Babalar gibi.1 O,

´denominations`ların basit bir tanımla ikinci nesil mezhepler olduğunu ile- ri sürmektedir. Birinci nesil mezhep (sectarians) üyelerinin çocukları oldu, ayrıca kişisel ve kiliseye ait mallar elde ettiler. Onlar daha az radikal olmaya özen gösterdiler. Çocuklarının eğitimine ve sosyal saygınlığa; kurulu düze- ne ait şeyleri protesto etmekten daha fazla önem verdiler. Daha çok şekle ait ritüeller oluşturmaya ve daha açık inanç doktrinleri geliştirme çalıştı- lar. Mesela, kurtuluş yolları gösterseler bile diğer kilise (churches) ve mez- hepleri (sects) hoş görüyle karşıladılar (Northcott, 1999: 210,211). Ayrıca, Troeltshch’un tarihsel olarak Hıristiyanlık dini gruplarının, dönemin sınıf bölünmelerini de yansıttığı tezi, günümüzde çok da geçerli değildir. Onun denklemine göre kilise; daha çok üst sınıf, mezhep; alt sınıf ve mistik grup da orta sınıf tarafından destekleniyordu (Hamilton, 1995: 194,195).

R. Robertson, dini grupları sınıflandırmak için bir tipoloji geliştiren sos- yal bilimcilerden birisidir. O, gerçeğe sahiplik tasavvuru ve üye kabul etme prensipleri açısından dini grupları sınıflandırmıştır. Aşağıdaki tab-

 

Bkz.H. Richard Niebuhr (1929) The Social Sources of Denominationalism, New York, Holt. loda görüldüğü gibi, kilise ve mezhep; gerçeğe sadece kendilerinin sa- hip olduklarını düşünmektedir. Öte yandan kurumsallaşmış mezhep ve

´denomination`lar ise, diğer dini grupların da gerçeğe sahip olabileceklerine inanmaktadır. Mezhep ve kurumsallaşmış mezhepte üyelik sınırlıdır. Öte yandan, kilise ve ´denomination` ise, herkese açıktır

 

 

Tablo 1:   Gerçeğe sahiplik açısından kendini tasavvur etmek

Üyelik

Çoklu Gerçekliği Kabul Etmek

Tek Gerçekliği Kabul Etmek

Sınırlı

Kurumsallaşmış Mezhep

Mezhep (Sect)

Herkese açık

Denomination

Kilise (Church)

ÜyelikÇoklu Gerçekliği Kabul EtmekTek Gerçekliği Kabul Etmek

SınırlıKurumsallaşmış MezhepMezhep (Sect)

Herkese açıkDenominationKilise (Church)

Robertson’un dini grup tipolojisi (Hamilton, 1995: 198).

 

 

 

Yukarıdaki tipolojileri; ´ecclesia`, ´sect`, ´denomination` ve ´cult` başlıkları al- tında toplayan yaklaşımlar da vardır. Öte yandan bu sınıflamanın da daha çok Batılı dini grupları karşıladığı, Doğu’daki dini gruplara uygun olma- dığı tartışılmaktadır. Dini gruplar arasında bu tipolojiye ulaşılırken onlara şu sorular çerçevesinde yaklaşılmıştır: 1- Gruba üyelik zorunlu mu yoksa isteğe mi bağlı? 2- Üyelik eğer isteğe bağlı ise, yeni üyelerden istenen şartlar kolay mı, yoksa zor mu? Grup sınırlı kişiye mi, yoksa herkese mi açık? 3- Grubun diğer dini gruplara karşı tutumu nasıl? (Konfüçyanizm ve Budizm gibi birçok Batılı olmayan dini grup kendi mensuplarına aynı zamanda di- ğer gruplara da katılabilme iznini vermektedir. Fakat neredeyse Batı’daki bütün dini gruplar kendilerine dönenlerden daha önceki inançlarını bırak- malarını istemektedir. Bununla birlikte diğer dini grupları saygıyla karşıla- ma Batılı dini gruplar arasında önemli bir farklılıktır.) 4- Grup kendi dinine döndürmeye çalışan bir yapı da mı, yoksa değil mi? (Üyelik belli bir yerde zorunlu olup, diğer topraklarda misyoner eğilimler taşıyabilir.) 5- Grubun iç yapısı otokratik mi, yoksa demokratik mi? 6- Üyelerin kurtuluşu için din adamlarının aracılığı zorunlu mu? 7- Grubun toplumdaki dünyevi konular karşısındaki tutumu nasıldır? (Johnson, 1968: 419,420).

