33Sosyoloji Sözlüğü

ÇİN DÜŞÜNCESİ

 

ÇİN DÜŞÜNCESİ

 

Çin düşüncesi, bir
Hint, İran, hatta aynı yüz­yıllar gözönüne alındığında bir Antik Yunan
düşüncesinden, metafizik bir sistem olmaktan çok, pratik bir düşünce mahiyeti
göstermesiy­le ayrılır. Çünkü Çin düşüncesi genel ilkeler­den çok ayrıntıya
önem verir ve bu düşüncede ahlak ve siyaset, inanç görünümüyle topluma
sunulmaz. Bu bakımdan Çin düşüncesinde be­şeri ve akli nitelik belirgin bir
şekilde gözlem­lenebilir.

Devlet yönetiminin
yürütücüsü olarak çok eski tarihlerde nasıl bürokrasi öncelikle Çin geleneğinde
ortaya çıkmışsa, Çin düşüncesi de Çin’in kendine özgü kültür birikiminin önemli
bir yönünü oluşturur. Genel olarak in­san ve toplum temellerini esas alan bu
düşün­cede ahlak ve siyasete ilişkin görüşler, teorik arayışlara ve metafizik
kurgulara ağır basar. Ayrıca insan İle Tanrı (aynı zamanda doğa) arasında bir
bütünlük sağlama arayış ve çaba­sı Çin düşünce tarihinin Önemli bir özelliği
olarak belirir. Bu anlamda İnsan ile doğa birbi­rine kökten karşı değil, her
ikisi de aynı evren­sel düzenden kaynaklanan olgular olup insan bu düzenin
gerçekleşmesine etkin bir şekilde katılmalıdır. Bu anlayışın doğal sonucu
olarak eski Çin düşünürleri dünyayla İlgili nesnel bil­gi elde etmeye yönelmişlerdir.
Fakat kabul edilen evrensel düzenin (tao) uyumunu koru­mayı kendilerine görev
bilmişlerdir. Tao, dü­zen ve uyumu (Antik Yunanlıların “cosmos”u
gibi) kapsaması bakımından evrendeki daire­vi (eyelic) hareketin ilkeleri olan
“Yin” ile “Yang”ın nöbetleşe ortaya çıkmasıyla gerçek­leşir.
Kozmik ve insani bir nitelik taşıyan bu uyumlu bütün kavramı, toplumda, aynı
işlevi gören “otorite” kavramını da temellendirir ve önemini bu
bakımdan vurgular, Nitekim evre­nin düzen ve uyumunu dengede tutan ve deva­mını
sağlayan ilke, prensin ya da imparatorun erdemiyle toplumsal barıştır. Yani
evrenin dü­zeni insanın erdemiyle toplumun düzenine bağlı olarak
değerlendirilir.

Gerçekten Coular
(yaklaşık M.Ö. 1050-221 )’dan itibaren imparator “Gökyüzü­nün Oğlu”
olarak adlandırılmıştır ki, burada Gökyüzü, erdemin ışığıyla yönetimini gerçek­leştirmesi
için onu yetkili kılıyordu. Aksi du­rumda, yani imparator aşın istekleri,
haksızlık­ları veya zuİlimleriyle, kısaca erdem dışı yönetim tarzıyla toplumun
ve evrenin uyumlu düze­nini sarsar ve tehlikeye düşürürse, bu defa Gökyüzü,
verdiği yetkiyi tereddütsüz geri alır, imparatorun hanedanı yıkılırdı. Çin
tarihçileri hanedan yönetimlerinin birbirini izlemesinde-ki süreci bu şekilde
açıklıyorlardı.

Çin düşüncesinin bir
başka özelliği olarak seçkincİ (elitist) ve etkili olma kaygısıdır. Bu bakımdan
Çin düşüncesinin sembol zenginliği de buna yardım etmiştir. Fakat soyut düşün­me,
düşünceyi öğreti düzeninde ifade etmede dilin yapısı da gözönünde tutulduğunda
yeter­siz kalmıştır.

Çin düşüncesi başlıca
dört döneme ayrılabi­lir:

 a) Klasik dönem;

 b) Yeni Taocu ve Budacı dönem;

 c) Yeni Konfüçyüsçu dönem;

 d) Mo­dern dönem.

