Edebiyat

Dad Harfi Nedir, Okunuşu, Telaffuzu, Anlamı

Dad (ﺽ)Arap alfabesinin on beşinci harfi.

Ebced hesabında sayı değeri 800 olup Osmanlı ve Fars alfabelerinin de on seki­zinci harfidir. Şekil itibariyle “sad”a ben­zer; üstüne konulan bir nokta ile ondan ayırt edilir ve “ed-dâdü’l-mu’ceme” adıy­la anılır. Kelimelerde daima aslî harf olarak yer alır, bedel veya zait olarak bu­lunmaz. Mahreci dil kenarının başlangıç kısmıyla öğütücü dişlerin arasıdır. Te­laffuzu sırasında dilin sol kenarını kul­lanmanın sağ kenarına nisbetle daha kolay olduğu kabul edilmiş, bu arada Hz. Ömer’in iki kenan birlikte kullandı­ğı ileri sürülmüştür. Arapça’nın dışında hemen hiçbir dilde bulunmayan ve kay­naklarda belirtilen mahreç ve sıfatla­rına uygun biçimde telaffuzu zor olan dad, eskiden beri Araplar ve Arapça’yı ibadet dili olarak kullanan diğer millet­lere mensup müslümanlar arasında kıs­men farklı şekillerde telaffuz edilegelmiştir. Eski Sâmî dillerden Akkadca. Ugaritik ve İbrânîce’de peltek “z” (z) şeklin­de görülen dad fonemi, genellikle dilin sol kenarının üst yan dişlere dokundurulması sırasında çıkarılan kalın bir “d-z” karışımı (velar postdenta! spirant) sese sahiptir. Rihvet, cehr. ıtbâk ve istilâ sı­fatları yanında okunuşu sıra­sında mahreci genişletilerek sesin uza­tılması sebebiyle istitâle vasfını da taşıyan tek harftir. Ayrıca cim ve sın harfleriyle bir­likte “el-hurûfü’ş-şecriyye”yi (ağız boş­luğu harfleri) teşkil eder.

Dad ile zâ, mahreçleri farklı olmakla birlikte her ikisinde de cehr, rihvet, ıt­bâk ve isti’lâ sıfatları bulunması sebe­biyle çok defa birbirlerine karıştırılmış­tır; bunda dadın diğer harflere göre da­ha zor telaffuz edilmesinin payı olmalı­dır. Başlıca iki açıdan ele alınması gere­ken bu karışıklık ve ihtilâfın ilki. vezin­leri aynı olduğu halde dad ve zâ ile ya­zılan, dolayısıyla farklı mânalar taşıyan kelimelerle İlgilidir. Bu çeşit yanlış kul­lanımların İslâm’ın ilk asrında da görüldüğüne dair, “Ceylanın kurban edilme­si caiz midir?” anlamında di­yen bir şahsın bu sorusunu Hz. Ömer’in  şeklinde düzeltmesi olayı ör­nek gösterilmektedir. Asmarnin (ö. 216/831) dadla zâyı ayırmanın zorluğundan söz etmesi ve Câhiz’in de (ö. 255/869) halkın bu iki harfi birbirine karıştırdığına dair örnekler zik­retmesi, problemin -muhtemelen Fars ve Türk unsurların müslüman olmaları ve Araplar’ın içine karışmalarından son­ra giderek yaygınlaştığını göstermekte­dir. Dadın Arapça’ya has bir harf oldu­ğunu belirtmenin yanında belki zâdan ayrılmasının zorluğunu da ifade etmek için söylenen “lugatü’d-dâd” (dâd dili, Arapça) tabirinin daha sonraları ilk defa Mütenebbî (ö. 354/965) tarafından kul­lanıldığı bilinmektedir. Özellikle dilciler ve nahivciler, eserlerin­de konuyu sadece sözü edilen karışıklı­ğı belirtmek ölçüsünde ele almakla ye­tinmemişler, bu alanda nazım ve nesir türünde pek çok müstakil eser telif ede­rek dadla ve zâ ile yazılması gereken ke­limeleri birbirinden ayırmaya çalışmış­lardır. İlkini İbn Kuteybe’nin (ö. 276/ 889) yazdığı sanılan ve Kitâbü’d-Dâd ve’z zâ, Kitâbü’l-Fark beyne’d-dâd vez-zâ’vb. adlar taşıyan çoğu mu’cem şeklindeki bu eserlerde, vezinleri aynı ol­duğu halde bu iki harfle yazılan örnek­ler ele alınmış ve meselâ “suyun azalıp çekilmesi” anlamına gelen kelime­sinin, “öfkelenmek” anlamındaki gi­bi yazılıp söylenmemesi gerektiğine dik­kat çekilmiştir.

