Nedir ?

Danişmendliler Devleti/Beyliği, Mimari, Önemli Eserleri, Hakkında Bilgi

Dânişmendliler, hüküm sürdükleri Amasya. Tokat. Niksar, Sivas ve Kayseri dolaylarında birçok mimari eser meydana getirmişlerdir. Söz konu­su eserler gerek malzeme ve teknik, ge­rekse tasarım ve süsleme açısından id­diasız yapılardır. Ancak bu eserler, Ana­dolu’da aynı dönemde diğer beylikler ta­rafından inşa ettirilen yapılarla bera­ber, gelecek yüzyıllarda şaheserler mey­dana getirecek olan Anadolu Türk mi­marisinin doğuş devresinde kendi kim­liğini belirlemeye yönelik İlk örneklerini teşkil etmeleri bakımından önemlidir. Ayrıca bazı Dânişmendli eserleri, daha sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarilerin­de gelişecek birtakım tasarım şemala­rının öncüleri olarak değerlendirilebilmektedir.

Büyük Selçuklular adına Anadolu’nun önemli bir kesiminde fetih faaliyetleri­ni yürütmüş olan Dânişmendliler 1086′-dan sonra kendi adlarına hareket etmiş­lerdir. Hâkimiyet kurdukları bu toprak­larda bıraktıkları eserler arasında Kay­seri, Niksar ve Sivas gibi yeni fethedilen şehirlerin ulucamileri ilk sırayı alır. Bun­ların yanı sıra Tokat’taki Garipler Camii ve Niksar’daki Cin Camii gibi daha kü­çük ölçekte birtakım camiler de inşa ettirmişlerdir. Öte yandan Kayseri Kölük Cami – Medresesi ile Tokat ve Niksar’da­ki Yağıbasan medreseleri, Orta Anado­lu’da Dânişmendliler’in tesis ettiği en erken tarihli eğitim yapıları arasında zik­redilebilir. Ayrıca günümüzde ancak bir kısmı ayakta olan kümbetlerle hepsi or­tadan kalkmış bulunan han, hankah, ribât, saray gibi yapılar da Dânişmendli­ler’in imar ve inşa faaliyetlerinin eser­leridir.

Dânişmendli camileri arasında, Tokat’ın Pazarcık mahallesinde bulunan Garipler Camii günümüze gelebilmiş en eski ta­rihli Dânişmendli yapısıdır. Kitabesi ol­mayan bu caminin, Dânişmendli hane­danının ilk hükümdarı Danişmend Gazi tarafından yaptırılmış olduğu arşiv ka­yıtlarından anlaşılmaktadır. Anadolu’da en erken tarihli hünkâr mahfiline sahip cami olan Garipler Camii, ufak boyutlu ve gösterişsiz bir yapı olmasına rağmen merkezî kubbeli İlginç tasarımı ile zama­nına göre çok ileri bir hamleyi yansıt­maktadır. Yaklaşık aynı yıllara ait oldu­ğu anlaşılan Buhara yakınındaki Hezâre Kışlağı (Hazar Dikkaruni) Camii ile arala­rındaki coğrafî uzaklığa rağmen şaşır­tıcı bir benzerlik gösterir. Bu eser, Osmanii mimarisinde 1458 tarihli Atina Fethiye Camii ile başlayıp XVII. yüzyıl baş­larında Sultan Ahmed Camii ile en ihti­şamlı örneğini veren tasarım şemasının oldukça erken bir müjdecisidir.

