Felsefe Akımları

Din Felesefesi (Felsefe Akımları)

felsefe/toplant11 DİN FELSEFESİ

Genel bir düşünce sistemi ya da bir dünya görüşü bağlamında dinin tanımlanması, özü, anlamı ve kavramlarının temellendirilmesi amacıyla açıklanması, yorumlanması ve eleştirilmesi için yapılan zihni ve felsefi çalışmalara dîn felsefesi adı verilir. Bir terim olarak din felsefesi yakın zamanlarda yaklaşık XVIII. yüzyılın sonlanyla XIX. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştır ve dinin felsefi bakımdan incelenmesini ifade eder. Ancak dinin sözkonusu anlamda incelenmesini felsefe tarihinin başlangıcına kadar gerilere gider.

Din felsefesi bütün dini bilimlerden ve dinler tarihinden farklıdır. Bu anlamda din sorunu metodik bir düşünmeyle ortaya koymaya çalışır. Dini kendine konu edinen filozof, onun pozitif bilimlerden çok farklı bir sorun olduğunu gözden uzak tutmaz. Çünkü, dinin objektif cephesinin yanında Özel bir ruh hali, deruni bir duygu olduğu da ortadadır. Bir felsefi araştırmalar alanı olarak dîn felsefesinin tarihi çok eskilere gitmemekle birlikle iki yüzyıla yaklaşan bir geçmişi vardır. Dini kültür için sadece dini bilgiler ve dine dair özel bilimler yeterli olamaz. Bİr anlamda dinin pratikleriyle ve sübjektifliğiyle birlikte, sadece bireyin hayatında yaşaması yeterli değildir. Dinin mu­hakemesini yapmak, dini düşüncenin, iman akidelerinin diğer düşünce şekilleriyle karşılaştırılması da işte bu din felsefesine düşer. Bir başka ifadeyle dini bilimlerin ele almadığı belli bir takım sorular cevabını din felsefesinden bekler. İman ve ümit bir fenomen olarak nedir? Bunlar insan için ne İfade ederler? İnsan ile inanç konuları, özellikle aşkın varlık arasındaki iman münasebeti nasıl bir şeydir? Ve bu ilişki nasıl kurulur? Böyle bir ilişki daima bir ve aynı şekilde mi, yoksa başka şekillerde mi ortaya çıkar? Dinler ve inanç sistemleri niçin çok çeşitlidir. Her türlü din kendisinin mutlak doğru ve hak olduğunu söylüyor, bu mümkün müdür? İnsan ile kendisine inanılan yüce varlık arasındaki münasebeti kurmak için bir vasıta gerekli midir? İşte, bu ve benzeri soruların cevabı din felsefesinin konuları arasında yer alır. Ancak bütün bu sorulara ce­vap aranırken objektif olmak, yani önceden di-nİn lehinde veya aleyhinde bulunmamak din felsefesi için en önemli metot şartıdır.

Tann’nın varlığı, alemin yaratılışı, vahiy, ruhun ölümsüzlüğü gibi metafizik ve kozmolojik meseleler, mevcut beşeri bilgilerimizden hareketle Tanrı’yı bilmenin imkanı ve bu bilginin değeri, dini tecrübe, bilme ile anlamanın mahiyeti ve değerleri gibi hususlar, dinin bilim ahlak ve sanatla ilişkisi gibi konular din felsefesinin ana sorunlarını oluştururlar.

Dini inançları savunma ile onların sadece açıklayıp yorumlaması ve üzerinde felsefe yapılması arasındaki ayrımı gözönünde tutarak, din felsefesinin dini ilke (akide)lerin savunulması veya mezhepler ve gelenekler arasındaki ayrıntıları ya da dinin tarih ya da psikoloji hakkındaki bilgisine yeni şeyler eklemek şeklinde düşünülmemesi gerekir. Bu anlamda din felsefesi insan düşüncesinin bütün yapısı ve yetkisi sınırları içinde kalarak dinin karakteristik kav­ram ve Öğretilerinin oynadığı rollerin ve özel sorunların tahlil, yorum ve açıklanmasıyla uğraşır.

