33Sosyoloji Sözlüğü

DEVLET

 

DEVLET

 

Kimilerine göre
devlet, hükümet ve iktida­rın kendisi; kimilerine göre, her çeşit kuvvet ye
iktidarın dayanağı; kimilerine göre ise, her türlü iyilik ve erdemin
kaynağıdır. Devleti ifa­de etmek İçin kullanılan kelimeler, iarih İçeri­sinde
sürekti değişmiştir. Türkçe’de kullandı­ğımız, “devlet” kelimesi
Arapça devi kökünden gelmekle olup, el değiştiren, elden ele geçen güç, kuvvet,
iktidar, servet, mat ve makam an­lamlarına gelmektedir. Günümüzde ise, daha çok
siyasal İktidarı, kamu gücünü, kamu ku­rumlarım ve idarenin yetkilerini ifade
etmek için kullanılmaktadır.

XVI.yüzyıla gelene
kadar batı toplumların­da buuitnkü anlamda devlet kavramına rası-

Ummamakladır.
Ortaçağda siyasal egemenli­ğin kaynağı, toprak mülkiyetine dayandığın­dan, o
dönemde devlei, arazi (ülke) anlamları­na gelen tenv ya da te/ra kelimeleri ile
ifade edilmeye çalışılmıştır. Fransızca etol ve İngiliz­ce slate kelimelerinin
aslı Latince “status”dir. Bu kelime ilk olarak XV.yüzyıldü İtalya’da,
belli bir topluluğun temci siyasî örgütlenme yapısını açıklamak üzere
kullanılmış, oradan da diğer batı dillerine geçerek yerleşmiştir.

XVIII.yüzyıIdan
itibaren iyice ortaya çıkan ve günümüze kadar geçerliliğini sürdüren mo­dern
devleı fikri, herhangi bir ahlakî, dinî ya­hut metafizik bağlantıya gerek
duymaksızın kendileri için kanun yapma gücüne ilişkin hak İddiasında bulunan
bireylerin hür birliği şek­linde beliriyordu.

Devlet, toplum
hayatının ve toplum şekilleri­nin en kapsamlısı ve siyasî nitelik kazanmış
olanıdır. Devletin, aile, sendika, parti, dernek ve benzen sosyal toptu
hıklardan [‘arkı şu üç noktada özetlenebilir:

1- Devlet,
topludaki tüm öteki sosyal kurum­ları içine alan, örgütlenme hacmi onlardan da­ha
geniş ve kapsayıcı olan bir sosyal kurum­dur.

2-  Devletin yapısı İçinde çok ileri derecede bir
iş bölümü gerçekleştirilmiştir. Yasama, yü­rütme ve yargı organlarının ve
onlara bağlı bi­rimlerin görev ve yetkileri kesin olarak belir­lenmiştir.

3-  Devlet, egemenliğini ihlal edecek olanla­ra
karşı kullanılacak üstün bir zorlayıcı güce sahiptir. Devleı bu gücünü,
emrindeki polis, jandarma, ordu ve benzeri kuvvetlerle kulla­nır.

 

Devletin Unsurları

 

Devletin unsurları
“insan”, “ülke” ve “ege­menlik” olarak üç noktada
toplanabilir.

1-insan
unsuru: Sosyal bir kurum olan devic-lin doğması ve gelişmesi, her şeyden önce
bir İnsan topluluğunun varlığına bağlıdır. Bir dev­letin kurulabilmesi için ne
kadar insan gerekli­ği konusunda kesin bir görüş Öne sürülemez. Nitekim,
günümüzde Çin ve Hindistan gibi nü-

fusu milyara ulaşan
devletler olduğu gibi, Mo-noko Prensliği, Kuveyt Emirliği gibi nüfusu binlerle
ifade edilen devletler de vardır. An­cak, nüfusu fazla olan devletlerin Dünya
siya­sî dengesinde daha güçlü oldukları görülmek­tedir.

Devleti oluşturan
insanların, bağımsız bir si­yasî topluluk hâlinde teşkilâtlanma istek ve ka­biliyeti,
onların miktarından daha önemlidir. Bu istekve kabiliyet, bir topluluğun, diğer
top­luluklar karşısında bağımsız olarak yaşayacak seviyeye ulaşmasına ve bu
konuda bilinçlen­mesine bağlı bulunmakladır. Yeryüzünün her­hangi bir
bölgesinde yaşayan bir insan toplulu­ğu, bağımsız bir siyasî teşkilât kurarak,
öteki topluluklara karşı kendisini kabul ettirdiği an­dan itibaren, miktarına
bakılmaksızın bir dev­letin varlık sebebi olma niteliğini kazanmış olur.