Dânişmendliler’den kalan geniş kap­samlı dinî yapıların en eskisi, hanedanın üçüncü hükümdarı Melik Muhammed zamanında (1134-1143) inşa edilen Kay­seri Ulucamii’dir. Sultan Camii olarak da anılan yapının kesme taş örgülü duvar­larla kuşatılmış dikdörtgen planlı hari-mi, mihrap duvarına paralel uzanan be­şer kemerli sekiz neften müteşekkildir. Kuzeydeki iki nefin, ayrıca batı duvan ile buna bitişik olan minarenin İkinci in­şa döneminde (1205) eklendiği tahmin edilmektedir. Minare ile birlikte cami­nin dış görünümüne hâkim olan pan­dantifti mihrap önü kubbesini, ikisi mih­rap duvarına gömülü, diğer ikisi “L” ke­sitli dört adet payeye oturan kemerler taşımaktadır. Erken tarihli olduğu anla­şılan şadırvanı taçlandıran aydınlık kub­besi harimde mihrap eksenini vurgula­dığı gibi avlu geleneğini de yaşatmakta­dır. Üçü de son derece sade görünümlü olan girişlerden cümle kapısı kuzey cep­hesine, diğer ikisi yan cephelere karşı­lıklı olarak yerleştirilmiş, harim mekânı duvarların üst kesiminde yer alan pen­cerelerle aydınlatılmıştır. Son onanma ait olan mihrap, aynı şehirdeki Kölük Ca-mii’nin çini mihrabının taşa işlenmiş bir kopyasıdır. Muhdes olmasına rağmen ya­pının özgün mimarisiyle bağdaşan bu mihrabın yerinde, XVIII. yüzyılın birinci yansına tarihlenen Kütahya çinileri ve Avrupa (muhtemelen Venedik) menşeli çi­nilerle kaplı bir yüzeyin kuşattığı oymalı ahşap bir nişin bulunduğu bilinmektedir, özgün tasarımını kısmen koruyabil­miş olan ahşap minberde taklit künde-kârîtekniğiyle imal edilmiş yıldızlar, ro­zetler, çeşitli nebatî süsleme unsurları ve âyet kuşakları dikkati çekmektedir. Kayseri Ulucamii’nin, Melik Muhammed’in kardeşi Nizâmeddin Yağıbasan’ın oğlu Muzafferüddin Mahmud tarafından vak-fedildiği anlaşılan ve halen Ankara Et­nografya Müzesi’nde teşhir edilen ah­şap kapı kanatlan, geometrik ve neba­tî süsleme unsurlan ile Anadolu ahşap işçiliğinin XIII. yüzyıl başlarına ait değer­li örneklerini teşkil etmektedir.

Melik Gazi Camii adıyla da anılan Nik­sar Ulucamii, kitâbesiz olmasına rağmen sözlü geleneğin verilerine göre 540 (1145) yılına tarihlendirilmektedir. Nizâmeddin Yağıbasan’m saltanatı sırasında (1143-1164) ve bizzat onun tarafından yaptı­rılmış olması gereken camiyi, Çepnizâ-de Hasan Bey adında bir kişinin İnşa et­tirdiği yolunda mahallî bir rivayet de vardır. Niksar Ulucamii’nin derinliğine gelişen dikdörtgen planlı harimini sınır­layan duvarlar moloz taşlarla İnşa edil­miş, düzensiz örgü köşelerde iri boyut­lu devşirme bloklarla donatılmıştır. Ha­rim enine beş, derinliğine yedi tane ol­mak üzere toplam otuz beş adet değiş­ken boyutlu, bağımsız örtü sistemine sahiptir. Bu mekân birimlerinin köşelerin­de yükselen kesme taş payelere sivri ke­merler oturmakta, bunlar mihrabın önün­de ve harimin ortasında pandantifti kub­beleri, diğer yerlerde ise çapraz tonoz­ları taşımaktadır. Mihrap önü kubbesi dışarıdan onikigen kasnaklı piramit şek­linde bir külahla örtülmüş, harimin mer­kezindeki kubbenin altında maksure ve­ya hünkâr mahfili niteliğinde bir seki meydana getirilmiştir. Muhtemelen bu mahfilin varlığından ötürü kuzey cephe­sindeki âbidevî taçkapı eksenden batı­ya doğru kaydınlmıştır. Öte yandan batı duvarına tâli bir giriş açılmıştır. İki kub­be dışında aslında düz toprak damla ör­tülü olduğu anlaşılan cami, günümüzde kiremit örtülü bir ahşap çatı altına alın­mış bulunmaktadır. Kuzey cephesinde, yanlardan duvarlarla kapatılmış olan, ah­şap direkli sundurma niteliğinde bir son cemaat yerinin varlığı dikkati çekmek­tedir. Caminin batı cephesine bitişik olan minare kesme taştan, sekizgen prizma biçiminde bir kaideye oturmakta, pabuç kısmından itibaren tuğla örgülü ve dai­re kesitli olarak devam etmektedir. İki­si de âbidevî boyutlarda ve bir üslûp bir­liği içinde tasarlanmış bulunan taçkapı ile mihrapta görülen alçak kabartma ge­ometrik ve nebatî süslemeler, dönemin ilginç mimari bezemeleri olarak değer­lendirilebilir. Niksar Ulucamii, Anadolu Türk mimarisinde çok destekli, ahşap çatılı eski tip cami tasanmının gelişme­si sonucunda ortaya çıkan ve XIV. yüzyı­lın sonlannda Bursa Ulucamii ile en par­lak örneğini veren, bağımsız örtü unsur­lan ile donatılmış çok mekânlı cami ta­sanmının en erken uygulamalarından bi­rini teşkil etmektedir. Ayrıca -sundurma düzeyinde de olsa- son cemaat yerinin varlığı bu yapıyı birtakım müstakbel ge­lişmelerin öncüsü haline getirmiştir.

