DAVRANIŞÇILIK
DAVRANIŞÇILIK
Psikolojide:
Davranışçılık Birleşik
DevIctler’dckİ psikoloji disiplini içerisinde XX. yüzyılda ortaya çıkan bir
yönelimi ifade eder. Davranışsal yaklaşım çevrenin insan üzerindeki
etkileriyle insan ve hayvan davran ıslarında ki değişimler arasındaki
ilişkilerin nesnel yoldan incelenmesi üzerinde durur. Bu ya laboratuvarda ya
da nisbeten kontrol altındaki kurumsal ortamlarda gerçekleştirilir. I. Dünya
Savaşı’nın hemen arefesinde farklı bir akım olarak göze batan davranışçılık,
insan zihninin ve bilincinin ice-bakışı (introspeetive) incelenmesi olarak
tanımlanan psikolojinin kökten reddini ifade eder. İlk davranışçılar Wondt ve
Titchcner’in yapısalcılığından, James, Dcwey, Angell ve Carr’ın işlevsel
zİhİnci liginden (mentalism) ve Geştalt psikolojisinin izafiyetçilik ve
fenome-nolojİsinden uzak durdular.
John b.NVatson 1913’te
davranışçılığı yani bir akım olarak ilan etti; fakat akımın tarihsel
gelişmesinin temelleri antik Yunanlılara kadar geri gider ve deneycilik,
elementinin, çağrışımcılık, objektivizm ve naturalizmi kapsamına alır.
Davranışçılığın XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyıldaki doğrudan selefleri
şunlardı: Danvin’in evrim teorisinden ilham alan işlevsel (fonkisoyonel)
yönelim ve hayvan davranışına dair incelemeler; Refleksif davranış bağlamında
uyarımın onun yerine kaim olduğunu savunan Rus fizyologları Ivan Pavlov ve
Vladimir Bekhterev’in şartlandırma araştırmaları; Tepki sıklığı üzerinde
davranışın sonuçlarının etkileriyle uğraşan Amerikan psikologu Ed-ward
Thorndike’in bulmaca kutusu incelemelin Şartlandırma araştırmasına dair iki
egemen ve sık sık ta rekabet eden teorik-prosedü-ral model, Pavlov ve
Bekhterev’in çalışmalarından türemiş klasik ve Skİnner’in uyarımsız (operanı)
şartlandırma olmuştur.
Davranışçılığın
genellikle belirgin bir okul olarak 1950’Iİ yıllarda gücünün zayıfladığı iddia
edilirken, genel bir yönelim olarak davranışçılık aşağıda birbiriyle çakışan
dönemler boyunca sürmüştür: Thorndİke ve Watson’un çalışmalarının temsil ettiği
klasik davranışçılık (1900-1925); Clark Hull, Edward Tolman, Edwin Gthrie ve
Burhus F.Skİnner’in teorilerinin üstün gelmek için birbiriyle kıyasıya yarıştığı
heyecan verici bir dönem olan yeni davranışçılık dönemi (1920’ler ile
1940’lar); Hull’un karmaşık hipotetik-dedüktif davranış teorisinin heyecanlı
bir çıkış yaptığı Hullev Davranışçılık dönemi (1940’lar-1950’ler) davranışın
sonuçlarıyla kontrol edilmesini vurgulayan uyarımsız şartlandırma
tekniklerinin en güçlü davranışçı metodolojilerin ürettikleri dönem olan
Skİnnerci davranışçılık dönemi (196O’Iar-197O’lerin ortaları); ve niayet, davranış
değişmesine saf bir Skinnerci yaklaşımın sınırlarının giderek görünür hale
geldiği ve biliş-sc (cognitive) perspektiilerin -örneğin sosyal öğrenme
teorileri- davranıştaki değişmeyi açıklamak için gerekli kabul edildiği
bilişsel davranışçılık dönemi (1975’ten günümüze ka-darki dönem).
