DİN KELİMESİNİN ÇEŞİTLİ ANLAMLARI
DİN KELİMESİNİN ÇEŞİTLİ ANLAMLARI
Etimolojik ve semantik bakımlardan Arapça’da “din” kelimesinin, “de-ye-ne” veya “dâ-ne” kökünden geldiği ve genellikle üç muhtelif kaynağa dayanan farklı manâları ifade ettiği anlaşılmaktadır.
- Öz Arapça’da din, “usûl, âdet, tutulan yol ve buy” gibi manâlara gelmektedir. Nitekim, “Peygamber kavminin dininde idi” sözünde din, usûl ve âdet manâsında kullanılmış bulunmaktadır. Cahiliye devri Hüzey kabilesi şairinin şu şiirinde ise din, huy manâsında kullanılmıştır:
“Yanımdakilerin hepsi uykuya daldılar; yine tasam geri geldi; durmadan tazeleniyor. Tekrar eski dinim (huyum) bana geri döndü ve ben sanki göğüs kaburgalarım arasında bir tel gerilmiş gibi idim”.
- Aramî-Ibranî dillerinden geldiği ifade edilen anlamı ile din, “mülk, idare etmek, hükmetmek, ceza, yargı, hesap, muhasebe ve mükâfat” manâlarında kullanılmaktadır. Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm’de Fatiha sûresinin 4. âyetinde “Din gününün sahibi” ibaresinde yer alan din kelimesini müfessirler (Beyzavî, Razî, Taberî, vs.), meşhur ve muteber olan bir tefsire göre ceza, mücazat ve mükâfat manâsına yorumlamaktadırlar. Aynı şekilde, “İyilik yok olmaz, suç unutulmaz, yargılayan Tanrı ölmez. İstediğin gibi ol, yaptığının cezasını çekersin” hadisinde geçen din sözünü de muhaddisler hesaplaşma ve cezalanma manâlarında anlıyorlar.
- Farsça, Zend-Avesta’dakı Dâena sözünden geldiği öne sürülen din kelimesi, “din ve mezhep edinmek, inanmak, âdet edinmek” manâlarını ifade etmektedir. Buna göre din, “kişinin bağlandığı ve uyduğu nazarî ve amelî yol”dm ki, bu anlam, bugün dinden anlaşılan manâya daha yakın gözükmektedir.
- Kur’ân-ı Kerîm’de din kelimesinin, muhtelif âyetlerde (mesela: Kâfirûn: 1-6; Zümer: 11; Yunus: 104; Alî İmran: 19,73; Maide: 3; Bakâra: 112) taat, itaat, teslimiyet, ibadet, millet, gibi çeşitli manâlarda kullanıldığı görülmektedir. Esasen, Kur’ân-ı Kerîm’de din kelimesinin İslâm ile sıkı sıkıya irtibatlı olduğu anlaşılmaktadır. Gerçi, din kelimesi herhangi bir din manâsını ifade edebilirse de, Kur’ân-ı Kerîm’de tahsisen Allah katındaki dinin İslâm olduğu “Allah indinde din İslâm’dır” (Ali İmran: 19) ayet-i celîlesi ile açıkça bildirilmektedir.
- Eski Yunanca’da din sözü, “korku ile karışık sevgi ve saygı” manâlarını ifade etmekteydi. Bu anlamda İslâm uleması, mü’minin mabudu karşısındaki durumunu “Korku ve ümid arasında” (Beyn el- Havfi ve’r-Reca) şeklinde tavsif etmektedir. Aynı şekilde, “Hikmetin başı Allah korkusudur” denilirken de bu manâya atıfta bulunulmaktadırlar. Kur’ân-ı Kerîm’de Cenab-ı Allah, bir yandan kullarına “şefkât, nimet, fazl, rahmet ve merhamet sahibi” şeklinde tavsif edilirken, öte yandan da “adalet, gazab ve intikam sahibi, kahhar ve azabı şiddetli” olarak takdim edilmektedir ki, bu iki veçheyi meşhur din fenomenoloğu Ru- dolf Otto (1869-1937) “Korkutucu ve büyüleyici sır” (Mysterium, tre- mendum, facinosum) olarak tavsif ettiği “esrarengiz” (numineux) in ya da “kutsal” (sacree) m iki ana karakteristiği olarak almaktadır.
f Batı dillerinde din sözünün iki kökten geldiği ifade edilmektedir:
- Hristiyan Çiçeron diye tanınan Lactantius, İlâhî Müessese (Di- vinarum İnstitutionum, Libriseptem, FV( 28) adlı eserinde dinin “Reli- gar e” yani “bağlanmak” kökünden geldiğini bildirmektedir ki, bu durumda, insanların din yoluyla Tanrı’ya ve birbirlerine bağlanmaları anlatılmak istenmektedir. Bu bağlılık, yukarıda sözü edilen “korku ve saygı” ile bir bağlılıktır. Nitekim bu anlamda Müslümanlıkta, bizzat “İslâm” kelimesi “Seleme” kökünden “teslim olmak, inkiyad etmek, boyun eğmek, Allah yoluna sülük ederek, O’nun iradesine tâbi olmak” gibi manâlarda, Müslümanların din yoluyla Allah’a ve birbirlerine bağlanmalarını ifade etmektedir.
- Çiçeron,”Tanrı’nm Mahiyeti” (De Deorum Natura, II, 28) adlı eserinde din sözcüğünün “Religere” kökünden geldiğini yazmaktadır. Bunun anlamı, ‘bir işi tekrar tekrar ve dikkatlice yapmak’tır. Burada tekrar etmek manâsı ile her halde ibadet ve âyinler kast olunsa gerektir.
Din teriminde semantik bakımdan ayırt edilen bu iki farklı manâ, gerçekte dinî tecrübenin insan ve toplum hayatındaki tezahüründe ancak analitik olarak ayırt edilebilecek olan iki farklı boyuta da işaret etmektedir ki, bunlardan birisi tapanla tapılan arasındaki bağlılıktır. Bu bağlılığa fert açısından baktığımızda, dindarlık dediğimiz şey sübjektif bir halden ibarettir ve bu hal “Sübjektif Diri” diye adlandırılmaktadır. Nitekim, dinin bir vicdan meselesi ve şahsî bir seçim işi olduğu ifade dilerken kast edilen din ve dindarlık da işte budur. İkinci manâsı ile din ise, objektif bir gerçeklik olarak toplumun bağlandığı inanç ve amellerden mürekkep bir sistemdir. Din sosyolojisi daha çok “Objektif Din” denilen bu ikinci yönle ilgilenmektedir. Ancak, yukarda da ifade edildiği gibi, sübjektif din ve objektif din arasındaki bu ayırım aslında bir bakıma sadece analitik bir ayırımdan pek öteye de geçmemektedir