Nizâmeddin Yağıbasan tarafından 1143-1164 yılları arasında inşa ettirildiği tahmin edilen diğer bir önemli Dânişmendli eseri de Kayseri’de birbirine bağımlı ola­rak tasarlanmış Kölük Camii ve Medre-sesi’dir. Yapının kuzeydoğu köşesindeki taçkapının üzerinde, 607 (1210) yılında adı geçen melikin torunu Atsız Elti Ha­tun tarafından tamir ettirildiğini belir­ten bir kitabe bulunmaktadır. Ayrıca kuzey cephesinin batı köşesinde 1301 (1883). kuzey cephesindeki cami girişi üzerinde de 1325 (1907) tarihlerini ta­şıyan onarım kitabeleri yer alır. Bu ara­da caminin 735 (1335) depreminde yı­kıldığı, ardından Kölük Semseddin adın­da bir hayır sahibi tarafından ihya edil­diği ve bundan böyle Kölük Camii adını aldığı bilinmektedir. Enine dikdörtgen bir plan gösteren yapının doğu kesimi camiye, batı kesimi medreseye tahsis edilmiştir. Aynı mimari bütün içine yer­leştirilerek kuzey yönünde bağımsız gi­rişlerle donatılmış bulunan bu iki bölü­mün arasına kıble doğrultusunda uza­nan, ince uzun dikdörtgen planlı, iki yan­dan sivri beşik tonozlarla örtülü, ortası açık bir avlu yerleştirilmiştir. Cami ile medrese söz konusu avluya üçer kemer­le açılmaktadır. Kölük Camii’nin en il­ginç mimari unsurlanndan biri, çatı üze­rine yerleştirilmiş olan altıgen planlı, al­tıgen kesitli sütunçelerin taşıdığı kaş ke­merlerden ve altıgen piramit biçiminde bir külahtan oluşan “köşk minare’dir. Basık kemerli asıl girişi taçlandıran mu-karnaslı yaşmağı, yaşmağı kuşatan lo­tus -palmet dizili sivri kemeri, müzeyyen yan nişleri ve geometrik dış bordürü ile kuzeydoğudaki taçkapı, Anadolu Selçuk­lu taçkapılannın parlak geleceğinin müj­decisi olmaktadır. Mimari süsleme açı­sından asıl önemli olan unsur mozaik çi­nili muhteşem mihraptır. Araştırmacıla­rın XIII. yüzyılın İkinci yansına tarihledik-leri. Konya Alâeddin Camii’ndekinden sonra Anadolu’da kendi türünün en par­lak örneğini teşkil eden bu mihrabın taş süslemeli eski mihrabın üzerine kaplan­dığı anlaşılmaktadır. Mozaik çini tekni­ğinin kusursuz bir işçilikle uygulanmış olduğu mihrapta Selçuk neshi ve kûff hatlar, çeşitli geometrik ve nebatî mo­tiflerden oluşan girift kompozisyon şe-malan göze çarpmaktadır.

