DİL
Dil tüm insani
yeteneklerin İnsana en özgü okmıûtr. O, homosapietts’in, akıllı İnsanın karakteristiği
olarak tanımlanmaktadır. Nerede insan varsa orada dil vardır. Bugün dünyada
konuşulan dillerin sayısı kesin olarak bilinmiyorsa da en az 3.000
civarındadır. Bazı farklı tahminlere ve kişinin “dil” ve
“diyalektik”! tanımlayışma göre bu rakam 8.000’e kadar çıkabilmekledir.
Dünyanın milyonlarca insanla do-iu olduğu gözönüne alındığında bu sayı gerçekten
de küçük kalır. Dünya nüfusunun yarısı (yaklaşık olarak 2,5 milyar insan) bu
binlerce dilden sadece onbeşinİ konuşmaktadır.Bun-lar arasında dünya nüfusunun
epeyce bir kısmı (yaklaşık 390 milyon kişi) Mandarin Çince-si konuşmaktadır.
Bir Athabaskan dili olan Apaci dili ve bir Algonguİan dili olan Mcno-nıini gibi
dillerin yalnızca bir kaç konuşanı vardır. Bu diller birbirinden ve Zulu,
Lapp, İbra-nİce, Özbekçe ya da İngilizcedcn çok farklı bir yapıda gözükürler.
Dahası, bu “yüzeydeki” farklılıklara rağmen, tüm beşeri diller evrensel
özellikler ve sınırlamalarla işler. Bu dilin gramerini söken kişinin gramerin
temel özellikleri bakımından bir diğer dilin gramerini de anlayacağına işaret
eden RogerBacon taralından XIU. yüzyıl başlarında anlaşılmış bir olgudur.
İnsan dillerinin
benzerlikleri konuşulan dilleri aşar ve dünyadaki sağır İnsanların kullandığı
işaret dillerini de içerir. Bu işaret dilleri üzerine yapılan araştırmalar
göstermektedir ki, her ne kadar sesler yerine jestlerden ve anlaşmak için
kulakla algılama sistemi yerine görsel algılama sisteminden yararlan ılıyorsa
da onların birimlerinin sistemleri, yapılar ve kurallar konuşulan dille aynı
temel İlkeler tarafından yönetilir.
Tüm insan, dilleri
eşil biçimde karmaşık ve eşit biçimde ifade yeteneğine sahiptir. İlkel diller
diye bir şey yoktur. Eğer bir kimse bir dilde meramını İfade edemiyorsa, aynı
düşünceyi ifade formu değişse de, bir başka dilde ifade edebilir. Vokabüler,
yani ses (ya da jest)’İn kayda geçmiş hali, her dilin anlam birimleri, diğer
dillerden kelime almak, sözcükleri birleşik kelimeler teşkil edecek şekilde
birleştirmek, sözcükleri harmanlamak ve akronimler (Radio Deıecting
AndRanging’den RADAR sözcüğünü türetmek gibi) çeşitli sözcüklerin başlangıç
harflerinden türetilen sözcükler kullanarak yeni kelimeler uydurulması
sureliyle yeni sözcüklerve kavramları içerecek denli g-nişlelilebilir.
Uzun kelime ya da
deyimlerin kısaltılmaları da (Doktor’un Dr. şeklinde kullanılmasında görüldüğü
gibi) sözlüğe girebilir ve Özel İsimler ortak terimler olarak kullanılabilir.
Örneğin saıuhvic/ı kelimesi, normal öğünlerde yemek yiyecek vakti olmayan
İngiltere’deki IV. Sandwich Earl’ünün adından gelmektedir. O ekmeğin arasına
çeşitli katıklar koyarak öğünü geçiştiriyordu. Her ne kadar bu örneklerin tümü
İngİlizceden alınma ise de, tüm diller benzer tarzda vokabüterlerini
genişletebilir. Türkçede Fransızca’dan ‘soğutucu’ anlamına gelen frijider
sözcüğü için “buzdolabı” sözcüğü, bu lür birleşik sözcüklere bir
örnektir.
Tüm dillerin ortak ve
evrensel bir niteliği o dilin vokabüler türünün büyük bölümüyle atıfta
bulunduğu şeyle ya da anlamtyla yapay bi-Çimde (keyfi) ilişkili olmasıdır.
Örneğin Türkçe’deki ev sözcüğü İngilizcedc house Fransız-cada maison,
İspanyolcada casa, Rusçada dom, Akan dilinde ise dan şeklindedir.