Devletin İnsan
unsuruna, devlet kavramının tarih içindeki gelişimine bağlı olarak
“tebaa”, “ümmet”, “halk”, “millet” ve
benzeri adlar veril­miştir. Çeşitli dönemlerde benzer anlamlarda kutlanılan bu
deyimlerden her biri, günümüz­de farklı anlamlara gelmektedir. Çağdaş dev­letin
insan unsuruna daha çok “millet” ya da “halk” adı
verilmektedir.

XIX.yüzyılda gelişen
milliyetçilik hareketle­rinin etkisiyle, her milletin kendi kaderine sa­hip ve
hakim olması görüşü ağırlık kazanmış­tır. Buna göre, ortak bir geçmişi, belli
ölçüler­de din, dil, ırk ve kültür birliği olan ve bir ara­da yaşama irade ve
isteği gösteren her insan topluluğunu, kendi devletini kurma hakkının
tanınması, bir uluslararası politika ilkesi ola­rak benimsenmiş ve çağımızda
“millî devlet” anlayışı yerleşmiştir.

2-Fizikî
Unsur (Ülke): Devleti meydana ge­tiren “ülke” unsuru belli büyüklükte
bir arazi parçasını ifade eder. İnsanlık tarihinde ilk dev-lelin, göçebe hayat
lerkcdilerck yerleşik haya­ta geçilmesi, belli bir toprak parçasının yurt tu­tulması
ile başladığı kabul edilmekledir. İlk çağlardan beri insanlar yer yüzünün belli
yer­lerini kendilerine yurt tutarak, başkalarına karşı korumuşlar,
“vatan” adını verdikleri bu toprakları kutsal sayarak, uğruna
çekinmeden ölüme gitmişlerdir. Tarih boyunca ilerleyen ve gelişen medeniyetle
beraber ülkelerin öne­mi artmıştır. Günümüzde pek çok devlet üze­rinde
kurulduğu toprakların adı ile çağrılmak­tadır.

Ülke, devlet
egemenliğinin ve kudretinin üzerinde kullanıldığı toprak parçasıdır. Bu
topraklar, belli derinliklere kadar altında, üs­tünde ve sularında bulunan değerleri
ile devle­tin hüküm ve tasarrufu altındadır.

Bir devletin ülkesi
üzerindeki fiilî hakimiyeti hem iç hukuk, hem de uluslararası hukuk bakı­mından
tekel ifade eder. Bu nedenle devletin var olabilmesi için, diğer devletlerden
belli sı­nırlarla ayrılmış bir ülkenin varlığı gereklidir.

3- Siyasî
Unsur (Egemenlik): “Kamu gücü” diye de adlandırılan ve devletin
siyasî unsuru olan egemenlik başkalarına hakim olma, emir ve direktifler
vererek başkalarının davranışla­rını yönlendirme anlamına gelir. Devletin ege­menliği,
ülke sınırları içinde bulunan her tür­lü kişi, grup ve makam egemenliğini de
içine alan üstün bir kuvvet olup, onun kendi bünye­sinden kaynaklanan aslî ve
meşru bir güçtür. Devlet bu gücünü bir başka otoriteden almaz, bir başkası
adına kullanmaz. Egemenlik yetki­sinin mahiyeti ve sınırları hukukla
belirlenmiş­tir. Devlet kudretini kullanma makamında bu­lunanlar bu sınırlara
uymak zorundadır.

Devlet
egemenliğini/emrindeki polis, jan­darma, ordu ve benzeri zorlayıcı vasıtalara
da­yanarak kullanır. Sosyolojik bakımdan devle­ti, devlet olmayan
topluluklardan ayıran en önemli fark, devletin emrindeki ordu, jandar­ma, polis
ve benzeri silahlı güçlerdir, yani We-ber’in deyişiyle “meşru şiddet
tekeline” sahip olmasıdır.