Ecclesia (kilise, cemaat), bu kelime İbranice’de seçilmiş milleti belirten kahal kelimesinin Yunanca’ya tercümesidir. Bu bağlamda ilk Hıristiyan cemaatı, Allah tarafından seçilmiş bir cemaat olarak görülmektedir. Paul, muhtelif yerlerde teşekkül eden cemaatlere de ´ecclesia` adını vermiştir. Böylece ´ecc- lesia`, hazır olan ve aynı yerde toplanan Hıristiyan topluluğunu ifade et- mektedir (Menshing, 1994: 186,187). Weber, kiliseyi; dini ayinleri idare eden ve bunun bir sonucu olarak da bir iktidar şekli oluşturan yapı olarak karak- terize etti. Bu durumda kilise, siyasi bir birlik gibidir (Hamilton, 1995: 194)

´Ecclesia` modeli şüphesiz ki, Orta Çağdaki Roma Katolik kilisesine aittir. Buraya üyelik zorunluydu ve kâfirler gerekli durumlarda devlet tarafından cezalandırılıyordu. Bunlar kendi topraklarında Hıristiyan olmayan grup olarak sadece Yahudilerin yaşamasına müsaade ediyorlardı ki, onlar da sıkıntı içindeydiler. Buradaki üyelerin çoğu kiliseye bağlı olarak doğuyor ya da en azından çocukken vaftiz ediliyordu. Kilise başından beri diğer insanları kendi inancına döndürmeye çalışıyordu. İnsanlar bazen ateş ve kılıç zoruyla vaftiz ediliyordu. Günümüzde kilise, elbette insanları din de- ğiştirmeye zorlamıyor fakat şimdi barışçı yollarla bütün insanları kendine döndürmeye çalışıyor. Kilise, dünya çapında bir hiyerarşik örgütlenmeye sahiptir ve başında Papa vardır. Öte yandan bu yapıda ulusal kiliseler de vardır. Kilise, hayatı ikiye ayırır. Birincisi, rahiplerin diğeri de rahip ol- mayanların yani laiklerin hayatıdır. Rahiplerin kendilerini maneviyata ve diğerlerine adamaları istenir (Johnson, 1968: 420,421). ´Ecclesia`, devletle müttefik olan kilise olarak da tanımlanmaktadır, bu tarihte çok yaygındır. Roma Katolikliği asırlarca Roma İmparatorluğu’nun resmi diniydi. Konfüç- yanizm de yirminci asrın başlarına kadar öyleydi. Günümüzde Anglikan Kilisesi İngiltere’nin resmi kilisesidir. Aynı şekilde İslam, İran ve Pakistan’ın resmi dinidir (Macionis, 1999: 487). Öte yandan, kendine has hukuk kuralla- rıyla mahalli bir dini birlik olarak kilise cemaati dinler tarihinde ne antik şe- hir devletlerinde ne de ilkel topluluklarda karşılaşılmayan bir fenomendir. Hatta İslam dininin yaygın olduğu yerlerde bile, siyasi taksimattan kesin bir biçimde farklı olan bir kilise cemaati yoktur. Yoğun olmamakla beraber, kilise ve devlet arasında her zaman var olan çatışma, sadece bağımsız, ras- yonel devletin doğuşuna yardım etmekle kalmamış, kilisenin de rasyonel bir teşkilatlanmaya gitmesine sebep olmuştur (Kehrer, 1992: 64,65).