Kölük Cami-Medresesi, XII. yüzyılın bi­rinci çeyreğine ait bir Artuklu eseri olan Mardin Emînüddin Külliyesi’nden sonra. Anadolu Türk mimarisi tarihinde cami ve medrese fonksiyonlarının aynı mima­ri bünye içinde müşterek bir avlunun çevresinde çözümlendiği ikinci örnektir. Ay­rıca sonraki yüzyıllar boyunca geliştirilerek Osmanlı mimarisinin altın çağında Mimar Sinan’ın en başarılı şekilde uy­guladığı cami-medrese ikililerinin öncü­lerinden birini oluşturmaktadır.

Niksar’ın Taşmektep mahallesinde bu­lunan 555 (1160) tarihli Cin Camii, Dânişmendliler’e ait küçük boyutlu dinî ya­pıların ilginç bir örneğini teşkil etmekte­dir. Enine gelişen dikdörtgen planlı ha-rim moloz taş örgütü duvarlarla kuşa­tılmış, duvar örgüsü yer yer devşirme bloklarla takviye edilmiştir. Üstü bir be­şik tonozla örtülü olan. duvarlarında hiç­bir pencerenin bulunmadığı camiye, ku­zey duvarı yamaca yaslandığı için batı duvarının kuzey köşesindeki kapıdan gi­rilmektedir. Mihrap yuvarlak bir çıkıntı halinde dışarıya taşırılmıştır. Bütün bu özellikleriyle ilk bakışta tek nefli bir şa­peli andıran Cin Camii, birtakım mahallî Bizans etkilerinin görüldüğü özgün bir yapı olmaktadır.

Sivas Ulucamii’nin, 1955 onarımı sıra­sında toprak hafriyatında bulunan kita­belerinden birinde Selçuklu Sultanı II. Kı-lıcarslan’ın oğlu Sivas Meliki Kutbüddin Melikşah zamanında Kızılarslan b. İbra­him tarafından 593’te (1197) inşa etti­rildiği belirtilmektedir. Ancak erken dö­nem Anadolu Türk mimarisi uzmanları, mimari özelliklerinden hareketle cami­nin Dânişmendliler tarafından XII. yüz­yılın daha erken bir diliminde yapıldığı­nı kabul etmektedirler. İtinalı bir kes­me taş işçiliği gösteren yapıda enine dik­dörtgen planlı harim kısmı, mihrap duvarına dik uzanan on bir neften meyda­na gelir. Kalın payelere oturan geniş siv­ri kemerler bu nefleri ayırmakta ve ah­şap kirişli düz toprak damı taşımaktadır. Harimin kuzey yönünde aynı ende, yatık dikdörtgen planlı, üç girişle donatılmış

bir avlu yer alır. Harimin giriş (kuzey) cep­hesinde bulunan iki küçük mihrap, ayrı­ca yine bu cephenin önünde araştırma­cıların vaktiyle tesbit ettiği kemer ayak­ları, günümüzdeki ahşap direkli muhdes sundurmanın yerinde aslında pâyeli ve kemerli bir son cemaat yerinin bulun­duğunu göstermektedir. Yine bu cep­henin ekseninde yer alan basık kemerli taçkapıda son derece yalın bir tasarıma gidildiği, süsleme olarak kilit taşındaki rozet kabartması İle yetinildiği görül­mektedir. Aynı yalınlığın hâkim olduğu iç mekânda bazı payelerle kemerlere kondurulmuş rozetlerden başka herhangi bir süslemeye rastlanmamaktadır. Buna kar­şılık 1955’te bulunan ikinci kitabeden, 609 (1213) yılında Yûsuf adında bir şa­hıs tarafından yapıya eklendiği anlaşı­lan harimin güneydoğu köşesindeki tuğ­la Örgülü minare, Anadolu öncesi Türk mimarisinin geleneklerini sürdüren ilginç süslemeleriyle dikkati çekmektedir. Si­vas Ulucamii, gerek tasarımındaki ba­sitliğe rağmen ahenkli oranları ve yalın­lığı ile İnsanı etkileyen harim mekânı açı­sından, gerekse Anadolu’daki en erken tarihli avlu ve son cemaat yeri uygulamalarından birine sahip olması bakımın­dan mimari tarihimizde önemli bir yere sahiptir.