Klasik dönemde (M.Ö.
6-3. yüzyıl) temel kavramlar Tao (Yol), te (erdem), ren (iyilik, sevgi), yi
(doğruluk), tian (cennet) ve yin-yang (zayıflık, güçlülük ya da sükun-canlılık
gi­bi birbirini tamamlayan İki karşıt olgu dur. Klasik dönemin her okulunun
kendine özgü yolu vardı. Ancak bunlar içinde Konfüçyüs ile Lao Tse okulunun
önemli etkileri olmuştur. Konfüçyüs’e güre Tao, İnsanın Yolu, Eski
Bil-ge-Kralların Yolu ve Erdemin Yolu’ydu. Lao-Tse’ye göreyse Tao, Doğanın
Yolu’dur. Lao-Tse’nin okulu daha sonra Taocu okul ola­rak adlandırıldı. Tüm
okullar için İnsana veri­len Tao, onun erdemidir. Konfüçyüsçulukta en büyük
erdemler sevgi/iyilik ve doğruluktur.

Koniüçyüs’un felsefesi
ise aslında bir ahlak­çılıktır ve Konfüçyüs ahlakının özünde ödev kavramı
yatar. Yüce bir varlığa ait Ödev yasası “kıyışız bir denize benzer”
ve Gökyüzüne ula­şacak denli sınırsızdır, öte yandan hareketleri­mizin doğayla
uyumlu olması bu ahlak yasasıy­la mümkündür. Bu bakımdan Konfüçyüs “ha-ra
ketlerimize hakim olan ahlak yasası zorunlu­dur” sonucuna ulaşır. Bu yasa
kesin ve kutsal­dır.

Ahlak yasasının amacı
insanın kendi kendisi­ni mükemmel hale getirmesidir ki, buna “in­san”
yasası da denilir. İnsan mükemmelliği, an­cak kendisi mükemmelleştİği zaman
anlayabilir. Bu da “Gökyüzü yasası”dır ve bütün yasala­rın esası bu
yasadır.

Konfüçyüs’un
öğretisini iki yüzyıl sonrü Mengzi canlandırıp düzeltecektir. Mcngzi ah­lak
yasasını siyasete uygular. Ona göre zalim­ler, büyük Yolun (Tao) hırsızları
gibidir ve on­lara da hırsızlara verilen ceza verilmelidir. Toplumda bir şey
çalan hırsız, kanun ve ada­letten bir şey çalan ise zalimdir. İnsanlar ara­sında
sınıf farkı görmeyen Mcngzi, köleliği reddeder. Birbirini tamamlayan iki kısım
İn­san vardır: Düşünürler, yani bilgeler (filozof­lar) ve çalışanlar.
Çalışanlar düşünürlere tabi olmalıdır; çünkü evrendeki ve toplumdaki uyum ve
düzeni sağlayan yasa budur. Yeryü­zündeki kötülüklere neden olan “mülkiyet
hakkı” ıslah edilmeli ve ayrıca halka yük olan vergiler kaldırılmalıdır.
Krallar ve aristokrat­lar halkı kandıran ve saptıran kimseler olarak
suçludurlar- Ayrıca Kant’in “Ödev” ahlakıyla Konfüçyüs’un
“ödev” kavramı arasında bir benzerlik bulunmaktadır.

Taoculuk,
Konfüçyüsculuktan farklı olarak bîr felsefe akımı olma yanında bir din özelliği
de gösterir. Tao Te King’in yazarı olan Lao-t-se’nin Konfüçyus’la çağdaş olduğu
söylenir. Tao, Çincede bir “yolu” veya evreni meydana getiren kozmik
bir ilkeyi ifade eder. Taocu­luk, kuangzu adlı bir başka Çinli düşünür
tara-fındanyorumlanmış ve geliştirilmiştir. Ona gö­re İnsanın bilgelikleri ya
da erdemleri izafi ol­duğundan fazla bir değer taşımazlar. Aynı şe­kilde
insanın mutluluk özlemi, onun doğal ye­teneklerine göre sınırlandırılmalıdır.
Genel olarak Taoculuk ruhun ölümsüzlüğünü kabul eder.