´Sect` (fırka, mezhep), bu kelime kesme anlamına gelen section kelimesin- den değil de takip anlamına gelen seq kelimesinden gelmektedir. Bununla birlikte mezhep, daha büyük bir organizeli birlikten ayrılmak ve bu büyük cemaatın kavram birliğinden kopmaktır. Ayrıca o, diğer mezheplerle bir- likte bir bütün de oluşturmaktadır (Menshing, 1994: 196). Hamilton’a göre mezhep hareketleri genellikle sosyal bölünme ve çatışma çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu ise, daha çok eski Hıristiyan mezhepleri için doğrudur. Bununla birlikte mezhepler; yeni şekillerde sosyal ilişkiler kurma, yeni nesillerin kendi değerleri ve davranış kalıplarıyla birlikte bir sosyalleşme teşebbüsü olarak da değerlendirilebilir (Hamilton, 1995: 193) Weber, mez- heplerin genellikle kiliselere doğru geliştiğini düşündü. Bu durum onun kullandığı karizmanın rutinleşmesi kavramıyla ilgilidir. Mezhepte kariz- ma; dini lidere bağlıdır, kilise de ise karizma, dini bir makama ya da bunu temsil eden memurlara bağlıdır. Kişilere bağlı olan karizmalar zamanla bir makamı temsil eden ve değişen memurlara yönelir. Yeni nesiller yeni anlayışı benimser böylece karizmatik otoritenin yerini geleneksel ya da yasal-rasyonel otoriteye bırakır (Hamilton, 1995: 194).

´Sect`, birçok açılardan keskin şekilde ecclessia ya da kiliseden ayrılır. Kilisede üyelik zorunlu iken, mezhepte üyelik isteğe bağlıdır. Kilise, ge- nellikle herkese açıkken mezhepte nispeten bir sınırlama vardır. Menno- nites, Yehova Şahitleri gibi bazı Hıristiyan mezhepleri, kilisenin yaptığı bebek vaftizi uygulamasına ve bilhassa bu tarz ayinlerin nesnel olarak bağışlanma sağladığına ilişkin Katolik dogmalara karşı çıkarlar. Onlara göre üyelik, öncelikle kişinin kendi tecrübeleri doğrultusunda olmalıdır. Mezheplerin çoğu, affın kişinin kendi kişisel iman ve ahlaki dürüstlüğü- ne bağlı olduğuna, otomatik bağışlanmanın olamayacağını savunur. Saf mezheplerde arkadaşlık ideali çok önemlidir. Kardeşçe sevgi düşüncesi bazen mallarda komünizm ya da komünizme yakın bir seviyeye gelebi- lir. Bütün Hıristiyan mezheplerinde İncil değerlerin ana kaynağıdır ve kıdemlilerce detaylarına kadar bilinir. Onlar din adamlarıyla din adamı olmayanlar arasındaki farkı kaldırmışlardır. Buna göre İncil, herhangi bir kişi tarafından okunabilir ve anlaşılabilir. Mezhepler, genellikle kendi içle- rinde demokratik bir örgütlenme içindedirler (Johnson, 1968: 425,428).

´Denomination` (daha dünyevi mezhep), genellikle bir mezhebin orta sı- nıf gözünde saygıdeğer bir konuma gelmesi sonunda meydana gelir. Bu yapıda mezhebin ahlaki sertliği ve dini sıcaklığı gevşer. ´Denomination`un üyelerinin çoğu bir parça dünyevileşmiştir. Onlara göre  din,  elbette çok ciddiye alınır. Fakat ´denomination`a mensup kilise müdavimleri- ne göre bu sadece toplumun namuslu bir üyesi olmanın gereklerinden birisidir. Onlar dinin önemli statüsünün farkındadır; bunun kendileri, eşleri ve çocukları üzerinde bir yaptırımı vardır. Böyle olmakla birlikte din, onların ilgi ve teneffüs alanlarından sadece biridir. Onlar kendilerini dini arkadaşlık ve dini hizmet alanına o kadar uzun boylu bağlamazlar.

