33Sosyoloji Sözlüğü

DİL

 

DİL

 

Dil tüm insani
yeteneklerin İnsana en özgü okmıûtr. O, homosapietts’in, akıllı İnsanın ka­rakteristiği
olarak tanımlanmaktadır. Nerede insan varsa orada dil vardır. Bugün dünyada
konuşulan dillerin sayısı kesin olarak bilinmi­yorsa da en az 3.000
civarındadır. Bazı farklı tahminlere ve kişinin “dil” ve
“diyalektik”! tanımlayışma göre bu rakam 8.000’e kadar çıka­bilmekledir.
Dünyanın milyonlarca insanla do-iu olduğu gözönüne alındığında bu sayı ger­çekten
de küçük kalır. Dünya nüfusunun yarı­sı (yaklaşık olarak 2,5 milyar insan) bu
binler­ce dilden sadece onbeşinİ konuşmaktadır.Bun-lar arasında dünya nüfusunun
epeyce bir kıs­mı (yaklaşık 390 milyon kişi) Mandarin Çince-si konuşmaktadır.
Bir Athabaskan dili olan Apaci dili ve bir Algonguİan dili olan Mcno-nıini gibi
dillerin yalnızca bir kaç konuşanı var­dır. Bu diller birbirinden ve Zulu,
Lapp, İbra-nİce, Özbekçe ya da İngilizcedcn çok farklı bir yapıda gözükürler.
Dahası, bu “yüzeydeki” farklılıklara rağmen, tüm beşeri diller evren­sel
özellikler ve sınırlamalarla işler. Bu dilin gramerini söken kişinin gramerin
temel özel­likleri bakımından bir diğer dilin gramerini de anlayacağına işaret
eden RogerBacon taralın­dan XIU. yüzyıl başlarında anlaşılmış bir olgu­dur.

İnsan dillerinin
benzerlikleri konuşulan dil­leri aşar ve dünyadaki sağır İnsanların kullan­dığı
işaret dillerini de içerir. Bu işaret dilleri üzerine yapılan araştırmalar
göstermektedir ki, her ne kadar sesler yerine jestlerden ve an­laşmak için
kulakla algılama sistemi yerine görsel algılama sisteminden yararlan ılıyorsa
da onların birimlerinin sistemleri, yapılar ve kurallar konuşulan dille aynı
temel İlkeler ta­rafından yönetilir.

Tüm insan, dilleri
eşil biçimde karmaşık ve eşit biçimde ifade yeteneğine sahiptir. İlkel diller
diye bir şey yoktur. Eğer bir kimse bir dilde meramını İfade edemiyorsa, aynı
düşün­ceyi ifade formu değişse de, bir başka dilde ifa­de edebilir. Vokabüler,
yani ses (ya da jest)’İn kayda geçmiş hali, her dilin anlam birimleri, diğer
dillerden kelime almak, sözcükleri birle­şik kelimeler teşkil edecek şekilde
birleştir­mek, sözcükleri harmanlamak ve akronimler (Radio Deıecting
AndRanging’den RADAR sözcüğünü türetmek gibi) çeşitli sözcüklerin başlangıç
harflerinden türetilen sözcükler kul­lanarak yeni kelimeler uydurulması
sureliyle yeni sözcüklerve kavramları içerecek denli g-nişlelilebilir.

Uzun kelime ya da
deyimlerin kısaltılmaları da (Doktor’un Dr. şeklinde kullanılmasında görüldüğü
gibi) sözlüğe girebilir ve Özel İsim­ler ortak terimler olarak kullanılabilir.
Örne­ğin saıuhvic/ı kelimesi, normal öğünlerde ye­mek yiyecek vakti olmayan
İngiltere’deki IV. Sandwich Earl’ünün adından gelmektedir. O ekmeğin arasına
çeşitli katıklar koyarak öğü­nü geçiştiriyordu. Her ne kadar bu örneklerin tümü
İngİlizceden alınma ise de, tüm diller benzer tarzda vokabüterlerini
genişletebilir. Türkçede Fransızca’dan ‘soğutucu’ anlamına gelen frijider
sözcüğü için “buzdolabı” sözcü­ğü, bu lür birleşik sözcüklere bir
örnektir.

Tüm dillerin ortak ve
evrensel bir niteliği o dilin vokabüler türünün büyük bölümüyle atıf­ta
bulunduğu şeyle ya da anlamtyla yapay bi-Çimde (keyfi) ilişkili olmasıdır.
Örneğin Türk­çe’deki ev sözcüğü İngilizcedc house Fransız-cada maison,
İspanyolcada casa, Rusçada dom, Akan dilinde ise dan şeklindedir.

Tüm insan dilleri
sınırlı fonetik özellikler ya da nitelikler dizisiyle tanımlanabilen ‘c\ ‘m’,
‘a’, ve ‘t’ gibi sınırlı kesik sesler dizisi kullanır. Ünlü ve ünsüz ses
parçaları köpek ya da ek­mek gibi morfomler adı verilen anlamlı birim­leri
meydana getirmek üzere birleşirler. Kimi sözcükler tam bir morfemden oluşurken,
baş­kaları karmaşık ‘morfolojik’ birimlerdir. Yani basil morfemler köpek ya du
köpeksi gibi keli­meleri oluşturmak üzere birleyebilirler. Her dil kelime
teşekkülüne özel sınırlamalar getir­miştir. İngilizcedc bir kelimeyi olumlu/,
hale getirmek için kelimenin başına un-eki getİrİ-lİr. Örneğin unlİkelyya da
ıınfortunaıely gibi. Ama kimse kalkıp da bu eki kelimelerin sonu­na getiremez.
Bu şekilde oluşturulan kelime­ler ingilizce açısından saçma olurdu. Aynı şey
sona gelen ekleri başa getirmek için de doğru­dur.

Bir dilde, kelimelerin
cümleler oluştur­mak üzere nasıl bir araya geleceğini tayin eden sınırlamalar
ya da kurallar vardır. Adam masada oturuyor cümlesi ile Adam­da masa oturuyor
cümlesi kuruluşu bakımından aynıdır, ama ikincisi anlamsızdır. Çünkü keli­meler
Türkçenin cümle yapısına, kurallarına uygun olarak yan yana gelmemiştir.

Her dildeki cümle
yapısıyla ilgili kurallar, ba­zı noktalarda birbirlerinden farklı olabilirler­se
de, benzer türden kurallardır. Türkçede, ör­neğin sıfatlar isimlerden önce
gelir. (Kımıızı ev gibi). Fakat Fransızcada genellikle isimler sıfatlardan öncedir
(la ımıison rouge gibi). Fa­kat tüm dillerde bu sentaks kuralları sınırsız bir
cümleler dizisinin yaratılmasına imkân ve­ren bir tekerrür (recursİon) ilkesini
içerir. Biz bunun böyle olduğunu biliyoruz, zira bir dili konuşan herhangi bir
kişi daha önce hiçbir za­man kullanmadığı ya da hatta duymadığı cüm­leleri
üretebilir ve anlayabilir. Bir dili konu­şanlar bu kuralları kendiliğinden
bilir; sonsuz bir cümleler dizisini anlama ve konuşma yete­neğine ait
(emelindeki bilgi sistemi, bir dilin zihinsel gramerini oluşturur. Bu
dilbilimsel bilgi, konuşurken.ya da anlarken kullanılan sü­recin aynısı
değildir. Ne var ki, dili kullanır­ken biz, konuşmak ve anlamak için diğer
dilbi­limsel olmayan sistemleri (motor, algısal, biliş­sel, sistemleri) olduğu
kadar, bu zihinsel gra­meri de kazanmamız gerekir.Dilin bilgisi (gra­mer) ile
dilbilimsel performans arasındaki bu fark, İlkece, niçin bir dilde çok uzun bir
cümle­nin yer almadığını ve dilin sonsuz olduğunu açıklar. Öte yandan dili
kullanma sırasında her cümle sınırlıdırve bir ömür boyunca anla­şılan ve
üretilen toplam cümle sayısı sonsuz­dur.

Tüm dillerin temelinde
yatan gramerler ve dilin evrenselliği l’ikri, insan beyninin dili elde edip
kullanmak İçin eşsiz biçimde donatıldığı­nı varsayar. Bu görüş çocuklardaki dil
edinimi üzerinde yapılan araştırmalardan giderek da­ha fazla destek
bulmaktadır.

İnsan beyninin
bir’dil-öğrcnmc organı’oldu­ğu görücüne daha sağlam bir destek, afazi gibi dil
bozukluklarının nöroloji incelemelerinden gelmiştir. (iLinümüzde hiç kimse,
1861’de Pa­ul Broca ural’ından orlaya konan tezi sorgula­maya yanaşmıyor. Bu
tez, dilin spesifik olan beynin sol yarı küresiyle ilişkili olduğu ya da oradan
yönetildiğini söyler. Dahası, sol bey­nin yarı küresine yönelik mevzii hasarın
dil ye­teneğinde bir gerilemeye yol açmadığı ve sol beyin yarıküresîndeki
farklı bölgelerde ortaya çıkan lezyonların tamamıyla seçici ve dili tah­rip
etme tarzıyla Önemli ölçüde tutarlı olduğu yolunda birleşen kanıtlar
bulunmaktadır. Bu seçicilik yukarıda tartıştığımız, gramerin fark­lı
kısımlarını yansıtır. Fonoloji (ses sistemi), lcxikon (morfem ve kelimelerin
kaydedilme­si), sentaks (cümle kuruluşu kuralları) ve se-mantikin (anlamlan
yorumlama kuralları) el­de edilmesi ve İşlenmesi, seçici olarak hasara
uğratılabilir. Aynı zamanda dil yetisinin (mele­ke) diğer zihinsel ve bilişsel
yetilerden bağım­sız olduğunu gösteren güçlü kanıtlar da var­dır. Başka bir
ifadeyle dil yalnızca insan türü­ne özgü olmadığı gibi, genel zekaya da dayan­maz.
Aşın geri zekalı çocuklar dili öğrenebil-mekteler; beyin lezyonlarına maruz
kalan kişi­lerce dil yeteneklerini yitirmekte, oysa diğer bilişsel
yeteneklerini muhafaza etmekteler.