Yeni-Taocu ve
Yeni-Budacı dönemde (M.S. 3-9 yüzyıl) metafizik kavramlara temelden bir yöneliş
gözlenmiştir. Yeni-Taocular, Nihai Hakikat’ın Varlık mı. Hiçlik mi olduğu,
temel gücün tümel mî, tekil mi olduğu sorusunu or­taya koydular. Bu etkiyle ilk
Çinli Budacı dü­şünürleri Varlık ve hiçlik sorusunu üzerinde tartıştılar ki,
sonraki Budist okullar varlık ve hiçlik okulları şeklinde ayrıldılar.

Yeni Konfüçyüsçu
dönemde (11-19. yüzyıl­lar) tüm eski kavramlar korunmakla birlikte,

Budist etkiler ile
ahlak ve toplum sorunlarını açıklamak bakımından metafizik bir temci oluşturma
gereği duyuldu. İlke, hayat enerjisi (chi), Tao, Cennet ve yinyang gibi
geleneksel metafizik kavramlar bu dönemde Yeni-Kon-füçyusçuluğun kavramları
haline geldi.

Bütün bu Öğreti ve
okullara rağmen, Batı dü­şüncesinin Çin’e girişine kadar Konfüçyuscu-luk,
Çin’in geleneksel düşünce sistemi olarak kalmayı başardı. Öyle ki, aykırı
düşünen düşü­nürler bite kendilerini Konfüçyüsçu olarak takdim etmek durumunda
kaldılar.

Çin düşüncesinin
dördüncü dönemini oluştu­ran XX. yüzyıl, önceki dönemler ile pek bir benzerlik
arzetmez. Modern dönem olarak ta­nımlanan XX. yüzyıl Çin düşüncesi önce batılı­laşma,
arkasından geleneksel felsefenin kurul­ması ve Marksizmin üstünlük sağlaması
aşa­malarından geçmiştir. Yüzyılın başlarında Adam Smİıh, Montesquieu, Aldous
Huxley, Danvin, Herbert Spencer ve daha başkaları­nın çevrilmeleriyle bilim ve
demokrasi gibi ba­tılı değerlerin Çin’e aktarılması sağlandı. Kon-lüçyüs ahlakı
şiddetli eleştirilere uğradı. Ayrı­ca Platon, Kant, Hcgel felsefelerinin
yanında Haeckel, Kropotkin, Nietzschc, Schopcnhau-cr, Bcrgsoıı, Descartesve W
James’in öğretile­ri aktarılmaya çalışıldı. Daha sonra \Vhitehc-ad, Royce ve
Carnap gibi filozoflar tanıtıldı. Kısacası Batıyla temasa geçen Çin düşüncesi
bilimsel, pozitivİst ve pragmatik bir gelişme çizgisi izledi. Hu Shi’nİn
(1891-1962) benimse­diği ve geliştirdiği Pragmatizm, en etkili Batılı Öğreti
olarak Öne çıktı. 1949’da sosyalizmin ku­rulmasıyla birlikte Marksist felsefe
hakim du­ruma geldi. Resmî ideoloji geleneksel Çin dü­şüncesini yasaklamasa da,
sıkı bir eleştiri süz­gecini zorunlu görmektedir. Kültür devrimi gi­bi
ideolojik ve siyasal ağırlıklı hareketlerin aşı­rı geleneksel düşünce
düşmanlıkları, eleştiri sı­nırı içinde değerlendirilemez. Ancak daha sonraları
bu aşırılıkların yerini uzlaşma, Batı kültürüne açılma denemeleri almıştır.
Fakat bu dönemin kalıcı olup olmadığı ve nasıl bir seyir izleyeceği şimdiden
kestirilemese bile, kesin olan bir şey varsa, o da, geleneksel Çin düşüncesinin
sembolü durumunda olan KonfüçyüsvcKonfüçyüsçülüğünhaladirenebilme-si, lıutta
değişik bir şekilde canlanmasıdır.

İsmail KILLIOĞLU Bk.
Budizm; Hint Düşüncesi.

 

İlgili Makaleler