CİHAD
CİHAD
Arapça kökenli olup,
“takat, meşakkat ve güç yetme” şeklinde genelde zorlu bir çalışma-
yı gerektiren fiiller
için kullanılan bir kelimedir. Bir Islamî ıstılah olarak cihad mü’minin
Allah’ın rızası önünde engel olan her türlü düşmana karşı Allah’ın rızasını
kazanmak için, meşru olan her yol ve şekilde elinden gelen mücadeleyi
yapmasıdır. Bu anlamda cihadı şu dört sınıfa karşı yapar mü’min:
a) Nefisle
cihad,
b) Şeytanla
cihad,
c)
Kafirlerle ve münafıklarla cihad,
d)
Fasıklarla cihad.
Cihad, savaş (harb)
kavramının karşılığı değildir. Nefis ve şeytanla cihadı da İhtiva eden bu
kavramın, ne savunma ne de saldırı biçimleri İle savaş diye tercüme edilemez.
Nitekim İslam savaşçıları gibi bir deyim de İslam müca-hidclrine paralel
kullanılsa da sağlıklı bir kullanım değildir. İslam’ın iki bağlayıcı kaynağı
Kur’an ve Sünnet, savaş manasına daha yakın olan “kıtalve harb” gibi
deyimler de kullanmıştır. Çünkü cihad, çok sathî bir ifadeyle, İslam’ın
ibadetleri içinde bir ibadet türüdür; namaz gibi, zekat gibi, Hac gibi. Hatta
Peygamber (s) cihad edemediklerinden yakınan kadınlara haccı tavsiye etmiş,
kendilerinin cihadı hacc olduğunu bildirmiştir. Sahih kaynaklarda yer alan bu
hadiste Hac ve cihad arasında açık bir benzetme vardır. İki nesne arasında
bir benzetme veya bedelleme için, ana unsurlarda bir benzeşme kaçınılmazdır.
Şu durumda hacc ve cihad benzeştirilip, biri diğerine bedel getirilebildiğine
göre cihad, İslam’ın beş temel esasındaki özellikleri içeren bir ibadet
türüdür.
Hangi sebeple olursa
olsun cihad ibadeti mü’minler için günlük ibadetler kadar sık sık
tekrarlanabilen, sebebleri ortadan hemen hemen hiç kalkmayan bir ibadettir:
Karşı tarafın savaşı başlatması (Bakara; 190 ve HAc; 39), Allah ve Rasulüne
savaş açılmış olması (onların buyruklarının aksine uygulama) Maİde; 33 ve 34,
Tevbe; 107), Fitnenin egemen duruma gelmiş bulunması (Bakara; 193), yeryüzünde
bozgun çıkarılma durumu (Maide; 33), şeytanın dostlarının etkinlik kazanması
(Nisa; 76), karşı tarafa yapılmış olan bir anlaşmayı bozması (Enfal; 56-57)
anlaşma yapılmış bir topluluğun anlaşmayı bozmak niyetinde olduğunun
gözlemlenmesi (Enfal; 58), inkarcıların kendilerini öne geçmiş saymaları,
sanmaları durumu (8/59) ve -cihad olmamakla birlikte-birbirleriyle savaşan iki
mü’min topluluğun an-laştırılması için gösterilen çabaların boşa gitmesi
üzerine saldırganın saldırıyı başlatması da cihad ortamını oluşturan sebebler
arasında yeralır. Ayrıca yakınlarda bulunan İnkarcıların müslümanları güçlü
görmelerini sağlamak ve böylece onlardan gelmesi olası saldırılar karşısında güven
içinde kalabilmek için savaşmak da yine savaş yolunda cihada başlamanın
gerekçeleri arasında yeralır (Tevbe; 123).
İnkâ edenler (Maide;
35), dine dil uzatanlar (Tevbe; 12), anlaşmayı bozanlar (Enfal; 56-57),
zâlimler (Bakara; 193), münafıklar (Tahrinı; 9), topyekün savaş açmış olanlar
(Tevbe; 36) başlıca savaşılacak kimselerdir. Bunlar, savaş sırasında
görüldükleri yerde öldürülecek ve hatta yurtlarından çıkarılacak (Bakara;
191), boyunları vurulacak ve esir alınacaklar; ancak savaş bittiğinde esirler
salıverilecek (Muhammed; 4), savaş sırasında sert davranılacaktır (Tevbe; 73).
Savaş, topyekün olabileceği gibi (Tevbe; 36), bölükler çıkarma biçiminde de
gerçekleştirilebilecek (Nisa; 71); ama durum ne olursa olsun bütün güçle savaşılacaktır
(Büyük cihad/cihadı kebire) (Fur-kan; 52). Çünkü, savaş yoluyla Allah onları
azaplandırmış, rezil etmiş olacaktır (Tevbe; 14).