Tüm insan dilleri
sınırlı fonetik özellikler ya da nitelikler dizisiyle tanımlanabilen ‘c\ ‘m’,
‘a’, ve ‘t’ gibi sınırlı kesik sesler dizisi kullanır. Ünlü ve ünsüz ses
parçaları köpek ya da ekmek gibi morfomler adı verilen anlamlı birimleri
meydana getirmek üzere birleşirler. Kimi sözcükler tam bir morfemden oluşurken,
başkaları karmaşık ‘morfolojik’ birimlerdir. Yani basil morfemler köpek ya du
köpeksi gibi kelimeleri oluşturmak üzere birleyebilirler. Her dil kelime
teşekkülüne özel sınırlamalar getirmiştir. İngilizcedc bir kelimeyi olumlu/,
hale getirmek için kelimenin başına un-eki getİrİ-lİr. Örneğin unlİkelyya da
ıınfortunaıely gibi. Ama kimse kalkıp da bu eki kelimelerin sonuna getiremez.
Bu şekilde oluşturulan kelimeler ingilizce açısından saçma olurdu. Aynı şey
sona gelen ekleri başa getirmek için de doğrudur.
Bir dilde, kelimelerin
cümleler oluşturmak üzere nasıl bir araya geleceğini tayin eden sınırlamalar
ya da kurallar vardır. Adam masada oturuyor cümlesi ile Adamda masa oturuyor
cümlesi kuruluşu bakımından aynıdır, ama ikincisi anlamsızdır. Çünkü kelimeler
Türkçenin cümle yapısına, kurallarına uygun olarak yan yana gelmemiştir.
Her dildeki cümle
yapısıyla ilgili kurallar, bazı noktalarda birbirlerinden farklı olabilirlerse
de, benzer türden kurallardır. Türkçede, örneğin sıfatlar isimlerden önce
gelir. (Kımıızı ev gibi). Fakat Fransızcada genellikle isimler sıfatlardan öncedir
(la ımıison rouge gibi). Fakat tüm dillerde bu sentaks kuralları sınırsız bir
cümleler dizisinin yaratılmasına imkân veren bir tekerrür (recursİon) ilkesini
içerir. Biz bunun böyle olduğunu biliyoruz, zira bir dili konuşan herhangi bir
kişi daha önce hiçbir zaman kullanmadığı ya da hatta duymadığı cümleleri
üretebilir ve anlayabilir. Bir dili konuşanlar bu kuralları kendiliğinden
bilir; sonsuz bir cümleler dizisini anlama ve konuşma yeteneğine ait
(emelindeki bilgi sistemi, bir dilin zihinsel gramerini oluşturur. Bu
dilbilimsel bilgi, konuşurken.ya da anlarken kullanılan sürecin aynısı
değildir. Ne var ki, dili kullanırken biz, konuşmak ve anlamak için diğer
dilbilimsel olmayan sistemleri (motor, algısal, bilişsel, sistemleri) olduğu
kadar, bu zihinsel grameri de kazanmamız gerekir.Dilin bilgisi (gramer) ile
dilbilimsel performans arasındaki bu fark, İlkece, niçin bir dilde çok uzun bir
cümlenin yer almadığını ve dilin sonsuz olduğunu açıklar. Öte yandan dili
kullanma sırasında her cümle sınırlıdırve bir ömür boyunca anlaşılan ve
üretilen toplam cümle sayısı sonsuzdur.
Tüm dillerin temelinde
yatan gramerler ve dilin evrenselliği l’ikri, insan beyninin dili elde edip
kullanmak İçin eşsiz biçimde donatıldığını varsayar. Bu görüş çocuklardaki dil
edinimi üzerinde yapılan araştırmalardan giderek daha fazla destek
bulmaktadır.
İnsan beyninin
bir’dil-öğrcnmc organı’olduğu görücüne daha sağlam bir destek, afazi gibi dil
bozukluklarının nöroloji incelemelerinden gelmiştir. (iLinümüzde hiç kimse,
1861’de Paul Broca ural’ından orlaya konan tezi sorgulamaya yanaşmıyor. Bu
tez, dilin spesifik olan beynin sol yarı küresiyle ilişkili olduğu ya da oradan
yönetildiğini söyler. Dahası, sol beynin yarı küresine yönelik mevzii hasarın
dil yeteneğinde bir gerilemeye yol açmadığı ve sol beyin yarıküresîndeki
farklı bölgelerde ortaya çıkan lezyonların tamamıyla seçici ve dili tahrip
etme tarzıyla Önemli ölçüde tutarlı olduğu yolunda birleşen kanıtlar
bulunmaktadır. Bu seçicilik yukarıda tartıştığımız, gramerin farklı
kısımlarını yansıtır. Fonoloji (ses sistemi), lcxikon (morfem ve kelimelerin
kaydedilmesi), sentaks (cümle kuruluşu kuralları) ve se-mantikin (anlamlan
yorumlama kuralları) elde edilmesi ve İşlenmesi, seçici olarak hasara
uğratılabilir. Aynı zamanda dil yetisinin (meleke) diğer zihinsel ve bilişsel
yetilerden bağımsız olduğunu gösteren güçlü kanıtlar da vardır. Başka bir
ifadeyle dil yalnızca insan türüne özgü olmadığı gibi, genel zekaya da dayanmaz.