´Denomination`da din adamları sadece yardımcı ve müşavir konumunda- dırlar. Burada din adamları teoloji kadar psikolojik eğitim de alırlar ve din adamlarının tabiatüstü özel güçlerinin olduğu düşünülmez. Günümüzde Presbiterian, Congregationalist, Metodist, Unitarian ve birçok Baptist; bu tarz dini grup içinde düşünülmektedir. Burada orta ve üst sınıf insanlar çocuklarının kontrollü bir şekilde resmi dini eğitim almasına daha fazla dikkat ederler. Onlar, çocuklarının Pazar okullarında ücretli öğretmenler tarafından dini eğitim almalarını sağladıkları gibi; bunu kendileri için de isterler (Johnson, 1968: 433,435).

´Denomination`, kilisenin tersine devletten bağımsız, dini çoğulculuğa taraftar bir dini grup olarak da tarif edilmektedir. Devletlerdeki resmi ki- liselerden bağımsız olan ´denomination`lar birçok ülkede vardır. Örneğin Amerika’da düzinelerce bu tarz dini grup vardır. Bunlar Katolik, Babtist, Metodist ve Luterian olabileceği gibi, farklı kategorideki Yahudi grupları ya da diğer gelenekler olabilir. ´Denomination`ların üyeleri kendi inançla- rını yerine getirirken, anlaşamadıkları diğer inançların yaşama hakkını da tanırlar (Macionis, 1999: 487).

Bryan Willson, dini grupları radikal-muhafazakâr ve dünyayı reddeden- dünyayı tasdik eden gruplar olarak tanımlamaktadır. Dünyayı tasdik edenler hemen hemen istisnasız olarak dini gelenekteki ihmal edilmiş özellikleri canlandırma gayreti içindedirler. Fakat bu ihya çabaları, mo- dern teknoloji ve modern kültür kalıplarıyla uyumlu bir şekildedir.2

İhyacılık ve modern kültüre açıklık arasındaki bu bağlantı bize, modern Hıristiyan Pentecostalism’inin hızlı gelişme sebeplerini izah etmede önemli veriler sunmaktadır (Northcott, 1999: 211). Bir ilahiyatçı olan D.A. Martin, ´denomination` ile ´sect` arasında bir karşıtlık olduğunu savun- maktadır. O, ´denomination`ları genel olarak ya devrimci ya da içe kapalı olarak sınıflandırmıştır. Ona göre ´denomination` şayet ılımlı ise, öte yan- dan ´sect` komünist ya da anarşisttir (Wilson, 1969: 362).

´Cult` (yeni inançlar), çok çeşitli özellikler taşıyan biri diğerine uymayan dini gruplara denir. Bunlara örnek olarak, Spiritualistler, Bahailer, I Am, Theosophical Societiy, Buchmanites, Moorish Science Temple of Ameri- ca, Father Divine Peace Mission Movenmet ve Chirstian Science Move- ment sayılabilir. Bunlar birbirlerine benzemese de bazı ortak özellikleri vardır. Onlar kendilerine katılmak isteyenlere son derece açıktırlar. Çok azı istisna olmak üzere onların doktrinlerinde çok tuhaf anlayışlar vardır. Örneğin, Church of God’un inanışına göre Tanrı siyahtır ve İsa da siyah bir insandır. Onlara göre zenciler, Kitabı Mukaddesin Yahudilerindir ve

 

 

Bkz. B. Wilson, (1992) Religon in Social Perspective, Oxford University. pp. 105-8

 

 

 

Siyah Yahudiler yüksek mevkilere gelinceye kadar dünya selamete erme- yecektir. ´Cult`lar dini ayinler konusunda diğer dini gruplara oranla daha gevşektir. Ayinlere gelip gelmeme konusunda üyelerini serbest bırakırlar ayrıca, üyelerinin aynı anda diğer dini grupların ayinlerine katılmalarında da bir sakınca görmezler. Maddi yardım konuları dışında genellikle katı değildirler. Genellikle tek bir konu üzerinde odaklaşırlar. Daha çok koz- mopolit ve yoğun nüfusun olduğu merkezlerde gelişirler. Geçmişte Roma ve Alexandria günümüzde de London, New York, Los Angeles şehirleri bunların en iyi büyüdüğü yerlere örnek verilebilir. Buralarda birçok pey- gamber zuhur ederek, insanların farklı ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. İnsanlar da kendilerine uygun ´cult`u buluncaya kadar bir ondan bir öbü- rüne dönüp dururlar. Birçok ´cult`un ömrü çok kısadır, bazıları da ´sect` ve ´denomination`lar içinde gelişir (Johnson, 1968: 437,439).