Camilerin yanı sıra Dânişmendliler’in Anadolu’da medreselerin gelişiminde de önemli hizmetleri olmuştur. Tama­men kendine özgü bir yapı olan Kayseri Kölük Medresesi’nin cami-medresele­rin oluşumuna öncülük etmesi gibi, Ni-zâmeddin Yağıbasan’ın XII. yüzyılın or­talarında Tokat ile Niksar’da inşa ettir­diği medreseler de Anadolu Türk mima­risinde “kubbeli medreseler” olarak ad­landırılan, en ihtişamlı örneklerine XIII. yüzyılda rastlanan, avluları aydınlık kub­beleriyle örtülü medreselerin en erken örneklerini teşkil etmektedir. İkisi de harap durumda olan bu yapılarda köşe­lerde tromplar, merkezde açıklıklarla donatılmış kubbelerin örttüğü kare plan­lı avlular tasarımın çekirdeğini oluştur­makta, söz konusu avlunun çevresinde dershaneler ve hücreler sıralanmaktadır.

Moloz taştan inşa edilen Tokat Yağı-basan Medresesi’nde, Türk mimarisinin en eski tasarım şeması olan, birtakım kozmik sembolleri ifade ettiği bilinen ve kökleri İslâm öncesi Horasan mima­risine kadar inen dört eyvanlı şemanın üç eyvanlı değişik bir şekli uygulanmış­tır. Kuzeydeki küçük eyvan giriş, batı­daki ve kıble yönündeki mihraplı eyvan da dershane olarak değerlendirilmiştir. Avluyu örten kubbenin 14 metreye va­ran çapı, inşaat tekniği açısından yapıl­dığı dönem için oldukça ileri bir merha­leyi gösterir. Gerçekten de Anadolu’da uzun süre kubbe çaplarında 8-10 m. gi­bi ölçüler dolayında kalınmıştır. Bu hu­susta Tokat Yağıbasan Medresesi, an­cak XIV. yüzyılın birinci çeyreğine tarih-lenen Eski Çine Ahmed Gazi Mescidi’nin 17 m. çapında kubbesiyle geride bırakılabilmiştir.

Dânişmendü eseri olan mezar anıtla­rının en eskisi, Dânişmend Gazi’ye ait Niksar Melik Gazi Kümbeti’dir. Kare plan­lı yapı bir kısmı devşirme olan kesme taşlarla inşa edilmiş. Türk üçgenlerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Basık kemerii kapının çevresindeki izlerden. burada üç birimli ve kubbeli bir giriş revakının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dânişmend Gazi’nin emîrlerinden 1106′-da vefat eden Karategin’in Çankırı Kalesi’ndeki kümbeti, bilinçsiz onarımlar sonucunda ilk mimari özelliklerini he­men bütünüyle yitirmiştir. Buna karşılık Niksar’da Melik Gazi Kümbeti’nin yakı­nında yükselen ve XII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen, Dânişmendü emîrlerinden Arslandoğmuş’a ait Kulak Kümbeti dev­rinin özelliklerini yansıtır. Burada moloz taşlarla örülmüş olan duvarların dışı, iti­nalı bir işçilik gösteren kesme taş taba­kası ile kaplanmıştır. Sekizgen planlı mekânı Örten kubbe sekizgen piramit biçiminde bir külahla donatılmış, kuzey­batı kenarındaki giriş sivri kemerli, pen­cereler yuvarlak kemerli olarak yapıl­mıştır. Girişte yer alan kitabede örgülü kûfî yazı dikkati çekmektedir.