Bununla birlikte
savaşta Allah’ın sevmediği bir tulum olan aşırılıktan kaçınılacak (Bakara;
190), savaşılanlar savaştan vazgeçerlerse vazgeçilecek ve bağışlanacaklar
(Bakara; 192), barışa yanaşırlarsa barış yapılacak (Enfal; 61), bu yolla arada
bir sevginin doğması için umut beslenecek (çalışılacak (Mümtchİ-ne; 7), savaşa
katılmamış ve yardımcı olmamış olanlara adil davranılacak, iyi muamele yapılacak
(Mümethine; 8), tevbe edip namazlarını kılar, zekatlarını verirlerse ‘kardeş’
statüsüne alınacaklar (Tevbe; 11), eğer dönerlerse yeniden savaşılacak (Tevbe;
L2). Ve, savaş, ya boyunlarını büküp bir aşağılanma göstergesi olan cizyeyi
vermeyi kabul etmelerine (Tevbe; 29) yahut da fitne kalmayıncaya dek sürecek
(Enfal; 39 ve Bakara; 193), bundan sonra da
vazgeçecek olsalar,
yine vazgeçİ
Cİhad, şer’i
mükellefiyet açısından farz-ı ayın ve farz-ı kifaye diye ikiye ayrılabilir. Toplu
bir çalışmanın gerektiği durumlarda, yine şeriatın izin verdikleri dışındakiler
hariç cihad her mü’mine farz-ı ayın olur. Bunun dışındaki normal durumlarda ise
farz-ı kifayedir cihad. Kadınların ise, çok Özel durumlar ve onlara mülayim
görevler dışında cihada bilfiil katılmaları emredilmemiştir.
Resulullah (s) kişinin
kendisiyle yaptığı iş cihada, devamlılığı, önemi hayatın her anını kapsaması
ve İslam düşmanlarıyla yapılacak cihad için mutlaka gerekli olması bakımından
“Büyük cihad” genel olarak kastedilen cihada da “küçük
cihad” adını vermiştir. İslam’ın bütün hükümlerinde, bir başka deyişle
kişinin tüm amellerinde olduğu gibi, cihadda da niyet ve ihlas birinci derecede
öneme sahiptir. Eğer kişi kendi nefsi için, ailesi-kabilesi veya ulusu için, ya
da övülmek veya kahraman olmak gibi hedefler İçin savaşırsa cihad yapmış olmaz.
İşte kişinin kendisiyle/nefsiyle olan cihadı düşmanla yapacağı cihada niyet
ve ihlas kazandıracağı için de Büyük Cihad olarak nitelendirilmeğe layıktır
Cihad, hiç bir zaman
bir kahramanlık, ad, şöhret veya ganimet sevdasıyla yapılmaz. Ci-had’da asıl
gaye, Allah’ın rızasını kazanmak için İslam’ı yüceltmektir; bu da, insanları
bir takım tağııtların hakimiyetinden, yeryüzünü fesaddan kurtarıp, insan
hürriyetinin önüne konan engelleri kaldırmaktır. Kur’an’ın ifadesiyle,
mü’minler birbirlerine yardımcı olup arka çıkmazlar ve Cihad’ı da
terkederlerse, artık Allah’ın Adı’nın anıldığı mabedler yıkılıp,
yerlerinezulmün ehramları dikilir. Cİhad’la İslam’ın tebliğinin ve insanların
hür iradeleriyle İslam’ı veya bir başka dini seçmelerinin önündeki engeller
giderilir; niahî olarak, bütün İnsanları ‘zorla’ müslüman yapmak gayesi değil,
Tcvhid’i hakim kılmak gayesi güdülür. Tev-hid’in hakimiyeti altında insanlar
diledikleri dini seçebilirler. Kur’an, bir takım mal, cvlad, kazanç ve dünya
hayatı endişeleriyle Cihad’ı terkettiklerinde nıü’minlerin başına büyük felaketlerin
geleceğini anlatır; Cİhad, mü’mini
sürekli tetikte tutan
ve onu yere çakılıp kalmaktan alıkoyan terkedilemez bir aksiyondur; Cihad’dan
kaçma veya Cihad etmeme düşüncesi münafıklık alametidir. Mü’mİnlerin topum
Cihda’ı terketmeleri, yavaş yavaş kendilerinden İmanın da gitmesi sonucunu
doğurur. Bunun neticesinde yeryüzünde büyük bir ‘fitne’ başgösterir ve bu da
artık Kıyamet hadisesidir.
Kur’an, müşrikler ve
Ehl-i Kitab’ın yanısıra münafıklıklarla da büyük bir Cihada girişmeyi emreder.
Münafıklar zahiren müslüman olduklarından, kendilerine karşı silah kullanılmaz.
Münafıklarla Cİhad, sürekli anlatma, zaman zaman durumlarınıyüelerine vurma,
nil’a-kın ne derece kötü ve insan haysiyet ve şeref-nie en yakışmaz bir sıfat
olduğunu yeri geldikçe ifda etem.e kendilerinden uzak durup, sırdaş, yönetici
ve dost edinmeme ve gerektiğinde üzerlerinde baskı kurma suretiyle olur.
Küfrün/Şirk’in ve
dolayısıyla fitne ve fesadın hakim olduğu bir toplumda bir mü’min tek başına
da olsa Cihad’la yükümlüdür; çünkü, mü’mininhayatı İman ve Cihad’dan ibarettir.
Bu Cihad, önce delille, güzel sözle, hikmetle ve öğütle anlatmayı içine alır.
Bu, toplumasl planda Cİhad’m İlk merhalesi olduğu gibi, bir kişiyi İslam’a
davet için yapılacak Cihad’ın da ilk merhalesidir. Belki, bunu bir merhale olarak
almaktan çok, her zaman gerekli bir yöntem olarak düşünmek daha doğru
olacaktır.
Cİhad, kişinin sahip
olduğu her şeyle yapılabilir; şu kadar ki, ‘kıtal’ şeklindeki teknik anlamıyla
Cihad, Kur’an’da daha çok ‘malla ve canla’ biçiminde geçmektedir. Bizzat savaşa
çıkamayacak durumdaki mü’minler gazileri donatmakla aynı sevabı alırlar,
Cihad için devrin gerektirdiği en üstün silahlara sahip olmak Kur’aıı’ın
emridir.
Ali ÜNAL-Zübeyir YETİK