´Cult`, esas itibariyle bir toplumun kültürel ve dini geleneklerinin dı- şında bir örgütlenmedir. Bu, tamamen yeni bir şeyi ifade eder. ´Cult`ler genellikle yüksek karizmalı liderler ve onların yeni bir hayat anlayışına ilişkin etkileyici mesajları etrafında oluşur. Şu an Amerika’da 5000 civa- rında ´cult`un olduğu bilinmektedir. 1997 yılında California’s Heaven’s Gate’den otuz dokuz kişinin daha yüksek bir varlık mertebesine geçmek iddiasıyla intihar etmesi halkın birçok ´cult`a karşı bakışını olumsuzlaş- tırdı. Hatta bazı araştırmacılara göre, ´cult` mensupları çılgın oldukları için hiç hesaba katılmamalıdır. ´Cult`ın böyle algılanması bir talihsizliktir çünkü onun dini organizesinde hiçbir yanlışlık yoktur. Aslında, Yahudilik, İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi birçok din birer ´cult` olarak başlamıştı. El- bette onların birçoğu da uzun soluklu değildir. Onların çoğu üyelerinden sadece kendi doktrinlerine uymalarını beklemez, aynı zamanda yeni bir yaşam tarzına geçmelerini bekler. Bu durum dışarıdan bakılınca genellik- le bir beyin yıkama olayı olarak algılanır (Macionis, 1999: 488).

Günümüzdeki bazı din sosyologları, Batı’da ´cult` kavramının halk ara- sında diğer inançları aşağılamak için kullanıldığına dikkat çekmektedir: Çoğu insana göre, ´cult` terimi, aslında bir grubu haksız çıkarmak ya da protesto etmek için kullanılan aşağılayıcı bir etikettir. ´Cult`, en iyi anlatı- mıyla tuhaf; en kötü anlamıyla öldürücü küçük bir dini gruptur. ´Cult`lere bir şekilde şüpheyle yaklaşılması gerekir. Onlar tehlikelidir ve kesinlikle yasal dini organizasyonlar değildir (Zuckerman, 2006: 111).

R. Stark ve W. S. Bainbridge, ´cult`ların ortaya çıkmasında üç önemli fak- tör üzerinde durdular ki, bu faktörler aynı zamanda belli başlı ´cult` mo- dellerini de oluşturmaktadır. Bunlar; psikopatoloji, beceri ve alt kültür-evrimi faktörleridir. Psikopatolojik model, akıl hastası kişilerin icat ettiği yeni dini yorumlar, fikirler ve bunları kabul edenlerce oluşturulur. Akıl hasta- lığı bu kişilere alışılagelmiş anlayışları aşma ve dikkate değer bir yaratı- cılık imkânı verir. Bu dini yorumlar ve dini fikirler daha sonradan diğer dinleyiciler tarafından takip edilir ve yeni ´cult` grupları oluşur. İkincisi, müteşebbis ya da beceri modelidir. Bu tarz ´cult`lar birçok yönden dün- yevi işlere benzer. Bu hareketler yetenekli kişilerce oluşturulur ve bunlar bu sayede menfaat elde edeceklerine inanırlar. Onların menfaati birçok durumda parasaldır fakat, bazen prestij, yönetim ve iktidar gibi manevi şeyler de olabilir. Buradaki liderler ´cult`un inanç sistemiyle kendi tecrü- belerini birleştirip yeni bir sentez oluştururlar. Stark ve Bainbridge, bu liderleri dürüst olan kurucular ve dürüst olmayanlar diye ikiye ayırmak- tadır. Üçüncü model, alt kültür-evrimleşmesi modelidir. Bu tarz gruplar, sapmış kabul edilir ve toplumdan dışlanmışlardır. Bunlar ilerleyen nesil- lerde yeni dini yorum ve izahlar geliştirebilirler. Bu süreç ilerleyince alt kültüre ait yeni bir ´cult` ortaya çıkar (Hamilton, 1995: 203,204).