XII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen diğer bir Dânişmendü mezar anıtı, Pınar-başı’nın Pazarören bucağına bağlı Melikgazi köyündeki Melik Gazi Kümbeti’dir. Söz konusu yapı malzeme, tasarım ve süsleme ayrıntıları açısından Merâ-ga’daki Kümbed-i Kırmız ile büyük ben­zerlik göstermekte. Azerbaycan üzerin­den Anadolu’ya intikal eden Büyük Sel­çuklu mimari mirasını yansıtmaktadır. Tuğladan inşa edilmiş olan kümbetin ka­re planlı mekânı içeriden tromplu bir kubbe, dışarıdan sekizgen piramit şek­linde bir külahla örtülmüştür. Dört ey-vanlı mumyalık bölümü kesme taşlarla inşa edilmiş, ancak tuğla örgülü haçvari bir tonozla kapatılmıştır. Kümbetin cep­helerinde mimari tasarımla uyum için­de olan zengin geometrik tuğla beze­me görülmektedir. Sekizgenin köşele­rindeki, üst yapının ağırlığını taşıyan iri plasterlerin yüzeyi mukarnaslarla son bulan ince uzun nişlerle hareketlendirilmiştir. Köşeler ince sütunçelerle yumu­şatılmış, mukarnaslı nişler dikdörtgen panolarla taçlandırıimıştır. Plasterlerin arasında kalan yüzeyler üstte birer tah­fif kemeriyle donatılmış, gerek bu yü­zeyler gerekse cephelerdeki diğer mima­ri unsurların yüzeyleri, Horasan ve İran’­daki büyük Selçuklu kümbetlerinde ben­zerlerine rastlanan, balık sırtı ve bakla­va motiflerinin ağır bastığı tuğla beze­melerle doldurulmuştur.

Günümüzdeki Amasya-Çorum devlet yolunun Amasya bitiminde, şehre 6 km. uzaklıkta Yeşilırmak’ın üzerinde yer alan Çağlayan (Çalakçalık) KÖprüsü’nün XII. yüzyılın birinci yarısı içinde, Melik Nizâ-meddin Yağıbasan’ın emirlerinden İltegin Gazi oğlu Hüsâmüddevle Hasan tara­fından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tuğ­la hatıllı kesme taştan almaşık bir örgü gösteren 70 m. uzunluğundaki köprü­nün altı geniş açıklığı tuğladan yuvarlak kemerlerle geçilmiş, ayaklar batı yönün­de mahmuzlarla donatılmıştır. Aynı yön­de köprünün ekseninde yükselen burç görünümlü harap bölümün bir tür tarih köşkü olduğu tahmin edilmektedir. Çağ­layan Köprüsü, erken dönem Anadolu Türk mimarisinde pek görülmeyen, an­cak XIV. yüzyılda Batı Anadolu beylikle­rinin yapılarında yaygınlaşan almaşık ör­güsü özel bir mahiyet gösterir. Ayrıca ileride Osmanlı köprü tasarımının vaz­geçilmez unsuru haline gelecek olan ta­rih köşklerinin en erken örneğini teşkil etmesiyle de kendi türünün gelişme çiz­gisi içinde önemli bir yere sahiptir.

Niksar’da Yağıbasan Mescidi ile Küm­beti, yine Niksar’da Sungur Bey ve Çep-ni Bey kümbetleri, günümüzde kısmen ayakta olmakla birlikte mimari özellik­lerini büyük ölçüde yitirmiş bulunan Dâ-nişmendli eserleri arasında zikredilebilir. Bu arada Amasya’daki Küçük Ağa Külli­yesi de kuruluşu Dânişmendli dönemi­ne inen, ancak Osmanlı devrinde XV. yüz­yılın sonlarında hemen bütünüyle de­ğişime uğrayarak ihya edilmiş bir yapı topluluğudur. Diğer taraftan Amasya’­daki Yağıbasan Hanı ve Dânişmend Ga­zi Sarayı, Gümenek Ribâtı. Gümüş’teki Süleyman Ribâtı, Kayseri’deki Melik Ga­zi Medresesi, Sivas’taki Batta! Gazi Mes­cidi, Yağıbasan Hankahı ve Zahîrüddin İli Hanı varlıkları kaynaklardan tesbit edi­len, fakat günümüze gelmemiş olan Dâ­nişmendli eserlerini teşkil etmektedir.

İlgili Makaleler