DİN FELSEFESİ
Genel bir düşünce
sistemi ya da bir dünya görüşü bağlamında dinin tanımlanması, özü, anlamı ve
kavramlarının temellendirilmesi amacıyla açıklanması, yorumlanması ve eleştirilmesi
İçin yapılan zihni ve felsefi çalışmalara dîn felsefesi adı verilir. Bir terim
olarak din felsefesi yakın zamanlarda yaklaşık XVIII. yüzyılın sonlanyla XIX.
yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştır ve dinin felsefi bakımdan İncelenmesini
ifade eder. Ancak dinin sözkonusu anlamda incelenmesini felsefe tarihinin başlangıcına
kadar gerilere gider.
Din felsefesi bütün
dini bilimlerden ve dinler tarihinden farklıdır. Bu anlamda din sorunu
metodik bir düşünmeyle ortaya koymaya çalışır. Dini kendine konu edinen
filozof, onun pozitif bilimlerden çok farklı bir sorun olduğunu gözden uzak
tutmaz. Çünkü, dinin objektif cephesinin yanında Özel bir ruh hali, deruni bir
duygu olduğu da ortadadır. Bir felsefi araştırmalar alanı olarak dîn
felsefesinin tarihi çok eskilere gitmemekle birlikle iki yüzyıla yaklaşan bir
geçmişi vardır. Dini kültür için sadece dini bilgiler ve dine dair özel bilimler
yeterli olamaz. Bİr anlamda dinin pratikleriyle ve sübjektilliğiylc birlikte,
sadece bireyin hayatında yaşaması yeterli değildir. Dinin muhakemesini yapmak,
dini düşüncenin, iman akidelerinin diğer düşünce şekilleriyle karşılaştırılması
da işte bu din felsefesine düşer. Bir başka ifadeyle dini bilimlerin ele
almadığı belli bir takım sorular cevabını din felsefesinden bekler. İman ve
ümit bir fenomen olarak nedir? Bunlar insan için ne İfade ederler? İnsan ile
inanç konuları, özellikle aşkın varlık arasındaki iman münasebeti nasıl bir
şeydir? Ve bu ilişki nasıl kurulur? Böyle bir ilişki daima bir ve aynı şekilde
mi, yoksa başka şekillerde mi ortaya çıkar? Dinler ve inanç sistemleri niçin
çok çeşitlidir. Her türlü din kendisinin mutlak doğru ve hak olduğunu
söylüyor, bu mümkün müdür? İnsan ile kendisine inanılan yüce varlık arasındaki
münasebeti kurmak İçin bir vasıta gerekli midir? İşte, bu ve benzeri soruların
cevabı din felsefesinin konuları arasında yer alır. Ancak bütün bu sorulara cevap
aranırken objektif olmak, yani önceden di-nİn lehinde veya aleyhinde bulunmamak
din felsefesi için en önemli metot şartıdır.
Tann’nın varlığı,
alemin yaratılışı, vahiy, ruhun ölümsüzlüğü gibi metafizik ve kozmolojik
meseleler, mevcut beşeri bilgilerimizden hareketle Tanrı’yı bilmenin imkanı ve
bu bilginin değeri, dini tecrübe, bilme ile anlamanın mahiyeti ve değerleri
gibi hususlar, dinin bilim ahlak ve sanatla ilişkisi gibi konular din
felsefesinin ana sorunlarını oluştururlar.
Dini inançları savunma
ile onların sadece açıklayıp yorumlaması ve üzerinde felsefe yapılması
arasındaki ayrımı gözönünde tutarak, din felsefesinin dini ilke (akide)lerin
savunulması veya mezhepler ve gelenekler arasındaki ayrıntıları ya da dinin
tarih ya da psikoloji hakkındaki bilgisine yeni şeyler eklemek şeklinde
düşünülmemesi gerekir. Bu anlamda din felsefesi insan düşüncesinin bütün
yapısı ve yetkisi sınırları içinde kalarak dinin karakteristik kavram ve
Öğretilerinin oynadığı rollerin ve özel sorunların tahlil, yorum ve
açıklanmasıyla uğraşır.
Böyiece bir düşünür,
din -kavramını, dini di-ğerinançve faaliyetlerden, örneğin ahlakî kurallar ya
da adetlerden, büyü girişimlerinden ve bilim ile felsefenin Öncüllerinden ayırd
eden şeyi bulmak üzere çözümlemeye çalışır. Bu tür çözümlemeler yüce ya da mutlak
bir varlığın ve ona tapınma ve hizmetin ne olduğunu tanımlamaya çaba gösterir.
Nitekim bu bağlamda Schleirmacher, “Dinin özü mutlağa bağlılık duygusunda
yatar” diyecektir. White-head’e göre ise; “Din bireyin kendi başına
gerçekleştirdiği bir şeydir.” Bu iki zıt ifadeden de anlaşılacağı gibi,
din dediğimiz olgunun tek bir özelliği ya da özellikler dizisi yoktur. Din daha
çok VVittgenstein’in “aile” adını verdiği karmaşık bir benzerlikler
ve karşılıklı ilişkiler ağı şeklinde karşımıza çıkar. Şu halde “Din nedir?”
sorusuna verilecek cevap, tek cümlelik bir tanımdan çok, geniş hacimli bir
açıklama, yorumlama ve çözümleme yöntemini ve sonuçlarım kapsamalıdır.
Durumu böyle tesbit
ettikten sonra, artık din felsefesinin konu ve sorunlarına geçebiliriz. Din
felsefesinin konuları, ilgili düşünürün en fazla aşina olduğu ve onun İçin önem
taşıyan dini geleneklere göre değişir. Bu nedenle Musevi gelenekte (Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslamda) temel felsefi ilgi, kaçınılmaz bir biçimde tek,
kadir-i mutlak herşeyi bilen ve yarattığı her şeyi kontrolünde tutan, aynı
zamanda da insanlarla vahiy aracılığıyla iletişim ku-ranTanrı kavramı üzerinde
odaklaşmıştır, Felsefenin en belli başlı konusu böyle bir Var-hk’ın
mevcudiyetini kanıtlamak için öne sürülen delillerin geçerliliğini ortaya
kovmak, olmuştur. Bu tür deliller hakkında yüzyıllar boyu geniş kapsamlı
araştırmalara, tartışmalara dayalı bir literatür oluşmuştur.
Tanrı’nm varlığını
kanıtlamaya çalışan bu tür delillerin bazı zaaf noktalan da gözden uzak tutulamaz.
Tanrı kavramının içsel olarak tutarlılığı var mıdır? Tanrı’yı tanımlayacak
herhangi bir beşeri kavramsal ve dilbilimsel donanıma sahip miyiz. Ya da bu
alanda bizim, ancak bulanık bir şekilde görüp anladığımız bir şeye işarette
bulunmak için metafor ve analoji kullanmaktan başka bir şey elimizden gelir mi?
Tek-tanrıcılık başka
bazı felsefi sorulara da yol açar: Örneğin, dünyada kötülüğün var olması,
merhamet sahibi ve herşeye gücö yeten biryaratıcı fikriyle nasıl
uzlaştırılacaktır? (Te-doise sorunu) ya da mucEelerin varlığı nasıl
açıklanacaktır? Onlar tabiat kanunlarına ilahi bir müdahale rnİdir, yoksa bizim
henüz açıklayamadığımız tabiî hadiseler midir? Tanrı’nın mutlak ve sonsuz
tabiatı ile iradesi (Külli irade) yaratıklarının nisbi özgürlük ve iradeleriyle
(cüz’i irade) nasıl uzlaştırüabilir? Kaza ve kader konusu: Allah kişinin
kaderim “tamamen” belirlemişse cüz’i irade nedir? Ve insan
amellerinden nasıl sorumlu tutulacaktır? Yok cüz’i irade insanın kaderini
belirtiyorsa, o halde Allah’ın yaratıklarına hükmetmesini nasıl anlamak
gerekir.
İnsanın Tanrı
hakkındaki bilgiyi nasıl ve ne derecede elde edebileceğine dair başka bazı
sorunlar da vardır. Deneysel ve bilimsel bilgiye öncelik tanıyan düşünürler
metafizik bir bilginin elde edilebileceğinden kuşku duymuşlar, ama dini ya da
mistik deneyime ilişkin fenomenlere de ilgisiz kalmamışlardır. Vahiy kavramı
da bu bağlamda özel bir önemi haizdir, zira Tanrı hakkındaki herhangi bir
bilginin insanın çabalarıyla elde edilemeyeceği, ancak Tanrı’nın kendisi
hakkındaki bilgiyi bizlere indirmesi ya da aktarması, sözkonusudur.
Son yıllarda din
felsefesi, diğer felsefe dalları gibi dil ve anlam araştırmalarına
yönelmiş-tir. Mantıkçı pozitivizm dinle pek derinliğine ilgilenmemiş, Tann
hakkındaki dinin temel öğretilerinin deneysel olarak doğrulanamadı-ğı
gerekçesiyle olgusal anlamdan yoksun olarak değerlendirilmiş ve olsa olsa
duygusal tutumların yanlış bir şekilde İfadesi olarak görülebileceği öne
sürülmüştür. Fakat yakın zamanlarda büyük ölçüde Wittgenstein’in ikinci
dönemine ait eserlerine etkisiyle dini söylem farklı bir dil oyunu ya da dilin
kullanımı olarak görülmeye başlanmıştır. Dinî söylem, bu görüşe göre, kendi
başına bir anlam kümesi oluşturmakta olup kendisinin dışında herhangi bir
dayanağa ihtiyacı yoktur, Tıpkı bilim ve felsefe, nasıl kendi dil ve anlam
“alanlarına” sahiplerse, din de kendi anlam “alanı” (ya da
Wittgenstein’in ifadesiyle “dinî hayat tarzfnın doğurduğu “dil
oyunu” içinde bir tutarlılığa sahiptir ve bilimsel ve deneysel açıdan
dinin iddialarının “kanıtlanamaz” oluşu onun değerinden hiçbir şey
kaybettirmez. Çünkü nasıl bilimden metafizik bir problemi çözmesini
bek-leyemiyorsak ve çözemediği için de onu suçla-mıyorsak, dini tezlerin de
zorunlu olarak bilime uygun olması gerekmez. O, kendi başına bir dünyadır.
Bu yaklaşımın din
felsefesi alanına yeni ve farklı bir yorum getirdiği söylenebilir. Çünkü en
azından yüzyıllardır tartışılmış olan Tanrı’nın varlığının delilleri
tartışmalarını bir yana bırakmak, dikkatleri, günlük yaşantıları içinde inanan
kimselerin nasıl inandıklarını ve böyle bir inanmanın niteliğini araştırmaya,
dinin ve dinî söylemin tabiatının ne olduğunu tesbite ve en önemlisi dinin
anlamının modern kafa karışıklığına kurban edilmesinin önlenmesine çevirmiştir.
Tabii ki, bu tür seküler (dünyevi) yaklaşımların, dinin modern hayatta diğer
sosyal unsurlardan biri haline gelmesiyle yakından ilişkili olduğu
unutulmamalıdır. Dinin her şey olduğu geleneksel toplumların dini inancından
ne kadar uzaklaşıldığını gösteren ilginç bir Örnektir bu.
Bk. Din;Dinler
Tarihi;Din Psikolojisi