 

Dİl ve Kültür

 

Dilin kültürle olan
İlişkisi üç ana şekilde ger­çekleşir: !- Dilin kendisi kültürün bir parçası­dır;
2- Her dil, ilişkili olduğu kültürün bir in­deksini sunar; 3- Her dil ilişkili
olduğu kültür­le sembolik bir ilişki içindedir. Bu konuları bi­raz daha açalım.

I- Küllün/ıı Bir
Parçası Olarak Dil: Çoğu İn­san davranışları dil-İçredir; bu yüzden dil, kül­türün
kaçınılmaz bir parçasıdır. Törenler, ayinler, şarkılar, öyküler, büyüler,
lanetleme-ier, ibadetler ve yasaların tümü konuşma (söz) eylemleri ya da
konuşma (söz) olayları­dır. Fakat sosyalleşme, eğitim, mübadele ve mükaleme
gibi karmaşık kültürel alanlar da tamamen dil İçinde geçen olaylardır. Şu halde
dil, kültürün sadece bir parçası olmakla kal­maz, aynı zamanda onun büyük ve
can alıcı bîr parçasıdır da. Verili bir kültürü anlamayı ve nüfuz etmeyi
amaçlayan herkes, o kültürün diline hakim olmak zorundadır, zira ancak dil
aracılığıyla kültürü yaşamak ve ona dahil ol­mak mümkündür. Diğer yandan, dil
değişimi ya da bir kültürün yakından ilişkili olduğu di­lin kaybedilmesi her ne
kadar bir kültürel kim­lik duygusu bilinçli ya da bilinçsiz bir tutum

düzeyinde baki kalırsa
da, bir kültür değişimi­ne ve muhtemelen kültürel sarsıntı ve tahriba­ta işaret
eder.

2- Bir Küttür İndeksi
Olarak Dit: Dilin bir kül­tür indeksi olarak rolü, onun kültürün bir par­çası
olarak rolünün (daha soyut bir düzeyde) bir yan-ürünüdür. Diller ilişkili
oldukları kül­türlerde ortak olan organize edici deneyimi ya da düşünme
yollarını sergilerler. Kuşkusuz dil­ler ilişkili oldukları kültürlercc kabul
edilen zanaatlar, İlgiler değerler ve davranışlar için leksikal (lexical)
terimler temin ederler. Fa­kat bu tür açıkça indekslemenin ötesinde ve üstünde
diller, aynı zamanda yukarıdaki atıfla­rın İçerisinde oriak olarak kaıegorize
edilip gruplandığı yerel öbekler ya da tipolojiler de sergilerler. Renkler,
hastalıklar, akrabalık iliş­kileri, gıdalar, bitkiler, vücut organları ve hay­van
türleri kültüre bağımlı tipolojilerdirve on-iarmkültürel olarak tanınan
sistematik nitelik­leri, ilgili oldukları kültüre bağımlı dilleri tara­fından
ortaya konulur. Bu demek değildir ki, belli d ilicri konuşanlar kaçınılmaz
olarak sade­ce ana dillerinde kodlanmış olarak bulunan kategorileri tanımaya
zorlanmıştır. Bu tür kı­sıtlamalar, kısmen de olsa etno-külıürlerdeve onların
İlişkili olduğu ana dillerde karşılaşılan­lardan farklı kategoriler sunan
matematiksel ve bilimsel diller aracılığıyla zayıflatılabiltr, el-kisi
azaltılabilir.

3- Bir Küttür Sembolü
Olarak Dil: Dİ1 madem ki insanlığın en hassasça işlenmiş sembol siste­midir, o
halde belirli dillerin içinde yer almala­rı ve belirli eıno-kültiirlerin sembolü
olmaları tabiidir. Bu yalnızca, bir parçanın bütününü temsil etmesi olayından
da ibaret değildir, ay­nı zamanda parçanın bütün için (ya da bütüne karşı)
düzenleyici bir sembol halini aldığı, ba­zı durumlarda kendi başına bir amaç
(ya da bir hedef) halini aldığı bir olaydır da. Dil hare­ketleri ve dil
çatışmaları dillerden onlarla iliş­kili kültürleri teşvik etmek (ya da
yadsımak) ve savunmak (ya da saldırmak) üzere insanla­rı harekete geçirici
semboller olarak yararla­nırlar.

(SBA) lök. Dil;
Dilbilim; Kültür.

 

İlgili Makaleler