Devletin egemenliği iç
egemenlik ve dış ege­menlik diye ikiye ayrılabilir. İç egemenlik, dev­letin
kendi ülkesinin sınırları İçerisinde kullan­dığı, ortak kabul etmeyen en üstün
kuvvettir. Ülkede yaşayan insanlar, aile, cemaat, meslek teşekkülü ve benzeri
topluluklar, belediye, köy, kaza, vilayet ve benzeri İdari birimlerin çeşitli
organları da egemenlikler kullanırlar. Fakat devlet egemenliği, tüm bu
egemenlikle­ri kapsayıcı, hepsinin üstünde genel bir kuvvettir. İç egemenlik
bakımından en üstün ve ra­kipsiz olan devlet gücü, mutlak ve sınnsız de­ğildir.
Çağımız hukuk devleti anlayışlarında devlet egemenliği, kişilerin temel hak ve
öz­gürlükleri ile sınırlıdır. Temel hak ve Özgürlük­lerin korunması devletin
aslî görevleri arasın­da sayılmıştır. Dolayısı ile kişilerin temel hak ve
özgürlüklerinin başladığı yerde, devlet ege­menliğinin sona erdiği kabul
edilmektedir.

Dış egemenlik ise,
uluslararası ilişkilerde bir devletin diğer devletler karşısında bağımsız,
kararlarında serbest ve eşit olması demektir. Ne var ki, uluslararası ilişkiler
bakımından bu ilke bir temenniden öteye geçmemektedir. Çünkü, gelişmiş zengin
ülkeler sahip oldukla­rı ekonomik ve siyasî baskılarını geri kalmış-fakir
ülkeler üzerinde sürekli olarak hissettir­mekte, onların da kendileri gibi
güçlenerek dünya dengesi İçindeki yerlerini almalarına en­gel olmaktadırlar.
Öte yandan, bir kısım güç­süz ülkeler zorunlu ya da gönüllü olarak için­de
bulundukları bloklar içerisinde ikinci sınıf devlet muamelesi görmektedirler.
Sovyet Rus­ya’nın liderliği altındaki Doğu Bloku ülkeleri­nin egemenlik
haklarından büyük tavizlerver-diklcri, Amerika Birleşik Devletleri’nin Nalo
Savunma İttifakı içinde bulunan ülkelerin ka­rarlarına egemenliklerini
zedeleyecek ölçüde

 

Devletin
Kişiliği

 

Devlet aynı zamanda
kendine özgü bazı hak­ları olan ve borçlanabilenbir mal ve insan top­luluğudur.
Kendisini oluşturan unsurlar üze­rinde ve onların tümünü içine alan bîr
kişiliği vardır. Bir başka ifade İle, devlet, sadece belli büyüklükte bir
toprak parçası, sadece belli miktarda bir insan topluluğu ya da sadece bir
egemenlik ve siyasî teşkilatlanma olmayıp, bunların tümünü İçine alan üstün bir
kişiliktir.

Devlet, sürekliliği
kabul edilen bir kişiliktir. Organlarının yapmış olduğu işlemler, işlemi
yapanların istifa, îilüın, emeklilik ve benzeri nedenlerle görevden ayrılmaları
ile ortadan kalkmaz. Yapılan kanunlar, borç ve alacak iliş­kileri yöneticilerin
ve siyasî rejimlerin değişmesiyle sona ermez. Organları değişse bile devletin
kişiliği değişmeyerek devamlı kalır. Osmanlı Devleti borçlarının Cumhuriyet hü­kümetlerince
ödenmesi ve gene Osmanlı dö­nemi kanunlarından bazılarının hâlen yürür­lükte
bulunması Türk Devleti bakımından bu sürekliliğin en güzel örneğidir.

 

Devlet Şekilleri

 

Tarihteve günümüzde
mevcut olan devletle­ri çeşitli Ölçütler kullanarak sınıflandırmak mümkündür:
İktisadî kalkınmışlık düzeyleri­ne göre “kalkınmış devletler, geri kalmış
dev­letler”, uyguladıkları iktisat politikalarına gö­re “Liberal
devletler, müdahaleci devletler”, kişilere tanınan hak ve özgürlüklerin
sınırları­na göre “demokratik devletler, otoriter devlet­ler”,
uluslararası ilişkilerdeki etkinliklerine gö­re, “güçlü devletler – güçsüz
devletler” gibi. Ay­rıca dış egemenlik bakımından devletler, “tek
devletler” ve “birleşik devletler” diye ikiye ay­rılmaktadır.