Aşın geri zekalı çocuklar dili öğrenebil-mekteler; beyin lezyonlarına maruz
kalan kişilerce dil yeteneklerini yitirmekte, oysa diğer bilişsel
yeteneklerini muhafaza etmekteler.
Dİl ve Kültür
Dilin kültürle olan
İlişkisi üç ana şekilde gerçekleşir: !- Dilin kendisi kültürün bir parçasıdır;
2- Her dil, ilişkili olduğu kültürün bir indeksini sunar; 3- Her dil ilişkili
olduğu kültürle sembolik bir ilişki içindedir. Bu konuları biraz daha açalım.
I- Küllün/ıı Bir
Parçası Olarak Dil: Çoğu İnsan davranışları dil-İçredir; bu yüzden dil, kültürün
kaçınılmaz bir parçasıdır. Törenler, ayinler, şarkılar, öyküler, büyüler,
lanetleme-ier, ibadetler ve yasaların tümü konuşma (söz) eylemleri ya da
konuşma (söz) olaylarıdır. Fakat sosyalleşme, eğitim, mübadele ve mükaleme
gibi karmaşık kültürel alanlar da tamamen dil İçinde geçen olaylardır. Şu halde
dil, kültürün sadece bir parçası olmakla kalmaz, aynı zamanda onun büyük ve
can alıcı bîr parçasıdır da. Verili bir kültürü anlamayı ve nüfuz etmeyi
amaçlayan herkes, o kültürün diline hakim olmak zorundadır, zira ancak dil
aracılığıyla kültürü yaşamak ve ona dahil olmak mümkündür. Diğer yandan, dil
değişimi ya da bir kültürün yakından ilişkili olduğu dilin kaybedilmesi her ne
kadar bir kültürel kimlik duygusu bilinçli ya da bilinçsiz bir tutum
düzeyinde baki kalırsa
da, bir kültür değişimine ve muhtemelen kültürel sarsıntı ve tahribata işaret
eder.
2- Bir Küttür İndeksi
Olarak Dit: Dilin bir kültür indeksi olarak rolü, onun kültürün bir parçası
olarak rolünün (daha soyut bir düzeyde) bir yan-ürünüdür. Diller ilişkili
oldukları kültürlerde ortak olan organize edici deneyimi ya da düşünme
yollarını sergilerler. Kuşkusuz diller ilişkili oldukları kültürlercc kabul
edilen zanaatlar, İlgiler değerler ve davranışlar için leksikal (lexical)
terimler temin ederler. Fakat bu tür açıkça indekslemenin ötesinde ve üstünde
diller, aynı zamanda yukarıdaki atıfların İçerisinde oriak olarak kaıegorize
edilip gruplandığı yerel öbekler ya da tipolojiler de sergilerler. Renkler,
hastalıklar, akrabalık ilişkileri, gıdalar, bitkiler, vücut organları ve hayvan
türleri kültüre bağımlı tipolojilerdirve on-iarmkültürel olarak tanınan
sistematik nitelikleri, ilgili oldukları kültüre bağımlı dilleri tarafından
ortaya konulur. Bu demek değildir ki, belli d ilicri konuşanlar kaçınılmaz
olarak sadece ana dillerinde kodlanmış olarak bulunan kategorileri tanımaya
zorlanmıştır. Bu tür kısıtlamalar, kısmen de olsa etno-külıürlerdeve onların
İlişkili olduğu ana dillerde karşılaşılanlardan farklı kategoriler sunan
matematiksel ve bilimsel diller aracılığıyla zayıflatılabiltr, el-kisi
azaltılabilir.
3- Bir Küttür Sembolü
Olarak Dil: Dİ1 madem ki insanlığın en hassasça işlenmiş sembol sistemidir, o
halde belirli dillerin içinde yer almaları ve belirli eıno-kültiirlerin sembolü
olmaları tabiidir. Bu yalnızca, bir parçanın bütününü temsil etmesi olayından
da ibaret değildir, aynı zamanda parçanın bütün için (ya da bütüne karşı)
düzenleyici bir sembol halini aldığı, bazı durumlarda kendi başına bir amaç
(ya da bir hedef) halini aldığı bir olaydır da. Dil hareketleri ve dil
çatışmaları dillerden onlarla ilişkili kültürleri teşvik etmek (ya da
yadsımak) ve savunmak (ya da saldırmak) üzere insanları harekete geçirici
semboller olarak yararlanırlar.
(SBA) lök. Dil;
Dilbilim; Kültür.