Filozof Biyografileri

Değer Teorisi (Felsefi Kavram) (Felsefe Sözlüğü)

Aksiyoloji terimi anlam bakımından Antik Çağ filozoflarına kadar götürülse de, felsefede asıl ortaya çıkışı Kant’la birliktedir. Kanı, değerler teorisi ya da felsefesini Ahlakın Meta­fizik Temelleri (1785) adlı çalışmasıyla felsefenin inceleme alanına sokacaktır. Bunu şu cümleyle ifade etmiştir: “Günümüzde hakikatin bilgiyle temsil edildiği, iyi’nin duyguyla algılandığı, bunların birbirine karıştırılmaması gerektiği kavranmaya başlanmıştır.” Böylece Kant, hakikat veya bilgi ile değer arasında varolan farklılığa işaret ederek aralarında bulunan farkın belirtilmesinin zorunlu olduğunu ifade etmeye çalışmıştır.

Kant değer teorisini ruh yetilerinin sınıflandırmasını yaparak temellendirmek ister. Ona göre insan aklının üç yetisi vardır. Bunlar kavrama, isteme ve duymadır. Kavrama yetisini temellendirmede salt akıl, isteme yetisine karşılık pratik akıl veya ahlâk, duyma yetisine karşılık olarak da değer bulunmaktadır. Kant, yetiler sınıflandırmasında değer sorunu isteme ve: duyma yetileri üzerine kurar. Böylece hakikat ve değer alanları birbirinden, kavramanın, isteme ve duymadan ayrıldığı şekilde ayrılmaktadır.

Ne var ki, Kant’ın bu sınıflandırması psikolojik mahiyette bulunduğu için eleştirilecektir. “Psikolojik” yaklaşım ise genel anlatımıyla felsedefe dar görüşlülüğe yol açıcı bazı sakınca­lar taşımaktadır. Fakat bu eleştiriyi Kant’a yöneltmelerine rağmen, Hamilton, Alexander Bain, Sluart Mili, Yeni-Kantçılardan Herbart, Hermann Lotzeve Fenomenolojinin öncüsü sayılan Franz Brcntano aynı şekilde sözkonusu yanlış tutuma yöneleceklerdir.

F.Brentano Kant’ın düşüncesini psikolojik bir temelde geliştirmeye çalışır. Aslında bir Arİstotolcsçi ve “skolastik” olan Brentano, Kant felsefesini eleştirmekten de geri kalmamıştır. Meinongve Husserl’i etkilemesine rağmen felsefi bir sistem oluşturmamışsada teorinin temeli sayılan yeni bilinç anlayışını getirmiştir. Descartes’da olduğu gibi Brentano’da da bilinç bir cevher olarak kabul edilmez, çünkü kendiliğinden bir bilinç bir cevher olarak kabul edilmez, çünkü kendiliğinden bir bilinç yoktur, ancak bir şeyin bilinci veya bilinç eylemleri vardır. Bilinç eylemleri ise ancak da­ima bir objeyle vardırlar. Böylece Brentano ruhsal yetiler sınıflamasını canlandırıp değer teorisine temci teşkil edecek bazı düşünceler oluşturmaya çalışır; “bilinç muhtevaları” yerine “eylem psikolojisi” kavramını koyar. Yani Brentano’ya göre Locke ve Hume’da olduğu gibi bilinç, “Fikir muhtevaları”nın bir toplamı özetle İzlenimlerin, hafızada beliren hayellerin, duyguların bir arada toplanması değildir. Bilinç algı, anı, duyum eylemlerinin, yani renk, ses, nesne olarak nitelenen objeleri kavrayan eylemlerin birbirine karıştığı bir “or-»ü”dür. Brentano’ya göre bilinç fenomen düzenleri “Belirleme” ve “Yaralama” düzenleri
şeklinde ikiye ayrılır. Yargılama onaylama ve olumsuzlama yoluyla ortaya çıkartılır. Böylece “bir şeyi değerlendirmek o şeye ihtiyaç duymaktır”. Dolayısıyla değer kendiliğinden bîr gerçeklik değildir; duyarlı bir özne ile bir nesne arasında oluşan bir ilişkidir.

Brentano’ya göre değer yaşantısı bütün ruhsal yaşantılar arasında en karmaşık olanıdır. Ayrıca değer yaşantısıyla yargı arasında belli bîr paralellik de sözkonusudur. Nitekim yargı alanındaki olumlama ve olumsuzlama, değer yaşantısında sevgi ve nefret ile karşılanır. Yargının önermelerinde nasıl apaçıklık varsa, sev­gi ve nefrette de benzer şekilde “duygusal bir apaçıklık” kendini ortaya koyar. Yine ahlak alanında da aynı durum, yani apaçıklık sözkonusudur. Böylece obje ve amaçlarda sevgi ve nefret apaçık ortaya çıkar ki, obje ve amaçlar değerlerdir. Brentano’ya göre ahlak felsefesi­nin anlamı “her zaman iyiyi seç” olarak ifade edilebilir. “Daha iyi”nin ne olduğunu Brentano üç üstün tutma kuralıyla açıklamaya çalı­şır:

a) İyi bilineni kötü bilinene üstün tut;

b) İyi bilinenin var oluşunu varolmayışına üstün tut;

c) İyi değerli nesneden bir bölümü ötekinin bütününden daha değerliyse onu tercih et.

Meinong değer teorisinde ahlâkı değerlendirmeye ontolojiyi dahil etmesiyle dikkati çekerken, Husserl fenomenolojik yöntemle değerin çift yönlülüğünü vurgular.

Değer teorisi konusunda Önemli bir katkı Friedrich Nietzsche tarafından gerçkeleştirilecektîr. Nitezsche’ye göre değerlerin temelinde insanın islemesi, yani iradesi vardır ve dolayısıyla insan dünyaya, nesnelere, olaylara ve olgulara belli değerler açısından bakar ve de­ğerlendirmelerde bulunur. Aynca güçlü olma isteği taşıyan insan topluluklarının sahip oldukları ya da kabul ellikleri ahlâk kuralları arasında belli bir değer hiyerarşisi de sözkonusudur. İnsan topluluklarını düşünceleriyle etkileyen üstün insanlar daha önceki değerleri yeniden irdeleyerek ve değerlendirerek, toplulukların gelecekte neleri “değer” kabul edeceklerini de belirlerler. Çünkü Nietzsche istemeyi ve karar vermeyi, düşünceye dayanan felsefelerden, benimsenmiş değerlere, geleneksel ahlâka, ideale ve metafizik ontolojiye bağlanıştan kurtarmaya çalışır. Ayrıca iyi ve kötü gibi değerler, nesne düzeninin dışlaması veya yansıması olarak düşünülemezler, aksine bunlar insanın yaratıcı isteğinden doğmaktadır. Nietzsche’nin bu anlayışı Varoluşçulukta da yankısını bulacaktır. Nitekim Jean-Paul Sartre’a göre de “insan”, değerleri dünyaya getirendir. Onun içindir ki, insanın özgürlüğü mutlaktır ve özgürlük İnsanı değerleri, seçmeleri, tasarıları konusunda tek sorumlu varlık haline getirir. Başka bir söyleyişle, insan, kendisine sadece kendinin verebileceği değerlerden sorumludur. Çünkü değerleri yaratan insan olduğuna göre, hayatın önsel (a priori) bir anlamı da yoktur, yaşantıdan önce hayat bir hiçtir ve ancak ona bir değer vermek insanın işlek ve seçimine bağlıdır. İşte değer, seçilen ve istenilen bir anlamdan başkası değildir.

Yine Nietzsche’den etkilenen ve Kant’ın biçimci ahlâk anlayışını eleştiren Max Scheler farklı bir değer ahlâkı öğretisini savunacaktır. Scheler’e göre “duyulmuş” değerler bir değer alanı oluştururlar ve aralarında sıkı bir hiyerarşi vardır. Hiyerarşi içinde bir değer öteki değerden “daha yüksek” veya “daha aşağı” olarak belirir. Bu değerlerin özlerinde varolan bir şeydir. Sadece değerler değil, hiyerarşileri de doğrudan duyulur mahiyettedirler. Bir değerin ötekinden yüksek oluşu değer bilgisinin belli bir eyleminde, yani seçmede ortaya çıkar. Seçme ise ya değerli nesneler arasında ya da değerler arasında olur. Eğer seçme değerli nesneler arasında olursa değer “deneysel”dir. (a posterioriktir); değerler arasında olursa, o takdirde değer deney öncesi (a priorik)’dir. Değerler arası hiyerarşi ise önseldir. Bu ba­kımdan Scheler hayati (vital) değerleri duyusal değerlere, manevi değerleri vital değerlere, kutsal değerleri manevi değerlere üstün bir kategori içinde sıralar.

öte yandan Scheler’e göre değerler mahiyet bakımından izafi değil, mutlaktırlar ve değerlerin içerikleri -bir ilişki olarak tanımlanamaz­lar. Nitelik kategorilerine ait olmaları nedeniyle de değerler değişmez özelliktedirler. Değerlerde varolduğunu sandığımız değişme veya izafilik, gerçekte değerlerden kaynaklanma­makta, bizim onları öyle sanmamızdan dolayı oluşan bilgimizle ilişkili olmaktadır. Bu bakımdan seneler duygu veya bilgi değer ve değer yargıları, eylem, insanın pratik ahlak ilkelerindeki değişmeleri çeşitli nedenler ile açıklamaya çalışan sübjektif, vitalist, tarihi maddeci görüşleri reddeder, özellikle de ahlaki değerler, belli oranda tasarlanabilir, kavranabilirve for­müle edilebilirse de, gerçekte bütün olarak mutlak ve değişmezdirler. Seneler değer hiyerarşisinin özelliklerini de süreklilik, bölünmez­lik ve mutlaklık şeklinde nitelendirir.

Yine Nietzsche’den etkilenen ve saçma (absürd) felsefesini savunan Albert Camus, “değerlerin değersizieşmesi” olgusundan hareketle XX. yüzyılın siyasal olayları çerçevesinde “başkaldırma” eylemi olgusuyla değerler arasındaki belli bir bağlantı kurmaya çatışacaktır.

Değer teorisi Anglosakson düşüncesinde farklı bir şekilde algılanarak geliştirilmiştir. Bu bağlamda Wilbur Marshall Urban değer teorisinin Amerika’da öncülüğünü yapmış, Ralph Burton Perry ise yeni bir yaklaşımı denemiştir. Değeri “herhangi bir çıkar nesnesi” şeklinde tanımlayan Perry, ahlâk, din, sanal, bilim, iktisat, siyaset, hukuk ve gelenek olarak sekiz değer alanı ayrımı yapar. Oysa genel olarak değer olgusunda araç ve amaç temelinde bir ayrım yapılmaktaydı. Yani araç olarak iyi bulunan, yani değer taşıyanla amaç olarak iyi bulunan, yani kendi içinde değer taşıyan ayrımı yapılır. John Dewey de pragmatik bir yorumla yukarıdaki ayrımı ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Buna karşılık C.I.Lewİs, Georg Henrik von Wright ve W.K.Frankena gibi bazı düşünürler bu husustaki ayrımları artırmışlardır.

İsmail KILLIOĞLU – SBA

İlgili Makaleler