a) Tek
Devletler: Tek devlet, devletin ülkesi­nin ve bu ülkede yaşayan tüm insanların
bir lek merkezî otoritenin egemenliği altında top-lanmasıdır. Ülkede bir tek
merkezî devlet oto­ritesi ve onun temsilcisi olan bir tek kamu gü­cü vardır.
Devletin tüm siyasî, ekonomik ve sosyal hayatı bu merkezî kuvvet tarafından dü­zenlenir.
Ülkenin bir tek anayasası ve bu ana­yasaya göre oluşturulan bir tek yasama
organı vardır. Ülkede yaşayan tüm insanlar ve ilişki­ler bu yasama organının
yapmış olduğu kanun­lara göre yürütülür.

Tek devletlerde,
devlet içinde hukuk ve siya­sî yapı birliği vardır; devlet eyaletler ya da fe­dere
devletler şeklinde bölümlere ayrılmamış­tır. Türkiye, tekçi deviete en iyi
örnektir.

b)   Birleşik Devletler: Tek devletin zıddı olan
birleşik devletlerde birden fazla devlet değişik koşullarda bir araya gelerek
yeni bir devlet ve siyasî teşkilatlanma meydana getir­mişlerdir. Birleşik
devletler, “devlet topluluk­ları” ve “devlet birlikleri”
olmak  üzere İki önemli grupta
toplanırlar.

Devlet  birliklerinde, birden  fazla 
devlet,

esas kimliklerini ve
bağımsız devlet olma nite­liklerini korumak şartıyla bir araya gelmişler­dir.

Devlet toplulukları
İse iki ya da daha fazla devletin bir araya gelmesiyle oluşan birleşik
devletler olup “konfederasyonlar” ve “federas­yonlar” olmak
üzere iki değişik grubu oluştu­rurlar. İki ya da daha fazla devletin iç işlerin­de
bağımsız bir devlet niteliğini koruyarak, dış işlerini müşterek bir organ
tarafından yü­rüttükleri devlet topluluğuna konfederasyon denmekte olup
konfederasyona dahil ülkele­rin temsilcilerinden oluşan ve dış İşlerinin gö­rüşüldüğü
“diyet” adında bir organa sahiptir.

Devlet topluluklarının
İkinci şekli federas­yondur. “Federal devlet” diye de adlandırılan
federasyonlar, dış egemenliği bulunmayan eyalet, kanton ve benzeri devletlerin
bir tek devlet hâlinde birleşerek, bir tek iradeye ve bir tek egemenliğe bağlı
devlet şeklidir. Fede­rasyon içinde yer alan tüm gerçek ve tüzel kişi-1er, bir
yandan bağlı bulnudukları federe dev­letin, öte yandan da özellikle federal
devletin egemenliği altında faaliyet gösterirler. Federe devletlerden her
birinin kendi iç ilişkilerini dü­zenleyen anayasaları ve bu anayasaların uygu­lanışını
gösteren kanunları çıkaracak yasama organları vardır.

Egemenliğin kaynağına
göre devletler, “Mo-narşilervecumhuriyetler”, hakimiyetin sınırla­rı
bakımından ise “bağımlı ve bağımsız devlet­ler” olmak üzere de ikiye
ayrılırlar.

Aristo’ya göre,
egemenlik yetkisinin kaynağı ve kullanılması bakımından devletler, “nor­mal
devletler” ve “normal olmayan devletler” diye İkiye ayırlır. İyi
idare usulleri adı verilen “monarşi”, “aristokrasi” ve
“politeİa (Cumhuri­yet )” normal devlet şekilleri; kötü idare usulle­ri
adı verilen “istibdat”, “oligarşi” ve “demokra­si”
İse, normal olmayan devlet şekilleri arasın­da yer alır. Normal devlet
şekillerinden mo­narşide, egemenliğin kaynağı tek bir kişidir; fa­kat bu kişi
egemenlik yetkisini halkın yararına kullanır. Aristokrasi’de egemenliğin
kaynağı belli bir sosyal sınıf ya da gruptur; fakat bu sı­nıf ve gruplar
egemenlik yetkisini kendi çıkar­larına değil, toplumun çıkarlarına uygun
kullanırlar. Cumhuriyct’te ise, egemenliğin kayna­ğı vatandaşlardır. Toplum bu
yetkisini, yine kendi İçinden seçmiş olduğu organları aracılı­ğı ile kendi
yararına kullanır. Normal olma­yan devlei şekilleri, normal devlet şekillerinin
bozulmuş halidir. Monarşilerde egemenliğin kaynağı olan kişinin, yetkisini
kendi çıkarları­na kullanması halinde devlet istibdad’a; aris-tokrasi’de,
egemenliğin kaynağı olan grubun, yetkisini kendi çıkarlarına kullanması halinde
devlet oligarşj’ye dönüşür.

