Antropoloji

CİNSİYET VE TOPLUMSAL CİNSİYET Antropoloji

CİNSİYET VE TOPLUMSAL CİNSİYET

Erkek ve kadın cinsiyetleri biyolojik bir oluşumdur. Ancak, biyolojik farkla ve üre­me yeteneğiyle belirlenen cinsiyet, ona yüklenen toplumsal ve kültürel anlamlar ve beklentilerle, bu biyolojik temelin çok ötesine taşınır. 1970’lerden itibaren femi­nist antropologlar biyolojik cinsiyetle onu aşan toplumsal cinsiyet arasındaki ayrı­ma vurgu yapmaya başladılar. Böylelikle bizim cinsiyetlerde algıladığımız ve var­saydığımız özelliklerin biyolojiye indirgenemeyeceğini gösterdile r. Bu çerçevede cinsiyetin toplumsal anlamda nasıl kurulduğuna ilişkin geniş bir araştırma alanı or­taya çıktı. Buna toplumsal cinsiyet adı verildi. Daha 1920’lerde Margaret Mead’m öncü çalışmalarıyla başlayan araştırmalar, toplumların ve kültürlerin cinsiyet fark­larını kültürel olarak nasıl inşa ettiklerini ve bu inşaların biyolojiden nasıl bağımsız bir biçimde geliştiğini ele aldılar. 1970’lerde yoğunlaşan çalışmalar kültürel farklar da olsa inşa edilen toplumsal cinsiyetin aynı zamanda kadm-erkek eşitsizliğinin de temeli olduğunu ortaya koydu. Bu nedenle bu çalışmaların yoğunlaştığı alana baş­langıçta feminist antropoloji adı verildi. Böylelikle, ev içi alan-kamusal alan, doğa- kültür gibi karşıtlıkların eleştirisi mümkün hale geldi. Zira toplumda erkek ege­menliğini pekiştiren bu ayrımlara atfedilen doğallığın söz konusu olmadığı ortaya konmuş oluyordu. Üstelik toplumsal cinsiyet çalışmaları, erkek egemenliğinin Ba­tılı olmayan kültürlere özgü bir gerilik olarak kurgulanmasını sağlayan Batı mer­kezci bakış açısını da yıktı. Çünkü bu ayrışma ve eşitsizlik yaratıcı toplumsal cinsi­yet kurgusu Batı toplumlarında da geçerliydi. Bazı toplumlarda kadın ve erkek rol­lerinin belirlenmesinde biyolojik farklılık vurgusunun ağırlıklı olmadığının bulgu- lanmasıyla, erkeklik ve kadınlık kategorilerinin evrensel bir temeli bulunduğuna ilişkin genel yargı kökünden sarsıldı. Böylelikle kadınlık rollerinin biyolojik bir ka­der olduğuna ilişkin kanı da sarsılmış oluyordu. Zira bütün bu roller, kültürleme sürecinde erkek ve kız çocuklara aktarılan kültür belirlenimli rollerdir. Bunun ya- nısıra bu roller, akrabalık ve evlilik siyaseti adı verilen ve kişileri aşan toplumsal ağların işlemesine hizmet ederler.

Cinsellik ve Cinsellik Karşısındaki Kültürel Tutumlar

Cinsellik esas olarak biyolojik bir güdü olmakla birlikte, insanların denetlediği ve koşulladığı bir dürtüdür. Cinsel ilişkilerde belli ölçülerde kişisel tercihler rol oyna­makla birlikte, toplumsal ve kültürel kaygılar ağırlık taşır. Özellikle bu güdünün yol açabileceği düzensizlikler, rekabet ve çatışmaları önlemek için bütün toplum­lar cinsel ilişkileri kurallara bağlarlar. Toplumsal cinsiyetin şekillenmesindeki önemli etkenlerden birisi de budur. Zira cinsellik, toplumsal hayatın yarattığı ve zorunlu kıldığı hedeflere ve koşullara uygun biçimde kullanılan stratejik bir kay­nak olarak değerlendirilmiştir. Örneğin Eskimo’larda erkek için eşinin cinselliği, diğer erkeklerle anlamlı ve kalıcı toplumsal bağlar kurabilmesi için bir araçtır. Bu çerçevede toplumlar belirli cinsel kısıtlamalar getirmişlerdir. Bu kısıtlamalar, cinsel ilişkinin bütünüyle yasaklandığı manastır tipi hayattan, modern Batı toplumlarında 1960’ların cinsel devriminden sonra görülen, evlilik öncesi veya evlilik dışı ilişkiyi de olağan karşılayan tutumlara kadar çeşitlilik gösterir. Bazı toplumlarda cinsellik, sadece üreme amacına dönük bir etkinlik biçiminde asgarî düzeye indirgenmiştir.

Bu gibi toplumlarda (örneğin Yeni Gine’nin yayla topluluklarında) cinselliğin er­keği güçsüzleştiren ve bozan bir şey olduğu düşünülür ve açıkça kadınlara karşı düşmanlık beslenir. Pek çok toplum ise cinselliği evlilik düzeyindeki serbestlikle sınırlamıştır. Burada bekâret kavramı önem kazanır ve bekâretin kanıtlanması ev­lilik töreninin bir parçası haline getirilir. Cinsel kısıtlamalara ilişkin pek çok kültü­rel tutum, kadınların karşı cinsle temasını kısıtlamaya yöneliktir. Örneğin, Ortado­ğu’da ve birçok İslam ülkesinde görülen çarşaf uygulaması buna yöneliktir. Cinsel kısıtlamalar toplumun ölçeğiyle de ilişkilendirilebilir. Küçük ölçekli avcı-toplayıcı ya da tarımcı toplumlar, özellikle evlilik-öncesi cinsel ilişkilere, geniş ölçekli top­lumlara göre daha fazla hoşgörüye sahiptir. Geniş ölçekli toplumlarda ise bireyle­rin kabul edilebilir cinsel tutumları cinsiyet, yaş, etnik aidiyet, din, toplumsal sınıf gibi etkenlerine bağlı olarak, geniş bir değişkenlik gösterir.

Bu arada cinsellik kısıtlamalarına ilişkin evrensel bazı tutumlardan da söz et­mek mümkündür. Örneğin ensest tabusu, yani yakın akraba olarak tanımlanan ki­şilerle cinsel ilişkinin yasaklanması, evrensel bir kural olarak kabul edilebilir. An­cak bazı akrabalar arasında cinsel ilişkiler yasaklanırken, bazı toplumlarda, özellik­le küçük ölçekli ya da tarımcı toplumlarda belirli akrabalar arasında evlenmeler teşvik edilir. Geniş ölçekli toplumlarda ise akrabalık sınırlarını aşan etnik aidiyet, toplumsal sınıf ya da dinsel bağlılıklar gibi koşullar evlilik tercihlerinde ağırlıklı bir rol oynar.

 

İlgili Makaleler