Nedir ?

Dabbetül-arz Nedir, Kimdir, Ne Demek, Anlamı, Kuranda, Ayeti, Hakkında Bilgi

Dâbbetü’l-arz. Kıyamet alâmetlerinden biri olarak kabul edilen yaratık.

Arapça’da “yavaş ve sessizce yürümek; nüfuz ve sirayet etmek” mânalarına ge­len debb veya debîb kökünden sıfat olan dâbbe “yeryüzünde yürüyen her tür can­lı” ve özellikle “binek hayvanı” anlamla­rında kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’in on dört âyetinde tekil, dört âyetinde de çoğul şekliyle (devâb) yer alan kelime, bazan sadece yeryüzünde yürüyen, bazan hem yerde hem gökte bulunan, bazan da yer belirtmeksizin mutlak olarak hareket eden bütün canlılar mânasına gelir. Bun­lardan Sebe’ sûresinde geçen dâbbetül-arz (34/14) Hz. Süleyman’ın asasını yi­yen “ağaç kurdu” anlamındadır.

Yahudi ve hıristiyan teolojisinde İs­lâm’ın dâbbetü’l-arz telakkisine benze­yen bir yaratıktan beast dragon, leviathan ve rahabi gibi farklı adlarla söz edil­mektedir. Kozmo­gonik bir mit olarak kabul edildiği an­laşılan ve ejderha şeklinde tasvir edilen bir canavardan Ahd-i Atîk’in çeşitli yer­lerinde söz edilmekte, bu garip yaratı­ğın dünyanın başlangıcında Rab Yahve tarafından öldürülmek veya bağlı tutul­mak suretiyle bertaraf edildiği ve sonunda Rabb’e boyun eğmek zorunda kaldı­ğı anlatılmakta, ancak bu canavarın dün­yanın sonuna doğru tekrar yeryüzüne dö­neceği belirtilmektedir.Ahd-i Cedîd’de ise kendisinden genellikle şey­tanla özdeşi eştirilerek söz edilen bu ca­navar ve taraftarlarının Tanrı’ya karşı sürdürdükleri amansız mücadelenin on­ların yenilgisiyle bittiği anlatılmaktadır. Tanrı ile mücadele ederek ye­nilen, ancak dünyanın sonuna doğru tek­rar zuhuru beklenen bu canavar-yaratık düşüncesinin Bâbi! kültürüne dayandığı öne sürülmüştür. Bu anlayışın zamanla şeytan figürüyle birleştirilerek Hıristiyan­lığın “antichrist” (deccâl) telakkisine te­mel oluşturduğu ela kaydedilmektedir.

Bazı müsteşrikler, müslümanlardaki dâbbetü’l-arz inancında hıristiyanların “beast” telakkisinin etkisi bulunduğunu iddia etmişlerdir. Ancak ko­nuyu daha objektif kriterlerle inceleyen Batılı yazarlar, her iki dinin söz konusu telakkilerinden birinde “Tanrı’nın mut­lak mânada yanında ve emrinde olma”, diğerinde ise “Tanrı’ya ve emirlerine sü­rekli karşı olup O’nunla mücadele etme” gibi temelde birbiriyle çelişen bir fark bulunduğuna dikkat ederek her iki teo­lojinin bu konudaki telakkilerinde bir et­kileşimden söz edilemeyeceğini belirtmişlerdir.

Kur’an’da kıyametin yaklaştığını ifa­de eden âyetlerle (Meselâ bk. Ahzab 33/ 163; Şura 42/17; Kamer 54/1) bu dehşetli olayın alâmetlerine genel ola­rak işaret eden beyanların yer alması(Meselâ bk. el-Enâm 6/ 158; Muhammed 47/18), müslümanlar arasında yakın bir gelecekte kıyamet alâmetlerinin zuhur edeceği inancını doğurmuş, konuyla il­gili olarak Hz. Peygamber’den nakledi­len açıklamalar da bu inancı pekiştirmiş­tir. Birçok hadis kaynağında başlı başı­na bir bölüm oluşturan, müstakil eser­lere de konu teşkil eden “eşrât-ı saat” (kıyamet alâmetleri) büyük ve küçük, fiilen vâki olanlar ve kıyamete çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olanlar şeklinde çeşitli taksimlere tâbi tutularak incelenegelmiştir. İslâm akaid ve kelâm kaynaklarında kıyamet alâmetleri sayı­lırken dâbbetü’l-arzın çıkışına da ayrı bir başlık altında yer verilmiş ve bu hu­sus, kıyamete çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olağan üstü olaylar ara­sında sayılmıştır. Dâbbe kelimesinin İs-lâmî literatürde kabul edilen söz konusu eskatolojik anlamına en uygun kulla­nımı Kur’an-ı Kerîm’in sadece, lâyık ol­dukları azabın gerçekleşme zamanı ge­lince onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da bu varlık insanların âyetlerimize gerçekten inanmadıklarını kendilerine söy­ler” (Neml 27/82) mealindeki âyette yer almıştır.

Müslim’in el-Câmi’u’ş-şahîh’i ile Ebû Davud’un es-Sünen”nde dâbbetü’l-arz konusuyla ilgili rivayetlerde bu varlığın özelliklerinden söz edilmeden sadece or­taya çıkışının bir kıyamet alâmeti oldu­ğu haber verilir. Tirmizrnin el-Câmi’u’ş-şahîh’i ve İbn Mâce’nİn es-Sünen ‘inde Ebû Hüreyre-den nakledilen bir hadiste, dâbbetü’l-arzın Hz. Süleyman’ın mührü ile Musa’nın asasına sahip olacağı ve asâ ile mümi­nin yüzünü parlatırken mühürle kâfirin burnunu damgalayacağı İfade edilir. Bu-hârfnin el-Câmi’u’ş-şahîh’i ve Nesâî’nin es-Sünen’inde ise konu ile ilgili her­hangi bir rivayet tesbit edilememiştir.

Kelâm literatüründe dâbbetü’l-arz ko­nusu, ilgili âyetlerle hadislerin ışığı altın­da sadece bir kıyamet alâmeti olarak ele alınmış, Ehl-i sünnet’in sem’iyyât alanına giren konularda yorum ve tah­minlerden kaçınma esası bu hususta da benimsenerek Kur’an’ın dehşetli bir ha­dise şeklinde takdim ettiği kıyametin kopmasına, bundan önce vuku bulacak bazı fevkalâde olaylara, bunlardan biri olarak da dâbbenin çıkışına inanmanın gerekli olduğu belirtilmiştir. Dâbbetü’l-arzın şekli, çıkışı ve özellikleri hususun­da Kütüb-i Sitte dışındaki kaynaklarda yer alan ve bazı tefsirlere de intikal et­miş olan, ancak sened ve metin açısın­dan tenkit edilebilen İsrâiliyat türünden rivayetler, eşrât-ı saat konusunda geniş bir literatür oluşturmuştur. Bu ayrıntılı rivayetlere göre, olağan üstü özellikler taşıyan dâbbetü’l-arzın 60 arşın boyun­daki vücudu tamamen kıllarla kaplı olup sakallı, boynuzlu, iki kanatlı, öküz baş­lı, domuz gözlü, fil kulaklı, aslan yeleli, kaplan renkli ve koç kuyrukludur. Bir kuşluk vakti elinde Hz. Süleyman’ın müh­rü ve Musa’nın asası olduğu halde Mek­ke’de(Bazı rivayetlerde Ecyâd, Safa tepe­si, Tihâme vadisi, Ebû Kubeys dağı veya Lût kavmine ait Sodom şehrinde) bir ya­ğız at hızıyla ortaya çıkacak (bazı rivayet­lerde çıkışı üç gün sürecek veya üç günde vücudunun ancak üçle biri zuhur edebile­cek), başı bulutlara değen, boynuzlan arasında 1 fersahlık mesafe bulunan bu garip yaratık, inananlarla inanmayanla­rın birbirinden kolayca ayırt edilebilme­si için elindeki asâsıyla müminlerin yü­zünü parlatacak, mührü ile de kâfirlerin burnunu damgalayacak, onları zelil ve perişan edecektir.

Bazı müfessirler, ilgili âyette (Neml 27/82) geçen lafızların etimolojik ve se­mantik özellikleriyle söz konusu ayrıntı­lı rivayetlerin ortak unsurlarını dikkate alıp âhir zamanda bir kıyamet alâmeti olarak zuhur edecek bu canlının bilinen bütün canlılardan farklı bir yapıya sahip bulunacağını ileri sürmüşler, söz konu­su âyette konuşma özelliğine işaret edil­mesinden ötürü onun bir insan, diğer rivayetlerde sakallı oluşunun belirtilme­sinden dolayı da erkek olarak düşünül­mesi gerektiği yolunda yorumlar yapmış­lardır. Bu arada, Ehl-i sünnet’e ters dü­şen düşünce ve beyanları sebebiyle Sün­nî âlimlerin ağır tenkitlerine hedef oldu­ğu bilinen Şiî muhaddis Câbir el-Cu’fî’ye (ö 128/746) ait iddiaya göre dâbbetü’l-arz Hz. Ali’dir. Ancak bu görüşün rec’at fikriyle bağlantılı olduğu kabul edilmiş­tir. Aynı rivayetlerde yer alan mühür ve asâ motiflerinin hâkimiyet, idare ve sal­tanatı simgelemesinden hareketle dâb­betü’l-arzın, harikulade bir maddî ve ma­nevî saltanatın sahibi olarak sırf adalet ve hayır faaliyetlerinde bulunacak önem­li bir şahsiyet olması gerektiği düşünül­müştür. Dâbbetü’l-arzın, âhir zamanda artması beklenen ve manevî özellikleri itibariyle hayvan gibi olan, hatta onlardan aşağı seviyede bulu­nan şerîr insanları simgelemesi de muh­temeldir. Ana hadis kaynaklarının deccâl ile ilgili rivayetleri arasında yer alan Fâtıma bint Kays tarikli Temîm ed-Dâri kıs­sasında sözü edilen, vücudu kıllarla kaplı hayvanın dâbbetü’l-arz olduğu da ile­ri sürülmüştür.

Dâbbetü’l-arz âyetinde geçen “tükel-limühüm” (onlara söyler) fiilinden hare­ketle dâbbetü’l-arzın hangi dille konu­şacağı bile tartışılmıştır. Ancak bu fiilin “ya­ralamak” anlamına da gelebileceğini ve ilgili âyetin buna göre değerlendirilmesi gerektiğini savunanlar da olmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’de dâbbetü’l-arzla ilgi­li tek kayıt olan Nemi sûresinin 8

2. âye­tinden önceki altı âyette, hidayet ve rah­met vesilesi olan Kur’an’ın İsrâiloğulları’nın ihtilâf edegeldikleri konulann pek çoğunu vuzuha kavuşturduğu, fakat onun tebliğcisi olan Hz. Muhammed’in, ger­çeğe tamamen sırt çevirmiş, manevî an­lamda kör, sağır ve ölü durumundaki kişilere çağnsını işittiremeyeceği ifade edilmektedir. Bu ifadelerin hemen ar­dından da söz Konusu inkarcıların lâyık oldukları ilâhî hükmün (kavi) gerçekleş­me zamanı gelince yerden bir dâbbenin çıkarılacağı haber verilmektedir. Taberî bu âyette geçen “kavi” kelimesinin “ilâ­hî azap” anlamında olduğunu kaydeder. Nemi süresin­deki bu âyetlerin birbirine bağlı olarak incelenmesinden anlaşılacağı üzere dâb­benin ortaya çıkışı, dinî gerçeklere karşı direnişlerin ileri boyutlara vardığı dö­nemlerde olacaktır. Bazı âlimlerin kana­atlerine göre dâbbenin zuhuru daha çok “emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker” görevinin ihmal edildiği zamanlarda ve sadece bir defa değil, üç defa vuku bu­lacaktır. Dâbbe konusu il­gili âyet ve ondan önceki âyetlerin çiz­diği çerçeve dahilinde düşünüldüğü tak­dirde bu kavramın yeryüzündeki bütün insanlan kapsamayan, belli olumsuz şart­ların ortaya çıkması halinde sadece be­lirli yerlerde vuku bulan veya vuku bu­lacak olan sosyal bir sarsıntıyı semboli­ze ettiği düşünülebilir. Bu sarsıntının, başka bir deyişle İlâhî azabın mahiyeti ve ayrıntıları hakkında Kur’an’da her­hangi bir beyan yoktur. Konuyla ilgili ha­bislere gelince, hiçbiri mütevâtir olma­yan bu hadislerin ilgili âyetten farklı ola­rak içerdikleri açıklamalar kesin bilgi de­ğil sadece zan ifade eder. Haber-i vâhid denilen bu çeşit rivayetlerin akaid ala­nında delil olamayacağı kelâm ilminin bir ilkesi olarak benimsenmiş ve bu tür açıklamaların bağlayıcı olmadığı kabul edilmiştir. Çeşitli kıyamet alâmetleri hak­kındaki hadisleri rivayet eden Buhârrnin el-Câmi cu’ş-şahîh’inde dâbbetü’l-arz­la ilgili herhangi bir kaydın bulunmama­sı. Kütüb-i Siffe’deki diğer rivayetlerin de aynntı vermemesi dikkat çekicidir. Bu durumda, Tirmizrnin el-Câmicu’ş-şahîh’ı ile İbn Mâce’nin es-Sünen’inde Ebû Hüreyre’den rivayet edilen hadisin verdiği kısa bilgi, dâbbetü’l-arz âyetinin “…insanların âyetlerimize gerçekten inan­madıklarını kendilerine söyler” mealin­deki son kısmının maddîleştirilmiş veya sembolize edilmiş bir açıklaması görü­nümündedir. Çoğu eşrât-ı saat kitapla­rında geçen konuyla ilgili ayrıntılı bilgi­leri özetleyen Fahreddin er-Râzî kendi kanaatini şu cümlelerle bitirmektedir: “Şunu bilmelisin ki Kur’an’da bu husus­ların hiçbiri hakkında herhangi bir delil mevcut değildir. Eğer Hz. Peygamber’-den sahih bir haber gelmişse kabul edi­lir, değilse hiçbir açıklama dikkate alın­maz”.[

Diyanet İslam Ansiklopedisi