Davranışçı bir yönelim
Birleşik Devletler’de yirminci-yüzyıl psikoloji için temel teşkil etmiştir;
bunun başlıca nedeni de laboratuvar araştırmalarına ve deneysel metodojilerc duyulan
güçlü bîr İnanç; öğrenme sürecini incelemeye duyulan bir ilgi; niceliksel
bilgilerin tercih edilmesi; muğlak kavramların ve karmaşık olması nedeniyle de
özel (öznel) deneyimleri tanımlamakta güçlüklerle karşılaşan araştırmaların
disiplinden elenmesi ve 1950’lcrin sonlarından İtibaren, teori kurma yönünde oldukça
muhafazakar bir yaklaşım. Tlıorndi-
ke’inkinden
Skinner’inkine kadar büyük davranışsal programlardan her biri kapsamlı bir
davranış değişimi açıklaması sunmayı başaramazken, davranışçı yönelim
psikolojinin bir-çok alanında yararlanılan davranış-kontrolü metodolojilerinin
geliştirilmesine yol açmıştır. Bundan başka, bu akım psikolojik araştırmalarda
hassaslık ve sorumluluk fikirlerini kabul ettirmiştir.
Tabu ki. Birleşik
Devletler dışındaki ülkelerin psikologları tarafından davranışçı metodolojiler
geliştirilmiştir, özellikle de güçlü bilimsel geleneklere sahip ingiltere ve
Japonya gibi ülkelerde. Davranışçı varsayımlar diğer sosyal bilim dallarında,
özellikle sosyoloji ve siyaset bilimini de etkilemiştir. Fakat davranışçı yönelime
laboratuvarda hayvan üzerinde yapılan araştırmalar hakim olduğu için büyük bir
akım halinde davranışçılık sadece psikolojide geliştirilmiştir.
Felsefede
İlkin J.B.VVatson
tarafından psikolojik faaliyetin gözlemlenen davranışsal verilere dayanılarak
tanımlanabileceği şeklinde ortaya atılan davranışçılık başlangıçta psikolojiye
güçlü bir bilimsel temel kazandırmış ve üç bağımsız öğretiyi doğurmuştur.
Metafizik davranışçılık bilinç diye bir şeyin mevcut olmadığını iddia eder;
sadece hareket eden organizmalar vardır. Metodolojik davranışçılık, bu
metafizik sorun hakkındaki hakikat ne olursa olsun, hakiki bir bilimsel
psikolojinin ancak sosyal olarak gözlemlenebilir davranışı inceleyebileceğini
ve içe-bakışa prim verilmeyeceğini söyler. Analitik davranışçılık ise
psikolojik kavramların salt davranışsal terimlerle analiz edilebileceğini ve
bunun, bir tür sözcüklerin kastettiği şey olduğunu ileri sürer.
Analitik davranışçılık
bîr çok filozof tarafından kabul görmüştür. Artık klasikleşmiş bir metin olan
Zihin Kavramı (The Conccpt of Mimi (1949) adlı eserinde Gilbert Ryle,
Kar-lezyan makinadaki hayalet mitinin zihinsel (ruhsal) ve fiziksel olayların
birbirini dışlamasıyla ilgili bir kategori yanlışından kaynaklandığını ve
gerçekte zihinsel kavramların zahiri eylemler ve sözlere dayanarak analiz
edilebileceğini öne sürer. Bu tezin daha değişik bir epistemolojik
versiyonunda Witigenstein, zihinsel süreçlerin meydana gelmesi için getirilecek
ölçütün özel, içe-bakışçı eylemler olamayacağını, daha çok kamusal olarak
kabul edilebilir davranış biçimlerinin ölçü olarak alınması gerektiğini ileri
sürerek sürüp giden tartışmaya bir hareket noktası (odak) kazandırmıştır.
Davranışçılığın
felsefi versiyonunda açıklanması müşkül gözüken iki felsefi güçlük vardır:
birincisi, davranış kavramının kesin biçimde (örneğin fizyolojik hareketleri
mi, yoksa istem-sel amaçlı eylemleri mi) neyi kastettiği o kadar açık
değildir; ikinci olarak da ikinci Witt-genstein’in İç duyumlarını (örneğin acı)
İfade eden birinci şahıs ölçütünün davranışsal olup olamayacağı konusu
belirsizdir.
(SBA)