Dad hakkındaki karışıklık ve ihtilâfın öbür yönü onun seslendirilmesiyle ilgili­dir. Bu konuda İslâm’ın ilk asrından in­tikal etmiş herhangi bir bilgi yoktur. Hz. Peygamber’den, “Ben dad harfini kulla­nanların (Arapça konuşanların) en fasihi­yim” mealinde bir hadis nakledilmişse de senedi da­hi bilinmeyen bu hadisin mevzu olduğu kabul edilmiştir. İlk defa Sîbeveyhi’nin (ö. 180/796) normal daddan başka “ed-dâdü’d-dâT-fe’den bahsettiği ve bunun Kur’an tilâveti ve şiir için güzel olmadığını söyledi­ği görülmektedir. Bu tabirle Sîbeveyhi’nin nasıl bir dad kas­tettiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak genel bir ifade ile, mahreç ve sıfatları tam olarak belirtilmeyen bu fo­nemin zâyı andırdığı veya dad-sâ karı­şımı gevşek bir dad olduğu söylenebilir. İbn Cinnî’nin (ö. 392/1002), bazı Arap­lar’ın bütün dadlan zâ, Mısırlılar’ın ekserisiyle bazı Mağribliler”in tâ, Zeyla’lılar’ın tefhim edilmiş lâm gibi okuduk­larını kaydetmesinden, konunun IV. (X.) yüzyıla kadar daha da değişik boyutlar kazan­dığı anlaşılmaktadır. İbnü’l-Cezerî de (ö. 833/1429) Şamlılar’la diğer bazı doğu­luların (muhtemelen Iraklılar’ın) dadı zâ gibi okuduklarını söylemiş ve mânayı de­ğiştireceği için Kur’an tilâvetinde bunun caiz olmadığını örneklerle açıklamıştır. Daha sonraki asırlarda ise dadın okunuşu hakkında müstakil risa­leler telif edilerek konu bazı tecvid ve kı­raat âlimleri arasında tartışılmıştır.

Günümüz Arap dünyasında dad harfi genel olarak tefhim edilmiş dal sesiyle telaffuz edilmektedir. Ancak gerek mah­reçte meydana gelen değişiklik, gerek­se sonuçta rihvet sıfatının şiddet sıfatna dönüşmesi bu uygulamanın doğru olma­dığını ortaya koymaktadır. H. Fleisch’in, herhalde Arap ülkelerindeki bu fiilî du­ruma bakarak, ‘Dadın telaffuzu modern lehçelerde ve Kur’an derslerinde kaybol­muştur” şeklindeki genellemesi de doğru değildir. Nitekim bu harf, Sîbeveyhi’nin belirttiği mahreç ve sıfatlarına uygun olarak, Türkiye’de ve İslâm dünyasının başka yörelerinde mütehassıs hafızların tilâvetinde özellik­lerini günümüze kadar korumuştur.

Farsça ve Urduca’da dad, ön dişlerle dil arasındaki boşluktan sızdırılarak çı­karılan cehrî bir ses olup zâl, zây ve zâ­dan ayırt edilmeksizin kullanılmaktadır. Türkçe’de ise 1928 harf inkılâbından ön­ce Arapça asıllı kelimelerin hepsinde ori­jinal imlâ muhafaza edilmiş, fakat ço­ğunlukla “z”, bazan da “d” olarak telaf­fuz edilmiştir: İmza. ramazan, âza, rızâ. kaza; dalâlet, darbe, kadı… gibi. Bugün de dad harfini içeren Arapça kö­kenli Türkçeleşmiş kelimelerde bu harf “z” veya “d” şeklinde yazılmakta ve ya­zıldığı gibi okunmaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler