ÇOKTANRICILIK
ÇOKTANRICILIK
Birden çok tanrıların
varlığını kabul eden inanç ve tapınma Öğretilerinin genel adı olup, karşıtı
tektanncılık, (monatheism), yani vahdaniyet inanışıdır. Tektanrıcılıkta temel
olan tek bir üstün ve yüce Varlık anlayışından, çok-lanrıcı (polepıheist)
anlayışa nasıl geçildiği yelerince açıklanabilmiş değildir. Başka bir söyleyişle
insanların tek tanrıdan çok tanrılara tapınmaya başlaması, tek tanrı
inanışının unutularak çoktanrıcı bir inanışın benimsenmesi henüz aydınlığa
çıkarılamamış bir konudur. Tabii olayların ve nesillerin -güneş, ay,
yıldızlar, rüzgar, bulut vb.-lanrılaştırılınası şeklinde ortaya çıktığı
zannedilmektedir.
Kural olarak
çoktanrıcılıkta tanrıların sayısı belirsiz yani sonsuz sayıdadır. En üstte
başlıca tanrılar, belirli ve kademeli bir düzen şeklinde iseler de. ikinci
derecede tanrılar düzensizdirler, üstelik sürekli çoğalırlar. Fakat her
tanrının belirli bir işlevi vardır, böylece toplumun ve kosmosun görünüşünde
etkinliğe sahiptir. Denebilir ki, tanrılar arasında tam bir işbölümü
sözkonusudur ve bu da tanrıların gerçekleştirdikleri faaliyetlerin
düşünülemeyecek kadar çok olabileceğine işaret etmektedir. Dolayısıyla
tanrılar dünyası karmaşa halinde değil, örgütlü ve düzenli bir durumdadır. Bu
Örgütlenme ve düzenlilik en azından bazı ilkelerin uyuşmalarıyla oluşmaktadır.
Aynı şekilde tanrıların da değişik biçimler aldığı, bunların hangisinin ıcmei
olduğu pek kolayca farkedileme-mektedir. Buna rağmen bazı temel ve önemli
ilkeler belirlemek mümkün olmaktadır:
a) Jeolojik
İlke: Panteonların (tanrıların tümü) çoğu, soy ağaçlı bir sistem olarak görünme
yanında, çoğu da teogoni (tanrıların doğuşu) halindedir. Antik Yunan’da şair
Hesio-dos’un teogonisi Yunan panteonu’nun jenea-lojik ilkeye göre kuruluşudur.
Çoktanrıcı dinlerde tanrılar sonsuz ve ölümsüz olarak kabul edilmekle birlikte
(ki insanlardan farklı da budur) mitolojik bir dönemde birbirlerinin soyundan
gelmişlerdir, yani birbirlerinden doğmuşlardır.
b) Görevler bakımından derecelenme ilkesi; Soy
ağacına bağlı, düzen, kesin olarak hiyerar-şik düzene uymamaktadır. İlk doğuran
tanrı tanrıların en büyüğü olmadığı gibi genellikle dünyaya sonradan gelir.
Sözgelimi Mczopo-tamya’daAnaveyaMorduk, Yunanlılarda Ze-us böyledir. Nitekim
Hesiodos’un teogonisin-de tanrıların en büyüğü sayılan Zeus kosmosun düzeninin
temsilcisi sayıldığı halde ancak dördüncü nesli temsil eder, bununla birlikte
“insanların ve tanrıların babası” olarak tanımlanır.
Tüm panteonlarda
tanrıların görevi ve rolleri belirlenmiştir. G.Dumezil Hint-Avrupa kaynaklı
dinlerde üç işlevli bir İdeolojinin yaşadığını ve her kademede bunun ortaya
çıktığını bunların da teoloji, mitoloji ve destandan ibaret olduğunu ileri
sürer. Üç işlev şunlardır: Egemenlik (hem büyüsel, hem hukuki görünüşlü),
savaş gücü ve bereket. Tanrılar da bu üç işleve göre sınıflandırılırlar. İkinci
derecedeki görevler de aynı şekilde bu üç temel gö-
revden birinin içinde
mütalaa edilir. Sözgelimi Hint Vedalarında Varuna, Cermenlerde Adhİnrt büyülü
hakimler, Mytra ve Tyr hukuki hakimler, Indra, Thor, Mars savaş tanrıları
olarak sembolize edilir. Fakat bunlar arasındaki İlişkiler çekişmeli geçer.