Din sosyologları, dini gruplardan birisi olan ´cult`ları daha iyi ifade ede- bilmek için yeni kavramlar da geliştirmişlerdir. Bunlardan birisi New Re- ligious Movement (Yeni Dini Harket) tir. Yirminci yüzyılda, yeni dini ha- reketler ya da ´cult`larda büyük bir patlamaya şahit olundu. Bunlar; temel kiliselerdeki bölünmeden değil de diğer sosyal dinamiklerden kaynakla- nıyordu. Daha çok özel karizmatik fertlerden esinlenerek ya da dünyanın diğer tarafındaki dini ve kültürel çevrelerden etkilenerek ortaya çıktılar. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki bazı yeni dini hareketler bir hayli taraf- tarı Doğu dini düşüncelerine ve uygulamalarına çektiler. Bunların çoğu, Brahma Kumaris, Hare Krishna, Rajeneeshism (Osho), Sahaja Yoga ve Sai Baba’yi da kapsayan Hindistan coğrafyasından yayılmaktadır. Bazı yeni dini hareketler de; Ron Hubbard (Scientology), Moses David (Children of God or Family), John Wimber (Vineyard Cristian Fellowship), Maharishi Yogi( Transcendental Meditation) gibi, bazı özel dini lider ya da kâhinlerin öğretilerinden kaynaklanmaktadır (Northcott, 1999: 211).

Sosyologlar, yirminci asırda yeni dini hareketlerin büyük artışıyla ilgili bazı sosyal sebepler tespit ettiler. Yeni dini hareketlerin toplumlarda çoğal- masına bakıldığında, onların; endüstrileşme ve şehirleşme derecesiyle pa- ralel bir başarı sağladıkları görülür. Onların Avrupa ve Kuzey Amerika’da ilk olarak çoğalması 1945 ve 1965 yılları arasında oldu. Aynı şekilde son otuz yılda yeni dini hareketlerde Japonya’da da hızlı bir yükseliş görül-dü. Şimdi Güneydoğu Asya ve Latin Amerika ülkelerinde de yeni dini hareketlerde benzer bir gelişme söz konusudur. Modern kültürel yenilik- lerin benzer diğer şekilleri, yeni dini hareketlerin şehirlerde de başarı ka- zanmasını sağladı. Birçok yeni dini hareketlerin dalları, büyük kıtaların önemli şehirleri çevresinde global şebekeler şeklinde yayıldılar. Köyden şehre göç gibi faktörlerle şehirlere yeni gelen göçmenler, geleneksel köy dini ile ilgili bağlarını kopardılar ya da yüksek okul öğrencileri ev etkile- rinden koptular. İşte bütün bunlar, yeni dini hareketlerin taraftar toplama faaliyetlerinin her zaman odağında yer almaktadır (Northcott, 1999: 212).

Yeni dini hareketlerin gelişmesi aynı zamanda, modern sosyal sistem ve şahsiyetsiz şehir hayatı ile ilgili hayal kırıklığı ya da rahatsızlığı da yansıt- maktadır. Yeni dini hareketler; aynı şekilde modernitenin iş ahlakı, mater- yalizm ve tüketicilik gibi diğer özelliklerine de karşıt bir kültür gibi karşı çıkmaktadırlar. Dahası onlar; para bölüşümü, üyeler arası sahiplik ya da meditasyon uygulamaları gibi alternatif inançların, değerlerin ve hayat tarzlarının propagandasını yapmaktadırlar. Böylece, dışarıdaki maddi ra- hattan çok daha fazla olarak bilincin iç ifadelerine ve huzura önem verirler. Modernitenin birçok özelliği yeni dini hareketlerin gelişmesinde avantaj oluşturmuştur. Yeni dini hareketlerin gelişmesi aynı zamanda; fikirlerde, dinlerde rekabet eden bir piyasayı ve içinde fertlerin ana babalarına uy- mak yerine, kendi inançlarını, kararlarını almaya alıştığı bir sosyal çevreyi yansıtmaktadır. Roy Wallis, yeni dini hareketleri modern ferdiyetçilik ve tüketiciliği en fazla akort eden unsurlar arasında görmektedir. Bunların içinde Scientology ve Transcendental Meditation gibi dünyaya mültefit hareketler de vardır (Northcott, 1999: 212).

Yeni dini hareketlere mensup olanların sayısı, ana dine bağlı olanlarla kı- yaslandığında nispeten küçük görülür. Bu nispi önemsizlik, sadece rakam- lar çerçevesindedir. Yeni dini hareketler genellikle kanuna, bürokrasiye uygun hareket eder. Scientology ya da Mooncular gibi dini grupların, on- lara yeni katılanların beyinlerini yıkadıkları, psikolojilerini tahrif ettikleri ya da karakterlerini tahrip ettikleri, karşıt olanlar tarafından iddia edildi. Onlar, bu hareketlerin psikolojik inşa için, insan yaşamına karşı fiziki en- geller de koyduklarını iddia ettiler. Bu hareketlerle ilgili yapılan sosyolojik araştırmalar, yeni dini hareketlerin; taraftar toplama ve bunları muhafaza etmek için, bazı baskı unsurlarına müracaat ettiklerini tespit etti. Fakat bu baskı, genellikle pratik ticari satışlarda kullanılan psiko-sosyal tekniklere benziyordu ve beyin yıkama olayına ait net bulgular bulunamadı. Birçok insan, heyecana, akla ya da ruha ait ihtiyaç ve arzularını karşılamak için yeni dini hareketlere katılmaktadır. Bunların içine ortak bir aile ortamında yaşama isteği de dahil edilebilir. Bu ailede aynı düşüncedeki insanlar; ırka ait faktörlerden kaçmak, tüketim toplumundan kurtulmak için pratik ve alternatif bir hayat tarzı geliştirmişlerdir. Bu bağlamda onlar, yeni medi- tasyon teknikleri öğrenirler, yeni bir terapi uygularlar ya da yeni bir ruhi felsefe elde ederler. Sosyologlar, yeni dini hareketlere tarafsız bir gözle bakmayı önermektedirler. Çünkü yeni dini hareket liderleri ve üyeleri de din özgürlüğü haklarını kullanmaktadır (Northcott, 1999: 213).

Yukarıdaki dörtlü sınıflama çerçevesinde H. M. Johnson tarafından ge- liştirilen ve Batı dünyasındaki dini grup tipolojisini gösteren tablolardan birisi şudur:

 

 

Tablo 2:      Dini gurupların ideal tipleri

Tablo 2:      Dini gurupların ideal tipleri

 

Değişkenler

Ecclesia

Sect

Denomination

Cult

Üyeliğinzorunluluğu

 

Zorunlu

 

İsteğe bağlı

 

İsteğe bağlı

 

İsteğe bağlı

Üyeliğin herkeseaçıklığı

 

Nispeten açık

 

Sınırlı

 

Nispeten Açık

 

Açık

Diğer dini gruplara karşıtutum

 

 

Hoşgörüsüz

 

 

Hoşgörüsüz

 

 

Hoşgörülü

 

 

Hoşgörülü

Kendine döndürmeye

 

Çalışır

 

Bazen Çalışır

 

Bazen Çalışır

 

Bazen Çalışır

 

 

 

İç organizesi

 

 

 

Otokratik,hiyerarşik

Genelge demokratik,kısmenhiyerarşik

 

 

Demokratik, bazenhiyerarşik

 

 

Baskın bir liderağırlıklı

 

 

 

Din adamlarının durumu

Din adamları ile diğerleri arasında önemli bir fark var.Kurtuluş için dinadamı şart.

 

Din adamları ile diğerleri arasında hafiffark var.

 

Ecclesia ve sectarası bir konumda.Kurtuluş için dinadamı şart değil.

 

Hafif bir fark var.Kurtuluş için dinadamı genelde şart değil.

 

 

 

Dünyevi işlerekarşı tutum

 

 

 

Ecclesia’ya saldırıdışında uzlaşmacı.