Böyiece bir düşünür, din kavramını, dini diğer inanç ve faaliyetlerden, örneğin ahlakî kurallar ya da adetlerden, büyü girişimlerinden ve bilim ile felsefenin Öncüllerinden ayırd eden şeyi bulmak üzere çözümlemeye çalışır. Bu tür çözümlemeler yüce ya da mutlak bir varlığın ve ona tapınma ve hizmetin ne olduğunu tanımlamaya çaba gösterir. Nitekim bu bağlamda Schleirmacher, “Dinin özü mutlağa bağlılık duygusunda yatar” diyecektir. White-head’e göre ise; “Din bireyin kendi başına gerçekleştirdiği bir şeydir.” Bu iki zıt ifadeden de anlaşılacağı gibi, din dediğimiz olgunun tek bir özelliği ya da özellikler dizisi yoktur. Din daha çok VVittgenstein’in “aile” adını verdiği karmaşık bir benzerlikler ve karşılıklı ilişkiler ağı şeklinde karşımıza çıkar. Şu halde “Din nedir?” sorusuna verilecek cevap, tek cümlelik bir tanımdan çok, geniş hacimli bir açıklama, yorumlama ve çözümleme yöntemini ve sonuçlarım kapsamalıdır.

Durumu böyle tesbit ettikten sonra, artık din felsefesinin konu ve sorunlarına geçebiliriz. Din felsefesinin konuları, ilgili düşünürün en fazla aşina olduğu ve onun için önem taşıyan dini geleneklere göre değişir. Bu nedenle Musevi gelenekte (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamda) temel felsefi ilgi, kaçınılmaz bir biçimde tek, kadir-i mutlak herşeyi bilen ve yarattığı her şeyi kontrolünde tutan, aynı zaman­da da insanlarla vahiy aracılığıyla iletişim kuran Tanrı kavramı üzerinde odaklaşmıştır, Felsefenin en belli başlı konusu böyle bir Varhk’ın mevcudiyetini kanıtlamak için öne sürülen delillerin geçerliliğini ortaya kovmak, olmuştur. Bu tür deliller hakkında yüzyıllar bo­yu geniş kapsamlı araştırmalara, tartışmalara dayalı bir literatür oluşmuştur.

Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışan bu tür delillerin bazı zaaf noktalan da gözden uzak tutulamaz. Tanrı kavramının içsel olarak tutarlılığı var mıdır? Tanrı’yı tanımlayacak herhangi bir beşeri kavramsal ve dilbilimsel donanıma sahip miyiz. Ya da bu alanda bizim, ancak bulanık bir şekilde görüp anladığımız bir şeye işarette bulunmak için metafor ve analoji kullanmaktan başka bir şey elimizden gelir mi?

Tek-tanrıcılık başka bazı felsefi sorulara da yol açar: Örneğin, dünyada kötülüğün var olması, merhamet sahibi ve herşeye gücö yeten bir yaratıcı fikriyle nasıl uzlaştırılacaktır? (Tedoise sorunu) ya da mucizelerin varlığı nasıl açıklanacaktır? Onlar tabiat kanunlarına ilahi bir müdahale midir, yoksa bizim henüz açıkla­yamadığımız tabiî hadiseler midir? Tanrı’nın mutlak ve sonsuz tabiatı ile iradesi (Külli irade) yaratıklarının nisbi özgürlük ve iradeleriyle (cüz’i irade) nasıl uzlaştırılabilir? Kaza ve kader konusu: Allah kişinin kaderim “tamamen” belirlemişse cüz’i irade nedir? Ve insan amellerinden nasıl sorumlu tutulacaktır? Yok cüz’i irade insanın kaderini belirtiyorsa, o halde Allah’ın yaratıklarına hükmetmesini nasıl anlamak gerekir.

İnsanın Tanrı hakkındaki bilgiyi nasıl ve ne derecede elde edebileceğine dair başka bazı sorunlar da vardır. Deneysel ve bilimsel bilgiye öncelik tanıyan düşünürler metafizik bir bilginin elde edilebileceğinden kuşku duymuşlar, ama dini ya da mistik deneyime ilişkin fenomenlere de ilgisiz kalmamışlardır. Vahiy kavramı da bu bağlamda özel bir önemi haizdir, zira Tanrı hakkındaki herhangi bir bilginin insanın çabalarıyla elde edilemeyeceği, ancak Tanrı’nın kendisi hakkındaki bilgiyi bizlere indirmesi ya da aktarması, sözkonusudur.