Aristo’nun sadece
egemenliğin kaynağını de­ğil, kullanılmasını da Ölçü alarak yapmış oldu­ğu bu
ayırım Montcsquicu’ya kadar geçerli ol­muştur. Montesquieu, sadece egemenliğin
kaynağını esas alarak yapmış olduğu ayırım­da, devlet şekillerini
“monarşi”, “istibdat” ve “cumhuriyet” olmak üzere
üçe ayırmıştır. Mon-tesquİeu’ya göre “monarşi”, egemenliği elinde
bulunduran bir kişinin ülkeyi çıkarmış olduğu kanunlara uygun olarak yönetmesi;
“istibdad”, egemenliği elinde bulunduran bir kişinin, ül­keyi
kanunsuz ve keyfinin istediği gibi yönet­mesi; “Cumhuriyet” ise,
seçimle gelen devlet başkanının ülkeyi kanunlara uygun olarak yö­nelmesidir.
Montcsquicu’nun yapmış olduğu bu ayırımda Cumhuriyetle öteki devlet şekil­leri
arasındaki fark, Cumhuriyeı’tc seçim esa­sının benimsenmiş olmasıdır.

Monarşİk devlette
hakimiyetin kaynağı ve sa­hibi bir kişi olup bu kişi farklı yer ve zamanla­ra
göre, kral, şah, hükümdar, imparator ve benzeri adlar almıştır. Egemenliğin
kaynağı­nın kişiler olduğu tüm siyasî rejimler aynı nite­likte değildir.
Egemenliğin niteliği, kazanılma­sı ve sınırları bakımından monarşiler
“mo-nark’ı tanrının yeryüzündeki temsilcisi sayan­lar”,
“monark’ı devletin sahibi sayanlar” ve “monark’ı devletin organı
sayanlar” diye farklı şekilde ortaya çıkmıştır.

Monark’ı
tanrınmyeryüzündeki tenisi Ici.si sa­yan monarşiler, teokrasi olarak da
adlandırıl­makta olup bu uygulama Ortaçağ boyunca tüm devletlerde görülüyor.
Günümüzde bazı yönleriyle, sembolik anlamda buna benzer bir anlayış
ingiltere’de halen devam etmektedir. Bu tür monarşilerde hükümdarın kişiliği
kut-

sal ve dokunulmazdır.
Tanrıdan başka hiç kim­se onu hesaba çekemez, dolayısı İle vicdanın elverdiği
her işi yapmakta serbesttir. Mo­nark’ı devletin sahibi kabul eden monarşiler­de
ise hükümdar, devletin ve ülkenin tamamı­nın sahibidir. Mülk devlet anlayışı
denilen bu tür uygulamalarda, hükümdar tüm ülke top­raklan ile beraber o
topraklar üzerinde yaşa­yan İnsanların da malikidir. Onları dilediği gi­bi
kullanabilir. Hak ve özgürlüklerin sınırları­nı dilediği gibi genişletip
daraltabilir. Bu tür monarşiler egemenliğin toprak sahipliğine da­yandığı
Ortaçağ feodal sistemlerinde görül­müştür.

Monark’ı devletin
organı sayan monarşiler­de de hükümdar ne tanrının gölgesi, ne de ül­kenin
sahibidir. O sadece devletin bir organı­dır. Batıda Fransız ihtilâlinden sonra
gelişen temsilî hükümet anlayışı ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin etkisiyle
kralların, ne insanüstü kut­sal kişiler, ne de devletin sahibi oldukları, sa­dece
egemenliği devlet adına kullanan bir or­gan oldııkalrı kabul edilmeye
başlamıştır. Hü­kümdarı devletin organı sayan monarşilere, “meşrutî
monarşi” adı verilmektedir. Egemen­liğin kazanılması bakımından monarşiler
irsî (soydan) monarşiler ve seçimlik monarşiler şeklinde sınıflandırılmaktadır.