Tanrıların böyle derecelendirilmesi toplumdaki sınıflaşmanın da temeli kabut
edilir ki, sözgelimi Hindistan’da toplum rahipler, savaşçılar ve üreticiler
(esnaf ve zanaatçılar) olarak ayrılırlar. Kısacası tanrıların görevlerinin
belirlenerek ayrılması bir dünya görüşü ve bir ideoloji biçiminde ortaya
çıkmaktadır.
c) Kozmik
ilke: Panteonların kuruluşuyla doğa arasında sıkı bir ilişki vardır. Buna göre
kosmos üç kısımdan ibarettir: Gök, yer, yeraltı dünyası. Tanrılar da bu üç
varlığa göre sınıflandırılmıştır. Gök tanrıları, yer tanrıları, yeraltı
tanrıları. Sözgelimi Zeus, Jüpiter, Anu gök tanrıları olup, bunlar içinde Mitra
ışıklı göğün, Varuna karanlık göğün tanrısıdır. De-nıeıer. Telhis, Nerthus yer
tanrılarıdır. Hades, Parselim ise yeraltı tanrıları olarak tanımlanırlar.
Fakat uluhiyet ile kozmik olayların ilişkisi gerçek anlamda yapılan çalışmalara
rağmen açıklığa kavuşturulmuş değildir.
d) Panteonların kozmik yapıları ve doğal
sembollerin bütünlükleri arasında ilişkiler varsay ildiği gibi, panteonların
hiyerarşik kuruluşlarıyla toplumsal yapılanma arasında da köklü bir ilişkinin
varlığına dikkat çekilmiştir. Hindistan ve Avrupa’da panteonlar üç sınıfa
ayrıldığı gibi, toplum da üç sınıfı (rahip, yönetici, savaşçılar,
çiftçi-zanaatçılar) bir ayrım üzerine oturtulur.
Öz olarak söylenirse,
çoktanrıcılık kaynak olarak açıklanabilmiş olmasına rağmen, çoktanrıcı inanış
ve uygulamaların mantıksal bir tutarlılık göstermediği de ortadadır. Nitekim
daha Antik Yunan’da Ksenofanes tek tanrı inanışı karşısına çok tanrı inanışının
konulmasını mantıksal bakımdan çelişkili bularak reddetmiştir. Kaldı ki,
çoktanrıcı]iğin İnsanı inanç bakımından olduğu kadar toplumsal statü
bakımından da nasıl aşağıladığı ve İstismar etliği uygulandığı toplumlar
incelendiğinde iyice anlaşılır.
Öte yantan
tektanrıcılığın çoktanrıcılığa, çoktanrıcılığın da tektanrıcılığa doğru
çevrim-sel bir gelişme gösterdiği şeklinde iddialarda vardır. Sözgelimi
çoktanrıcılığın Hint panteizminden kaynaklandığı iddiası bugünkü Hint
inanışları gözönüne alındığında bile gerçekçi gözükmez. Çünkü Hint
inanışlarında panteist unsur hiçbir zaman ortadan kalkmadığı gibi
tektanrıcılığa doğru bir gelişme de olmamıştır. Yine Yunanlıların kabul
ettikleri çoktanrı-cılık asla yaratıcı bir tanrı anlayışına ulaşamamıştır.
İslâm İnanç sistemi bu
bakımdan çoktan ncı-lığın gerek dini, gerek felsefi ve gerekse uygulama
şeklindeki bütün tezahürlerini reddetmekle kalmaz, bunun insandaki tabii din
duygusuna ve akli düşünmeye ne kadar karşıt olduğunu da vurgular. Üstelik
İslam, ilk insan aynı zamanda Peygamber ve ilk vahdaniyet inancını bildiren
insan olarak Hz. Adem’den son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar
ulaşan tebliğ çağların çoktanrıcılığın ortadan kaldırılması şeklinde ifade
eder. Yani din olgusunu çok açık bir şekilde vahdaniyet ilkesine dayandırır ve
bu ilkenin en küçük bir ihmalinin bile sözkonusu edilemeyeceğini vurgular. Bu
anlamda gerek Yahudilik, gerekse Hıristiyanlık asli vahdaniyet inancını uygulama
ve inanç bakımından gölgeledikleri İçin de-ğişik şekillerde birer çoktanrıcı
mahiyet kazanmışlardır. Hatta İslanı-öncesİ Arap toplumu teorik bakımından tek
tanrının varlığını kabul eder görünmekle birlikte, uygulamada benimsedikleri
putlar ile Allah’a ortak koştukları için Kur’anda asli vahdaniyet inancından
sapmakla itham edilmişler ve suçlanmışlardır. Onun İçin İslam’da Allah’ın
varlığını kabul etme yanında, onun yüceliğinin ve birliğinin, eşi ve
benzerinin bulunmadığının söz (pratik) ve kaib (teorik) olarak açık bir şekilde
ifade edilerek vurgulanması esastır: İm ilahe illallah: AHah’dan başka
tapınılacak tanrı yoktur,
(SBA)
Bk. Ahlak; Oin; Dinler
Tarihi; Tektanncıhk