Son yıllarda din felsefesi, diğer felsefe dalları gibi dil ve anlam araştırmalarına yönelmiştir. Mantıkçı pozitivizm dinle pek derinliğine ilgilenmemiş, Tann hakkındaki dinin temel öğretilerinin deneysel olarak doğrulanamadığı gerekçesiyle olgusal anlamdan yoksun olarak değerlendirilmiş ve olsa olsa duygusal tutumların yanlış bir şekilde ifadesi olarak görülebileceği öne sürülmüştür. Fakat yakın zamanlarda büyük ölçüde Wittgenstein’in ikinci dönemine ait eserlerine etkisiyle dini söylem farklı bir dil oyunu ya da dilin kullanımı olarak görülmeye başlanmıştır. Dinî söylem, bu görüşe göre, kendi başına bir anlam kümesi oluşturmakta olup kendisinin dışında herhangi bir dayanağa ihtiyacı yoktur, Tıpkı bilim ve felsefe, nasıl kendi dil ve anlam “alanlarına” sahiplerse, din de kendi anlam “alanı” (ya da Wittgenstein’in ifadesiyle “dinî hayat tarzının doğurduğu “dil oyunu” içinde bir tutarlılığa sahiptir ve bilimsel ve deneysel açıdan dinin iddialarının “kanıtlanamaz” oluşu onun değerinden hiçbir şey kaybettirmez. Çünkü nasıl bilimden metafizik bir problemi çözmesini bekleyemiyorsak ve çözemediği için de onu suçlamıyorsak, dini tezlerin de zorunlu olarak bilime uygun olması gerekmez. O, kendi başına bir dünyadır.

Bu yaklaşımın din felsefesi alanına yeni ve farklı bir yorum getirdiği söylenebilir. Çünkü en azından yüzyıllardır tartışılmış olan Tanrı’nın varlığının delilleri tartışmalarını bir yana bırakmak, dikkatleri, günlük yaşantıları içinde inanan kimselerin nasıl inandıklarını ve böyle bir inanmanın niteliğini araştırmaya, dinin ve dinî söylemin tabiatının ne olduğunu tesbite ve en önemlisi dinin anlamının modern kafa karışıklığına kurban edilmesinin önlenmesine çevirmiştir. Tabii ki, bu tür seküler (dünyevi) yaklaşımların, dinin modern hayatta diğer sosyal unsurlardan biri haline gelme­siyle yakından ilişkili olduğu unutulmamalıdır. Dinin her şey olduğu geleneksel toplumların dini inancından ne kadar uzaklaşıldığını gösteren ilginç bir Örnektir bu.

SBA

Din felsefesi

Din felsefesi, dinin kendiliğinden varoluşsal hareketi için bir tür rasyonel bir meşrulaştırma sağlar. Kutsal, Tanrı, kurtuluş, ibadet, kurban, dua, ayin ve sembol gibi dinler tarihinin temel konularını analiz eden din felsefesi, dinin, dini tecrübenin ve onun ifadesinin doğasını belirler.
Vikipedi

Felsefe ve Din Felsefesi
Düşünce tarihinde felsefe, dini ve ahlaki bilgilerin, inançların eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Buna karşın felsefe ve din birbirine karşıt iki bilgi türü değildir. Her ikiside insan ve evren ilişkisini açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır. Çalıştıkları alanlarda benzerlikler çok olduğu için birbirlerinden yararlanmaları da oldukça doğaldır. Felsefe varlığın yapısı hakkında din ise sonsuzluk hakkında bir arayış içindedir. Felsefe sonsuz olanı ifade etmede kavramları, din ise sembolleri kullanır.

Din felsefesini daha net bir biçimde tarif etmemiz gerekirse “Din felsefesi, dinin felsefe olarak ele alınması, dinin üzerinde düşünme ve tartışmalarda bulunmadır” Fakat ortada felsefenin kendi yapısından kaynaklanan bir sorun vardır. Her filozof kendine göre bir düşünce yapısına sahiptir. Felsefeyi tanımlamak ne denli zorsa felsefenin alt dalı olan din felsefesini de tanımlamak bir anlamda o kadar zordur. Ama bir çok filozofun belli konular üzerinde oluşturduğu belli bir disiplin göz önünde bulundurularak; din felsefesi yapmak, dinin temel iddiaları hakkında rasyonel, objektif, geniş kapsamlı ve tutarlı bir tarzda düşünmek ve konuşmaktır diyebiliriz.

