Din ve Toplum

DİN SOSOYOLOJİSİ VE DİNÎ SOSYOLOJİ FARKI

DİN SOSOYOLOJİSİ VE DİNÎ SOSYOLOJİ FARKI

Din sosyolojisi ile dinî sosyoloji arasındaki farkı ayırt edebilmek.

Din sosyolojisi, dinin bir toplumsal kurum olarak toplumdaki rolünü ve etkisini in­celemeye çalışan bir bilim dalıdır. Dinin sosyolojik bir kurum olduğu yani dünya­nın her yanındaki bütün toplumlarda mutlaka var olduğu üzerinde uzlaşılmış bir tespittir. Dinin şu veya bu şekilde olması, şu veya bu içeriğe sahip olması burada önemli değildir. Toplumlarda paylaşılan belli bir kutsallık inancı ve bu kutsallık et­rafında paylaşılmış bir uygulamalar alanı varsa sosyoloji için ilgiye veya kayda de­ğer bir din olgusu da var demektir. Sosyolojinin görevi paylaşılan bu kutsallıkların toplumda ne ölçüde etkili olduğu, toplumu bir arada tutma veya başka toplumla­ra dair ne tür algılar ürettiği ve bu algılardan ne tür toplumsal dayanışma veya ça­tışmaların ortaya çıktığını tespit etmeye çalışmaktır. Bunun yanı sıra, din sosyolo­jisinin görevi bu asgari haliyle tespit edilen din olgusunun diğer sosyolojik kurum­larla olan etkileşimlerini de inceler. Dinî inanç veya davranışlar ekonomiye nasıl etki eder? Ekonomik gelişmeye olumlu mu olumsuz mu etki eder? Ekonomik iliş­kilerde Protestanlıkta veya Yahudilikte olduğu gibi rasyonel davranışı besleyerek sermaye birikimine mi yol açar, yoksa tamamen irrasyonel bir şekilde insanları dünyevi her türlü etkinlikten uzak durmaya mı yöneltir? Dahası ekonomik ilişkiler mi kendine özgü bir dinsellik yaratır yoksa din mi ekonomik ilişkilere gerçek an­lamda yön verir? Yanı sıra bir sosyolojik kurum olarak ne tür bir ailenin oluşumu­na ne ölçüde yön verir? Aile, toplumun biyolojik yeniden üretimini sağlayan temel bir sosyolojik kurumdur. Bu kurumu ayakta tutan, şekillendiren değerlerin oluşu­munda dinin etkisi nedir veya dinî inançların nesilden nesile aktarılmasında aile kurumunun rolü nedir? Diğer sosyolojik kurumlardan siyasetle din arasındaki iliş­ki de her zaman din sosyolojisinin önemli konularından birisi olmuştur. Teokrasi, laiklik veya din devlet ilişkilerine dair diğer kombinasyonlar da din sosyolojisinin önemli konularındandır. Demokratik siyasete katılımda bulunan vatandaşların davranışlarında dinî inanç veya cemaatleşmelerinin etkisi de din sosyolojisi açısın­dan her zaman önemsenen konulardan olmuştur. Bir başka sosyolojik kurum ola­rak eğitim ile din arasındaki ilişkiden de din sosyolojisinin ilgileneceği bir dizi so­ru üretilebilir. Dinin kendisinin eğitim rolü veya eğitim ihtiyacı olduğu açıktır. Hem dinin yeni nesillere geleneksel bilginin aktarılmasında oynadığı rol hem de dinin
kendi sürekliliğini sağlayabilmek için içerdiği eğitim boyutu din sosyolojisinin önemli konularındandır.

Bütün bu sorular bir sosyolojik kurum olarak dinin diğer sosyolojik kurumlar­la (ekonomi, aile, siyaset, eğitim, boş zamanlar) olan ilişkilerine dair sorulardır. Din sosyolojisi din kurumunun diğer sosyolojik kurumlarla olan ilişkisini, dinsel davranışla diğer sosyolojik davranışlar arasındaki ilişkiyi anlamaya ve açıklamaya çalışan sosyolojinin bir alt disiplinidir. Bütün bu açıklamaları yaparken din sosyo­lojisi incelediği dinî davranışın doğruluğu veya yanlışlığı hakkında bir yargıda bu­lunmaz. Amacı hangi dinsel davranışın doğru veya hangisinin yanlış olduğunu an­latmak değil, belli dinsel anlayışlar ile belli sosyal gelişmeler arasında ne türden bir ilişki olduğunu bulmaya çalışmaktır.

Oysa dinî sosyoloji, sosyolojiyi dinin veya belli bir dinin perspektifinden ele almaktır. Buna göre söz konusu dinin nasıl bir toplum yapısı önerdiği, kurumlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair tespitlerinden ziyade önerileri te- mellendirilmeye çalışılır. Burada söz konusu dinin içinden, o dinin hakikat iddiala­rına inanılmış olarak yola çıkılır. Örneğin, Hristiyan teolojisi ile sosyoloji arasında, böyle bir ilişki olmuştur. Kilise, Hristiyanlığın güçlü, ahlaklı ve Hristiyan bir toplum oluşturma konusunda sosyolojinin verilerinden nasıl yararlanılabileceğini araştırır. Aynı zamanda Hristiyanlığın referans kaynaklarında nasıl bir toplum ve toplumsal değişim modelinin çıkarsanabileceğine dair bazı araştırmalar da yapılmıştır. Hıris­tiyanlığın toplumsal bütünlüğü, dayanışmayı ve barışı sağlama konusunda içerdiği ahlaki unsurlara vurgu yapılır. Hristiyanlığın önemsediği aile kurumunun toplum­daki olumlu işlevlerine vurgu yapılması aynı zamanda dinî bir sosyolojinin de te­mel öncelikleri arasındadır. Protestanlığın ekonomik bir gelişme olarak kapitaliz­min gelişiminde oynadığı role dikkat çekilmesi bir tür Protestanlık güzellemesi ola­rak okunmuştur. Bu durumda kendisi de bir Protestan olan Max Weber’in Protes­tan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu isimli meşhur eseri din sosyolojisinin mi dinî sos­yolojisinin mi temel metinleri arasında yer alabilir?

Benzer bir tartışma İslam sosyolojisi için de geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’de top­lumsal değişimin tarzına ve kurallarına dair çok önemli tespit ve iddia vardır. Bu tespitlerden yola çıkılarak İslam’ın toplumsal değişim için kendine özgü bir teori­sinin bulunduğu üzerinde durulmuştur. İbn Haldun, Kur’an’daki bu tarz tespitler­den yola çıkarak toplumsal değişimi modellemiştir. Kuşkusuz o da Kur’an’daki ve­rileri temel, tartışmasız gerçek veriler olarak almıştır, ancak o verilerin anlaşılması ve yeniden yorumlanması hususunda kendine özgü bir kuramsallaştırma yapmış­tır. O, sadece Kur’an’dan okuduğunu yalın haliyle aktarmamış, aynı zamanda on­ları çok derin tarihsel gözlemlerinden derlediği verilerle bir arada düşünüp çıka­rımlara varmıştır.

 

İbn Haldun (1332-1406), Tunus’ta doğmuş ve hayatı boyunca Fas, Gırnata, Ceza­yir, Mısır’da değişik devlet görevlerinde bulunmuş ve bu görevleri dolayısıyla devlet hakkında güçlü gözlemler yapmış bir tarihçi. Sosyolojinin bir disiplin olarak adının bile konmadığı bir tarihte yaşamış olsa da, tarihi yapma tarzı dolayısıyla dünyada­ki ilk sosyolog olarak nitelenmeyi hak etmiştir. Gerçekten de başta temel eseri Mukad­dime olmak üzere diğer kitaplarında da geliştirdiği yaklaşımlar bugün de toplumsal değişimi anlamak için çok önemli bir çerçeve sunmaktadır.

İbn Haldun devletlerin oluşumunu, gelişimini ve çöküşünü anlattığı meşhur teorisi­ni bedevilik ve hadarilik arasındaki bir tarihsel sarkaç benzetmesiyle modellemiştir. Buna göre devletler grup dayanışması anlamındaki asabiyelerinin çok güçlü olduğu bedevilik zamanlarında oluşurlar. Bu dönemde birbirlerine bağlılıkları ve dayanış­maları çok güçlü olduğu için tarihsel değişimi motive etmeye de çok yatkındırlar. Çünkü bedevi hâlde yaşadıkları için kaybedecek bir şeyleri olmamanın rahatlığıyla kolaylıkla ölüme bile gidebilir, istedikleri yerde yerleşip istedikleri yere gidebilirler. Önceden yerleşik olmuş (hadari) bir topluluğu zapt edip oraya yerleşince ise mülk edinip oraya yerleşince artık kaybedecek bir şeyleri de oluşmuştur. Bu durumda grup dayanışmasının zamanla yittiği ve yerine herkesin kendini düşünmeye başladığı uzun bir süreç başlamış olur. Bu aynı zamanda bedevilerin hadari hayata geçip devletlerini yerleşik bir medeniyete dönüştürdükleri dönemdir. Belli bir süre ihtişam sürdüren bu eski bedevi yeni hadari toplum bir süre sonra yerini başka bir bedevi toplumun istilasına bırakacak kadar yerleşik hayatın konforuna kendini kaptıra­caktır. İbn Haldun’un modelindeki devletlerin ortalama ömrü üç kuşak yani 120 yıl­dır, ancak bu süre tarihten ibret alındığı takdirde uzatılabilir, alınmazsa daha da kısa sürebilir.

İbn Haldun’un Mukaddime isimli kitabı aslında bir İbretler Kitabı olarak tasar­ladığı tarihin yöntem bilgisini içeren girişidir. Bu kitap tarihte en erken sosyolojik metinler arasında yer almakla birlikte hareket noktası büyük ölçüde İslam dinin­den esinlenmiş temel kabullerdir. Bu durumda din sosyolojisi ile dini sosyoloji ara­sındaki ayırımın da yapılmasının kolay olmadığı güçlü örneklerin olduğunun en önemli kanıtını oluşturuyor.