Monark’ın sahip olduğu
egemenlik yetkisi­nin sınırları bakımından monarşiler “mutlak
monarşi” ve “meşrutî monarşi” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Mutlak monarşilerde hü­kümdar, devlet egemenliğinin tek sahibi ve kaynağıdır;
tüm devlet yetkilerini kişiliğinde toplamıştır, onun üstünde ve onun egemenliği­ni
sınırlayan bir başka makam ya da müeyyide bulunmamaktadır.

Meşrutî monarşilerde
ise hükümdar, yetkile­rinden bir kısmını öteki devlet organlarına devrederek,
tek yetkili organ olma özelliğini yitirmiştir. Meşrutî monarşilerde devletin,
hü­kümdar yanında en az onun kadar önemli olan başbakan, bakanlar kurulu,
parlamento ve benzeri organları vardır. Bu organların her biri (hükümdar dahil)
yetkilerini anayasa ve kanunlardan alır. Hükümdar ve öteki devlet organları,
kendilerine anayasa ve kanunlarla

verilmeyen hiç bir
alanda hiç bir yetkiyi kulla­namazlar. Günümüzde İngiltere, İsveç, Nor­veç,
Belçika, Hollanda, Danimarka ve İspan­ya meşrutî monarşi ile yönetilen
devletler ara­sında yer almaktadır. Bu itibarla bir ülkede de­mokratik bir
yönetimi gerçekleştirebilmek İçin devletin şeklinin cumhuriyet olması zo­runlu
değildir. Aksine, şeklen cumhuriyet olan pek çok devletin, yukarıda adlarını
andı­ğımız monarşiler kadar demokratik bir yöne­tim gerçekleştiremedikleri de
görülmektedir.

Diğer taraftan cumhurî
devlette, egemenli­ğin sahibi milletin tamamı olabileceği gibi, bel­li bir
sınıf ya da statüdeki insanlar da olabilir. Buna göre cumhuriyetler
“aristokrasi” ve “halk cumhuriyeti” ol- .ak üzere ikiye
ayrılır. Egemenliğin belli bir sınıf ya da statüdeki in­sanlara ait olduğu
cumhuriyff’e “aristokrasi” ya da “seçkinler cumhuriyeti”
adı verilmekte­dir. Ortaçağda kurulan Venedik Cumhuriyeti ve Roma
Cumhuriyetleri seçkinler cumhuriye­tine örnek gösterilebilir. Egemenliğin
milletin, tamamına ait old&ğu cumhuriyete ise “halk cumhuriyeti”
ya da “demokratik cumhuriyet” adı verilmektedir. Çağımız
cumuhriyetlerinin çoğu demokratik niteliklidir.

Krallık, hükümdarlık,
imparatorluk ve ben­zeri monarşilerle cumhuriyet yönetimi arasın­daki en önemli
farkın, devlet başkanı ve öteki siyasî görevlilerin İş başına gelmesi ve görev­de
kalma sürelerinde görüldüğü söylenebilir. Gerçekten de monarşilerde, devlet
başkanı ve öteki siyasi görevliler veliaht tayini ya da ata­ma yoluyla iş
başına gelerek bu görevde genel­likle ölene kadar kaldıkları halde, cumhuriyet­lerde,
devlet başkanı ve öteki üst düzey siyasî görevlilerin tümü seçimle İş başına
gelmekle ve dört-beş ya da yedi yıl gibi bir dönem görev­de kalmaktadırlar. Bu
nedenle cumhuriyetler­de, prens, dük, lord ve benzeri siyasî makamla­ra bağlı
kişisel asalet unvanları bulunmamak­ladır.

Cumhuriyetlerin
monarşilere üstünlüğü, de­mokratik bir siyasî hayatı gerçekleştirmeye da­ha
elverişli olmalarındandır. Cumhuriyet re­jimlerine geçilen toplumların
demokratikleş­me süreci  hızlanmaktadır.
Anayasaya göre

Türkiye Devleti
“demokratik bir cumhuriyet­tir”. Ncvar ki, cumhuriyet rejimini yeni
benim­semiş pek çok devlet gibi Türkiye’nin de bu alanda aşması gereken önemli
engeller bulun­maktadır.

Şükrü KARATEPE-Fevzi
DEMİR Bk. Cumhuriyet; Devletçilik; Egemenlik; Fede-rasyoıı; Hükümet.

 

İlgili Makaleler