Din felsefesi yapan kişi konusuna “rasyonel” olarak yaklaşmalıdır. Yani “Tanrı’nın varlığı” “Ruh’un ölümsüzlüğü” gibi kavramları akıl gücünün imkanlarını kullanmaya çalışarak temellendirmelidir. Bu da nereye kadar başarılabilirse oraya kadar şeklindedir.

Aynı zamanda “ geniş kapsamlı” bir biçimde konulara eğilmelidir. Dinin sorunları üzerinde fikir yürütürken konuyla ilgili tarihi, ilmi, mantiki bütün verileri ele almak zorundadır. Hatta konuya ilişkin karşıt söylemlerin ne olduğuna da bakmalıdır.

Ayrıca filozofun ortaya koyduğu görüşler arasında bir tutarlılığın olması da esastır. Görüşlerde tutarsızlığı görebilmek için oldukça iyi eleştirilere ihtiyaç vardır.

Özellikle bu ve benzeri araştırmalarda dinin lehine ve aleyhine yaklaşmak yerine dini olduğu gibi incelemeye tabi tutmak “objektif” bir biçimde yaklaşmak esas olmalıdır.

Bütün bunların yapılmasındaki yegane gaye Felsefi yaklaşımın esas olarak dile getirme, açıklama, kaynaştırma, bütünleştirme ve değerlendirmedir. Din felsefesi aynı zamanda dinler üzerinde ciddi araştırmaların yapılması için özel bir basamaktır. Böylelikle din konusunda herkes başıboş bir biçimde kendi özgür görüşlerini, yorumlarını sağa, sola savuramaz.

Din tarifimizi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük kitaplı dine göre yapmaya kalktığımızda din, kişisel ve toplumsal yanı bulunan fikir ve uygulama açısından sistemleşmiş olan, inananlara bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında Tanrı’nın varlığının ispatı gibi konularda bu üç büyük din birbiri ile oldukça yakın ilişki içindedir. Çünkü her biride yaratıcı kavramı açısından tek bir Yaratıcının varlığına inanma durumundadırlar. Bu nedenle bir İbn Meymun, bir Thomas Aquinas’ın Farabiden ya da Müslüman düşünürlerin, Hristiyan ya da Yahudi düşünürlerden etkilenmesi oldukça doğaldır. Bütün bunların üstünde söylemek gerekirse felsefenin özü düşünmektir; dinin özü ise, Gazalinin deyimiyle ruhani bir zevk halini yaşamaktır(Kitabu’l Arba’in, 2.bsk. Kahire 1925, s.8vd.) Felsefenin dinle ilgilenmesi, genellikle iki şekilde olmuştur: Dini olmayan verilerden veya unsurlardan hareket ederek dini bir hükmü açıklamaya, hatta bazen kanıtlamaya çalışan yaklaşım. Örneğin, bilimsel verilere ve sonuçlarına dayanarak Tanrının varlığını ruhun ölümsüzlüğünü ispatlamaya çalışmak gibi. İkinci olarak, doğrudan doğruya din fenomeninden yola çıkarak dinin temel hükümlerini açıklamaya çalışan yaklaşım. Her iki ilginin birlikte sürdürüldüğü durumlara da oldukça sık rastlamak mümkündür.

Bu bağlamda din felsefesinin ilgilendiği problemleri şu şekilde sıralanabilir:

  • a)     Metafizik ve kozmolojik problemler: Tanrı’nın varlığı ve bu konuyla ilgili lehte ya da aleyhte ortaya sürülen akli deliller. Evrenin yaratılışı. İnsanın evren içindeki yeri ve önemi. Vahyin imkanı. Ölümden sonra hayat ve ruhun ölümsüzlüğü.
  • b)    Epistemolojik problemler: Evrenle ilgili bilgilerimizden Tanrının bilinmesine gitme çabalarının epistemolojik değir. Bir bilgi kaynağı olarak vahiy ve dini tecrübe. İnanma, bilme, şüphe etme, zan, yakin ve benzeri kavramların epistemolojik tahlil ve tenkidi. Temel dini hükümlerin doğrulanması ve yanlışlanması
  • c)     Dini hükümlerin dil ve mantık açısından eleştiri ve incelenmesi. Din dilinin mantık açısından durumunun belirlenmesi.
  • d)    Dinin ahlak, sanat ve ilimle olan ilişkileri. Bütün insan tecrübelerinin organik bir bütünlüğe kavuşturulması ve yeni dini düşünme sisteminin oluşturulması çabaları
  • e)     Dinsel simgeselliğin anlamı ve önemi.