Hoşgörüsüz, ilgisiz ya

da dünyeviişlerden geriçekilir.

 

 

 

Uzlaşmacı,nispeten dünyevi.

 

 

 

Büyük orandadeğişir.

 

Yukarıdaki bu “ideal tipler” teorik bir çerçevede oluşturulmuş ve herhan- gi bir özel dini grup için mutlak zorunluluğu yoktur (Johnson, 1968: 434).

P. Zuckerman, günümüzde dini grup tipolojisinde onların ömürleri ve ta- raftar sayılarına da dikkat çekmektedir: Bir dini grup ne kadar uzun süre varlığını devam ettirirse, ´cult` olarak adlandırılma ihtimali de o kadar az, meşru bir din olarak kabul görme olasılığı ise, o oranda fazladır. Dini meş- ruiyetin oluşumunda ikinci faktör sayıdır. Eğer tek bir insan sıkı bir şekilde başka hiç kimsenin inanmadığı bir şeye inanırsa, insanlar genellikle böyle bir kişiyi deli ya da çılgın olarak adlandırırlar. Eğer, on ya da on beş kişi sıkı bir şekilde başka hiç kimsenin inanmadığı bir şeye inanırsa, insanlar böyle bir grubu ´cult` ile ilişkilendirebilir. Fakat eğer beş yüz ya da beş bin kişi sıkı bir şekilde başka hiç kimsenin inanmadığı bir şeye inanırsa, böyle bir grup sekt olarak tanımlanabilir. Ve eğer sayı on beş bine ya da beş yüz bine ulaşırsa o zaman ´denomination`dan söz edebiliriz. Eğer sayı beş milyon ya da daha fazlaysa, bu durumda ortada gerçek bir din var demektir. Elbette bu sayıları rast gele veriyorum (Zuckerman, 2006: 122-124).

B. R. Wilson; din sosyolojisinde dini grupları tahlil etmek için J. M. Yinger ve P. Berger’in de yeterli gördüğü ´church-sect` dikotomisini tatmin edici bulmaz. Wilson’a göre bazıları buna ´cult` kavramını ilave etse de, bu du- rum tipolojideki yetersizliği ortadan kaldırmaz. Ona göre bir teolog olan,

D. A. Martin’in yaptığı ´sects-cults` ya da ´denomination-sect` karşıtlığına dayanan kıyaslamalar da yetersizdir. Çünkü bunları birkaç dikotomi içi- ne sığdırmak kolay değildir. Wilson, mezhepleri teolojik ya da doktrinal açıdan sınıflandırmanın sosyolojik bakış açısına üç çeşit engel çıkardığını savunmaktadır. Birincisi, bu tarz bir sınıflama farklı dini gelenekten gelen mezhepleri birbirleriyle karşılaştırmalı olarak inceleme imkânını sınır- lamaktadır. İkincisi, bu tarz sınıflama mezheplerin diğer önemli karak- terlerini tanımlamayı önlemektedir. Doktrinal sınıflamalar, mezheplerin örgütlenme ve dinamik görüntülerini gölgelemektedir. Üçüncüsü, bu sı- nıflamalar teolojik bir karakter taşır ve bu durum mezheplerin zamanla normatif olarak damgalanmasına sebep olabilir (Wilson, 1969: 363).

B. R. Wilson’a göre, sosyolog dini grupları sınıflandırırken farklı prensip- lerden hareket etmelidir. Böyle bir tipolojinin başarılı olması durumunda, Hıristiyan olmayan mezhepler de incelenebilecektir. Bu tarz bir sınıflan- dırmada sosyologun dikkat edeceği ana prensip; mezheplerin dünyaya bir cevap olduklarıdır. Bu çıkış noktası mezhepleri sosyolojik açıdan sınıflan- dırmak ve onları birbirleriyle karşılaştırmak hatta onların gelişimini takip etmek için yeterli altyapıyı sağlayacaktır (Wilson, 1969: 363). Wilson, belir- lediği yukarıdaki prensipler doğrultusunda dini grupları yedi ana başlık altında şöyle sınıflandırmaktadır:

 

 

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6Sonraki sayfa

İlgili Makaleler